Baba, Anne, Kız Kardeş, Erkek Kardeş / Father Mother Sister Brother
SICAKLIK VE CÖMERTLİK DOLU SİNEMASAL BİR ŞÖLEN
İçinden geçen incecik melankoli şeridinden muhteşem bir akışkanlık kazanan, yalınlığı, tatlılığı ve süssüz sıradanlığıyla neredeyse bir mucize gibi görünen bu film, ekrandaki insanlar çok az gösterse bile, sıcaklık ve cömertlikle dolu. Benim gibi Jarmusch severler içinse sinemasal bir şölen.
FİLMEKİMİ 2025 GÜNLÜKLERİ 6
Geçmişte antoloji filmleri “Gizem Treni” (1989), “Yeryüzünde Bir Gece” (1991), “Kahve ve Sigara”yı (2003) çekmiş olan Jim Jarmusch, 2025 Venedik Film Festivalinde Altın Aslan alan “Father Mother Sister Brother / Baba Anne Kız Kardeş Erkek Kardeş” ile artık biraz modası geçmiş bu sinema türüne geri dönüyor ve hâlâ tarzın en önde gelen uzmanı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor ve aile içi dinamikleri son derece hoş ve yumuşak bir üslupla ele aldığı bu yeni üçlemesiyle bildik sinemasına yeni ve kişisel bir bakış getiriyor. Film, görünüşte birbiriyle ilgisiz bölümlere bölünerek paralel olarak dünyanın üç farklı yerinde, kırsal ABD, Dublin ve Paris’te gerçiyor.
“Father / Baba”da birbirine pek de yakın görünmeyen iki kardeş, Jeff (Adam Driver) ve Emily (Mayim Bialik) emsalsiz Tom Waits’in canlandırdığı babalarını görmek için kırsala uzun bir yolculuk yapıyorlar. Baba çözmedikleri bir bilmece gibidir (“tam olarak nasıl hayatta kalıyor?”); evinin kaotik ve yoksulluğun eşiğinde görünümü, yıllarca mesafeli durmuş olan Emily ile arada bir babasına maddi yardım yapmış olan Jeff için endişe kaynağı oluyor. Ziyaretleri sırasında sağlık ve mâli durumlar hakkındaki gergin konuşmalar giderek kara mizah tonlamaları alıyor. Jarmusch, kitaplara referanslarla, var olan her uyuşturucunun çok komik listesiyle ve Emily için en şaşırtıcı olanı, yaşlı adamın bileğindeki gerçek bir Rolex gibi görünen saatle babanın bohem geçmişine göndermeler yaparak, onun kendince anlaşılır sebeplerle yaşlılık dağınıklığını sinsice taklit ettiğini ima ediyor. “Baba”, dönüş sırasındaki uzun araba yolculuğunda hissedilen rahatlama, tatminsizlik ve huzursuzluk hissiyle sona eriyor.
“Mother / Anne” dinamiği tersine çevirerek Charlotte Rampling’in canlandırdığı mesafeli yazar ile iki uyumsuz kızı Cate Blanchett‘in biraz gösterişli bir şekilde canlandırdığı, gözlüklü, şık ayakkabılı, ağırbaşlı ve gergin Timothea (Tim) ve Vicky Krieps‘in canlandırdığı pembe saçlı, modaya uygun Lillith arasında yılda bir kez yapılan beş çayı partisini konu alıyor. Dublin’de yaşayan varlıklı ve kendine güvenen anne, kızlarının da aynı şehirde olmalarına karşın yaptıkları ziyaretleri nadir kılmaktan son derece memnun, yolda arabası bozulan Timothea pratik ama sıradan bir tip, Lilith, kız arkadaşını onu köşede bırakmaya zorlayarak sadece tek bir Uber’e parası yetiyormuş gibi davranan okulu terk kız. İlk bölümde olduğu gibi, özellikle yaşlı kadın çayı doldurduğunda, kimse gerçekten orada olmak istemiyor gibi görünüyor. Tim, öğleden sonrasını hafif ve rahat tutmaya çalışarak diplomatik bir tavır sergiliyor, Lilith ise annesinin çoğunlukla sessizce onaylamamasından keyif alarak kara koyun rolünü üstlenmekten hoşlanıyor gibi görünüyor…
“Sister Brother / Kız Kardeş Erkek Kardeş”, ikiz kardeşler Skye (Indya Moore) ve Billy’nin (Luka Sabbat) Paris sokaklarında bir süre gezindikten sonra, Azorlar’da kullandıkları uçak kazasında yeni ölmüş anne ve babalarının Paris’teki dairesine son bir ziyarette bulunmalarını izliyor. Kardeşler uzunca sohbet ediyorlar, kapıcı kadınla (ikonik Fransız oyuncu Françoise Lebrun) kısa bir konuşmanın ardından Billy’nin toparlayıp kilitli depoya kaldırmış olduğu, ebeveynlerinden kalan eşyalara bakıyorlar.
Duyarlılık ve mütevazı bir duygu derinliğiyle iletişim kuran kardeşlerin bir barda kahve içerken veya boş olan Paris dairesinde sohbet ederken sevgi ve bağlılıkları açık şekilde ifade ediliyor. Skye’ın Billy’nin ne kadar süredir mikro dozda mantar tükettiğini bile tahmin etmesi, birbirlerinin düşüncelerine hızlı erişimleri, gülerek “ikiz faktörü” dedikleri şeye işaret ediyor.
“Baba”nın çok az yönetmenin başarabileceği inanılmaz derecede alaycı finali dışında, büyük ölçüde ağırbaşlı bir hikâye anlatma biçimiyle gelişen her öykünün merkezinde aile sevgisinin zorunlulukları ile bireysel özerklik ihtiyacı arasındaki mücadele hissedilse de, “Baba Anne Kız Kardeş Etkek Kardeş“in öykülerinin açık bir tematik bağlantısı olduğu söylenemez. Her bölüm bağımsız olarak tek başına ayakta duruyor ama, New Jersey kırsalında, Dublin ve Paris sokaklarında uzun çekim otomobil yolculukları, her bölüme bir iki dakika boyunca bale gibi girip çıkan kaykaycıların varlığı, tüm aile üyelerinin aynı renkleri giymesinin tuhaf tesadüfü, Rolex’ten tekrar tekrar bahsedilmesi, alkolsüz içeceklerle yapılan kadeh tokuşturmalar gibi birkaç ilgi çekici benzerlikle Jim Jarmusch kimi ruhsal ve duygusal bağlantıya işaret ediyor.
Ancak film boyunca kaçırılan yakınlaşma fırsatlarını gözlemlerken tam anlamıyla acımasız. Çocukların ebeveynleriyle iletişim kurup kurmaması onun için pek önemli değil. Herkes, kendi öz güven kozasında rahat ve rahatsız edilmeden kalmakta. “Sister Brother”da ikizlerin ölen anneleriyle en sevdiği şarkı aracılığıyla kurdukları manevi iletişim bile, tatlı olduğu kadar buruk. Olsa olsa her üç hikâyenin de izleyiciyi asırlardır süregelen bir soruya geri döndürdüğü söylenebilir: Ebeveynlerimiz kim veya kimlerdi? Biz doğmadan önce asla anlayamayacağımız gerçek varoluşlara sahip miydiler? Kendi varoluşlarımız da, kendi çocuklarımız tarafından silinip alakasız veya tabu haline getirilmeye mi mahkûmdur?
“Baba Anne Kız Kardeş” bazılarını Jarmusch sinemasal evreninden tanıdığımız, olağanüstü derecede çeşitli bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor. Ancak oyuncular eşitlikçi bir kadronun parçası olmak üzere seçilmiş. Hiç yıldız kişilik yok, belirgin şekilde öne çıkan rol yok, ekranda geçirdikleri süre ne olursa olsun, oynayacak tam boyutlu karakteri olmayan hiçbir oyuncu yok. Hepsi o kadar iyiler ki, herhangi birini tek tek ayırmak haksızlık olur. Yine de bu kusursuz derecede dengeli ve inandırıcı takım oyunculuğununda “Anne”nin farklı kuşaktan üç muhteşem kadınının beş çayı unutulur gibi değil. Bir de, Ryan Murphy’nin “Pose” dizisinin benzersiz Angel’ı, Vogue’un olağanüstü modeli, aktivist transseksüel oyuncu Indya Moore’un son derece çekici gerçek bir kadına dönüşmüş olmasını izlemek heyecan verici.
Sonuçta içinden geçen incecik melankoli şeridinden muhteşem bir akışkanlık kazanan, yalınlığı, tatlılığı ve süssüz sıradanlığıyla neredeyse bir mucize gibi görünen bu film, ekrandaki insanlar çok az gösterse bile, sıcaklık ve cömertlikle dolu. Benim gibi Jarmusch severler içinse sinemasal bir şölen.
Yönetmen / Senaryo / Kurgu / Müzik : Jim Jarmusch
Görüntü Yönetmeni : Yorick Le Saux
Oyuncular : Tom Waits, Adam Driver, Mayim Bialik, Charlotte Rampling, Cate Bianchett, Vicky Krieps, Sarah Greene, İndya Moore, Luka Sabbat, Françoise Lebrun
ABD-Fransa-İtalya-Almanya-İrlanda / Dram-Komedi / 110 Dk.