American Honey filminin yönetmen koltuğuna 1961 İngiltere doğumlu ” Kırmızı Sokak(2006), Akvaryum(2009) ve Uğultulu Tepeler” filmlerinden tanıdığımız Andrea Arnold oturmuş. Andrea, çok parlak geçmişi olan bir yönetmen değil. Daha çok kısa filmlere ağırlık vermiş. Senaryosunuda kendi yazdığı uzun metrajlı filmlerinden ”Akvaryum(2009)” beğenimi kazanmıştı. American Honey’in senaryosunu ve diyaloglarını da yönetmen kendisi yazmış.
Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülüne layık görülen American Honey’in önce kısa özetinden bahsedip sohbetimize devam edelim. Star(Sasha Lane), annesinin bakımlarını üzerine bıraktığı iki kardeşi ile birlikte fakir bir yaşam sürerken birden karşısına ”hadi benimle gel” diyen bir genç çıkar. Fakirlikten bıkan Star, çocukları bir bahaneyle annesine bırakarak bir minibüs dolusu gençle birlikte yola çıkar. Bu yolculukta gençler, kapı kapı dolaşıp dergi satarak geçimlerini sağlamaya çalışırken yaşamın gerçekleriyle de yüzleşirler..
Andrea, bu filminde birçok insani davranışı, aşkı, arkadaşlığı, varlığı, yokluğu, ahlakı, manevi değerleri, mutlulukları ve mutsuzlukları anlatmaya çalışmış. Anlatımı da öyküsünün baş karakteri Star üzerinden yapmış. Yönetmen, Amerikan gençliğinin sosyal yarasına parmak basarken bunu gerçekçi bir şekilde seyirciye geçirmeye gayret göstermiş. Amerikan gençliğine umudunuzu asla kaybetmeyin mesajı gönderirken, her canlının yaşama hakkının olduğunun altıda kalın çizgilerle çizmiş. Kalın çizgilerle çizilen mesaj dolu sahnelerden bahsedip sürpriz bozmak istemiyorum. İzleyince bana hak vereceksiniz.
Fakir genç kızımız Star, daha 18 yaşında, aşkı ve sevgiyi tatmamış ama aşka inancı tam. Yalan söylemekten, üç kağıtçılıktan ise bihaber. Kapı kapı dolaşıp dergi satmaya çalışırken bile yalan söyleyemiyor, maddiyatı elinin tersi ile itip dürüstlüğü her şeyin üzerinde tutuyor. Öykü, bu tür ahlaki olaylar zincirinde ilerlerken Amerikan toplumunun her türden ve kesimden insanlarla yüzleşmemize de olanak tanıyor. Filme göre az okuyan, yaşamayı sadece alkol, uyuşturucu,müzik ve danstan ibaret sayan Amerikalı gençler, gerçeklerle yüzleşemedikleri gibi hayal kurmayı bile beceremiyorlar.
Hippi diye adlandırdığımız 3-5 kişilik guruplar gibi yaşarken, nerede akşamı ettilerse orada sabahlıyorlar. Başlarını sokacak bir evleri bile yok. Ama bu basit, umarsızca yaşam, gerçekler görüldükçe keşke bir evimiz olsaydıya dönüşüveriyor. Filmin oyunculukları ise orta düzeyde, biri diğerinden daha iyi dediğim bir oyuncu yok maalesef. Kurgusu ise ufak tefek aksaklıklara rağmen fena değil. Müzikleri ise beni rahatsız etmedi.
Sözün özü: Sadece Amerikan gençliğinin değil bütün Dünya gençliğinin meselesi olan sorunlar yönetmen tarafından çok naif bir şekilde işlenirken, filmini dar formatta çekerek bir nevi kendi ayağına kurşun sıkmış. Oysa filmini, tüm perdeyi kaplayacak şekilde çekmiş olsaydı seyir zevki daha yüksek olabilirdi. Birde, gereksiz sahneleri çıkartılıp 163 dakikalık süre kısaltabilseydi film daha akıcı olabilirdi deyip yazımızı noktalayalım. İyi seyirler.