Yan Yana
Filmi IMAX’le çektim, Türkiye’de ilk abi!
Uyarlama bir senaryodan çekilecek film, yapımcı için garantili bir seçim; tutmuş bir hikayeye, zaten küçük bir cast, iki iyi oyuncu koyar, bir mekanda çeker, gişede patlatırsın, özellikle de, fakirin zengine öykündüğü, sıradan insanların çıkışının olmadığı, ekonomik krizin herkesin belini büktüğü ve siyasal krizin umutları yok ettiği bir dönemde bir umut atmosferi! Bir de IMAX’le çektim dediğiniz zaman ilgi hepten artar mı?
Yine bir uyarlama : Yan Yana daha önce Fransız sinemasında İntouchable, Amerikan sinemasında The Upside isimleriyle çekilmiş ve gişede büyük başarı elde etmiş, sıcak bir dostluk öyküsü. Özgünlüğü, dostların kimliklerinin farklılığından geliyor, ne aynı sınıftan, ne aynı kültürden, hatta ne aynı ırktan farklı örneklerinde. Bu yapımcı için garantili bir seçim; tutmuş bir hikayeye, zaten küçük bir cast, iki iyi oyuncu koyar, bir mekanda çeker, gişede patlatırsın, özellikle de, fakirin zengine öykündüğü, sıradan insanların çıkışının olmadığı, ekonomik krizin herkesin belini büktüğü ve siyasal krizin umutları yok ettiği bir dönemde bir umut atmosferi! Gün doğmadan neler doğar, ummadığın taş baş yarar, hayalinde bile böylesini düşünemezsin… Ama bir bakmışsın olmuş. Yeter ki sen iyi düşün, iyi olsun, çünkü her kötü huyuna rağmen senin aslında için iyi, içtensin, gerçeksin ve olduğun gibisin!
Oyuncular muhteşem
Yan Yana; böyle garantili bir öyküye iki garantili oyuncu koymuş : Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit. Haluk Bilginer, Callas filminde Onasis’i bile canlandırmış, uluslararası bir oyuncu. Hangi role koysan oynar. Burada bir kaza sonucu felçli kalmış, tekerlekli sandalyeye mahkum zengin iş insanını da fevkaladenin fevkinde canlandırıyor. Üstelik zengin Refik Bey, Yeşilçam filmlerindeki Kenan Pars’ın canlandırdığı haşin zenginlerden değil. Hulusi Kentmen’in canlandırdığı şefkat abidesi de değil ama kültür ve sanata, klasik müziğe düşkün, ince zevkleri olan bir İstanbul beyefendisi. Tabii ki Yeşilçam filmlerindeki bütün İstanbul beyefendileri gibi muhteşem bir yalıda, kalabalık bir personelle birlikte hayata tutunuyor. Ama kahyası Hatice Aslan ve sekreteri Bilge Önal’ın canlandırdığı karakterler dışında bir de mahrem işlerini de görecek erkek hasta bakıcıya ihtiyacı var. Ve bu iş için yalıya her gün onlarca aday başvuruyor. Ama olmuyor, beğenilmiyor?
Roman delikanlı
Feyyaz Yiğit’in canlandırdığı öteki adam işte burada devreye giriyor. Biri beyazsa biri siyah. Birinde ne varsa ötekinde o yok. Refik Bey, İstanbul beyefendisi, Ferruh, hayata tutunmaya çalışan ama bunun için bir dal bulamayan Roman delikanlısı. Çok çocuklu bir ailenin sığıntı evladı, ama o yoksulluğun, yokluğun içinde Romanlara özgün, neşesini ve sıkıntılara boş verip gülmeyi unutmayan biri. İş ararken bir rastlantıyla kendini Refik Beyin ve şürekasının karşısında hastabakıcı adayı olarak buluyor! Olur mu, olmaz tabii. Diplomaları, bonservisleri olan onlarca aday arasından sadece bu burada ne arıyor bakışları arasında işe alınacak değil ya, yollanıyor, giderken de bir konsolun üzerinde sıralanmış çini tabaklardan birini cebine atıveriyor, kendisini yola getirmeye çalışan analığına hediye etmek üzere!
Beklenmeyen sürprizler
Film aslında bundan sonra başlıyor; niye böyle uzun uzun anlatıyorsun derseniz, çünkü biz de uzun uzun izledik. Fransız ve Amerikan versiyonlarının aksine, bizimki normal süresinin epey dışına taşmış, iki usta aktörü ve güzelim yalıyı bulunca yönetmen Mert Baykal, bir buçuk saatte bitecek filmi iki buçuk saate uzatıvermiş! Feyyaz’ı üç kez banyo yaparken izledik mesela. Tamam banyo yapmayı seviyor da…
Film bundan sonra başlıyor dedim ya; elbette bütün filmi anlatmayacağım, ve spoiler de vermeyeceğim, hiç sevmem. Bir biçimde Refik Beyin bakıcısı Ferruh oluyor. Profesyonel ve sıkıcı bakıcılardan sonra bizim Roman delikanlının çılgınlıkları Refik Beye de yeni bir soluk oluyor ve ikili birbirleriyle sadece profesyonel olarak değil, dostça yaşamaya başlıyor. Tabii ki herkesin şaşkın bakışları karşısında.
Ferruh hayatını yaşıyor, ama…
Ferruh yalının keyfini sürerken Refik Beye de çeşitli çılgınlıklar yaşatıyor. Biraz güldürelim, eğlendirelim anlayışıyla çekilen bu bölümler muhtemelen filmi gereksiz uzatan ve olmazsa da olabilecek olan. İkilinin dostluğu daha sade, yalın sahnelerle de verilemez miydi?
Bu dolçe vita, tatlı hayat, bir gerçek aşk bunalımıyla sekteye uğruyor. Ama işi düzeltecek olan, işten atılsa da yine de Ferruh’tur!
IMAX teknolojisi
Filmin en büyük reklam unsuru, iki büyük aktörün ve denenmiş senaryo versiyonunun olması beklenirken yapımcı firma, Türkiye’de IMAX teknolojisiyle çekilmiş ilk yerli film olmasını öne çıkarıyor. Elbette görsel bir sanat olan sinemada gelişmiş teknoloji kullanımı seyirciyi heyecanlandırır. Ama bu tür, yakın planların çoğunlukta olduğu bir duygusal komedi filminde değil. Bir aksiyon filminde anlarım, tarihi bir savaş filminde isterim, bir müzikalde bayılırım! Nitekim genelde dünyada da bu tür konularda kullanılıyor. Biri tekerlekli sandalyede yaşayan, öteki onu itekleyen iki kişi için IMAX’in ne anlamı var? IMAX teknolojisi, geniş açı orman sahnelerine, atların koşturduğu eski savaş filmlerine ne kadar yakışıyor, ya da büyük kalabalıkların çılgın çığlıklar attığı büyük konserlerin peş peşine geldiği müzikallere? Bir iki kaçmalı, kovalamalı araba sahneleri sırf IMAX’i gösterebilmek için mi yerleşti senaryoya? Türkiye’de kaç sinema salonunda IMAX gösterimi var ki bunu oynatacaksınız? İstanbul’da bile üç sinema salonu, Marmara Forum, İstinye, Akasya?
Yan karakterler
Filmin senaryo gereği iki kişinin üzerine kurulmuş olması, yan karakterleri de figürana dönüştürmüş. Bir Zuhal Olcay’ın konuk oyunculuğunu daha çok izlemeyi isterdim açıkçası. Ya da Refik Beyin çocukları olmadığı için evlat edindiği kızları ya hiç olmamalıydı, ya da biraz hayat verilmeliydi, babasıyla bir kez bile beraber sahnesi olmaz mı? Refik Bey, kızına o kadar mı ilgisiz? Ferruh genç kızı hayata döndürmek için bula bula karbonhidrat yedirmeyi buluyor, tam ona göre bir çözüm?
Türkiye’de senaryo mu yok?
Uyarlama senaryolardan çekilmiş filmleri izlediğimde Türk edebiyatını yakından izleyen, ne kadar değerli öykücülerimizin, yazarlarımızın olduğunu bilen biri olarak hep üzülüyor, kırılıyorum. Dizilerimiz de uyarlamalardan geçilmiyor. Tıpkı dünyanın en iyi üç mutfağından biri olmamıza karşın, sabah akşam pizza ve hamburger yiyip, canım tavuk göğsü kazandibi yerine San Sebastian peynirli keklere ve Viyana kahvelerine talim ettiğimiz gibi. Film gibi uzatmayayım. Keyifle izleniyor. Güldürüyor, azıcık düşündürüyor. Pek bize özgü olmayan, bizde yaşanmayacak değişik bir konu, güzel atmosfer ve elbette en önemlisi şahane iki aktör. Gişesi olur, eğer amaç buysa…
Yönetmen : Mert Baykal
Senaryo : Mert Baykal, Aziz Kedi, Feyyaz Yiğit
Görüntü Yönetmeni : Serkan Güler
Müzik : Cem Öğet
Oyuncular : Haluk Bilginer, Feyyaz Yiğit, Bige Önal, Hatice Aslan, Şevval Sam, Nurcan Şirin
Türkiye / Dram-Komedi / 143 Dk.















