The Post
BASIN, YÖNETENLER İÇİN DEĞİL YÖNETİLENLER İÇİN VARDIR..
Steven Spielberg’in son filmi “The Post”, Amerikan basın ve özgürlük tarihinin çok önemli bir olayını, ABD derin devletinin Vietnam Savaşı konusunda halkı manipüle ederek yanılttığını ortaya koyan Pentagon Papers (Pentagon Belgeleri)’nin basına sızdırılarak New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayınlanmasının öyküsünü anlatıyor.
Resmi adı “ United States – Vietnam Relations, 1945–1967: A Study Prepared by the Department of Defense / Amerika Birleşik Devletleri – Vietnam İlişkileri, 1945–1967: Savunma Bakanlığınca Hazırlanan Bir Çalışma” olan bu belgeler, ABD’nin 1945-1967 yılları arasında Vietnam’daki siyasi-askeri müdahalesini konu almakta, özellikle savaşın artık kaybedileceğinin belli olduğu dönemlerde hükumetlerin, “devletin prestijini korumak” amacıyla savaşı ödedikleri vergilerle fiilen finanse eden, çocuklarını binlerce kilometre ötede savaşmaya ve belki de ölmeye gönderen Amerikan halkıyla onun temsilcisi Kongre’ye sistematik olarak yalan söylediğini kanıtlamaktaydı
Belgeler, asıl sadakatı mensubu olduğu kuruma değil ABD Anayasasına borçlu olduğu inancıyla, çalışmayı hazırlayanlardan Daniel Ellsberg tarafından kopyalanarak sızdırılmış, ilk kez 1971’de The New York Times’ın birinci sayfasında, Başkan Nixon’un Federal Mahkeme aracılığıyla Times’a yayın yasağı getirtmesinin ardından da, aynı kaynaktan belgeleri temin etmiş olan The Washington Post gazetesinde yayınlanmıştı. Nixon, “devlet benim” anlayışıyla, ABD yönetiminin, Times ve Post gazetelerini vatana ihanetle suçlayarak mahkemeye vermesini sağlamış, Yüce Divan’a intikal eden olay, tarihe emsal olarak geçecek bir kararla, adaletin zaferiyle sonuçlanmıştı.
Steven Spielberg, öyküyü ABD basın tarihinin ilk kadın yöneticisi Katharine Meyer “Kay” Graham (1917-2001) ve 1965’de işe aldığı, 1968–1991 arasında Washington Post’un baş editörlüğünü yürüten Ben Bradlee (1921-2014) üzerinden anlatıyor. Dönemin erkek egemen toplumunda, babasının 1933’de satın almış olduğu gazetenin yönetimini ölümünden önce kocası Phil Graham’a devretmesini doğal karşılayan Kay Graham, Phil’in 1963’deki intiharından sonra yönetim kurulu başkanı olarak Washington Post’un başına geçerek, yöresel bir gazeteyi ABD’nin en önde gelen ulusal yayın organlarından biri haline getirmeyi başarmıştı..
“The Post”, Vietnem’da bir cangılda başlıyor ve kısa bir süre sonra, başka bir cangılda, ABD basın dünyasının kıyasıya savaş ortamında devam ediyor. Kay’in, üst düzey gazetecileri işe alabilmek amacıyla Post hisselerinin bir kısmını halka arzetmeye karar vermesiyle neredeyse hemzaman olarak Times, Pentagon Belgeleri’nin bir kısmını yayınlıyor. Nixon’un tedbir kararı aldırarak Times’ın yayınını engelleme çabası, belgelerin neredeyse tamamını elde etmeyi başaran Bradlee ve ekibi için olağanüstü bir fırsat yaratıyor. Ancak Bradlee ile editörü gibi değil kader birliği yaptığı ortağıymışçasına güvenerek çalışsa da belgelerin yayınlanma karar ve sorumluluğu sadece Kay’ın omuzlarındadır. Zor bir karardır bu..
Bir yandan halka arz döneminde oluşabilecek maddi zararlar, bir yandan yönetiminin tepesindeki dediğim dedik ve kindar Nixon’u düşman edinmek belası, ve de en kötüsü, ulusal çıkarlara karşı gelme iddiasıyla vatan hainliğiyle suçlanarak Ben’le beraber hapsedilmek korkusu.. Diğer yandan da, iş arkadaşlarının ve hukuk danışmanlarının muhalefetine rağmen, halkın anayasal hakkı olan doğruları öğrenmesini temin ederek basının asal görevini yapmak zorunluğu …
Steven Spielberg’in ilk önemli filmi “Duel” (1971) ile yeni kuşağın dahi yönetmenleri arasına gireceğini düşünmüş, ilk dönem filmlerinin samimi ve naif tadına hayran kalmıştım. Zamanla sanatsal dehasının paralelinde bir “para getirecek reçeteler” dehası olduğunu da göstermesini, izleyicileri duygusal yönden sömüren finalleriyle kazandığı benzersiz ticari sebebiyle yaptığı işleri takdir etsem de gönlümle sevememişimdir üstadı.
Bir de, “Şindler’in Listesi”yle yıllardır hasretini çektiği Oscar ödülünü aldığında, bu filmi soykırımın hiçbir zaman unutulmaması için yaptığını söylediğinde, Yahudi olarak değil, öncelikle insan olarak dediklerine yüzde yüz katılmış, ancak o günlerde Sırpların Bosna’da sürdürmekte olduğu soykırımdan bir tek söz bile etmeyişini affedememişimdir..
Tabii ki kişisel antipati, Spielberg’in çok usta bir sinemacı olduğunu görmemi engellemiyor. Sonu bilinen bir olayı, polisiye gerilim gibi heyecanla izleten, ardından neler geleceğini bilsek de, “acaba” duygumuzu ayakta tutan, başarılı ve akıcı bir tempoyla aktarıyor. En küçük rollere kadar karakter çizimleri ve oyuncu yönetimi dört dörtlük. İki baş karakteri canlandıran Meryl Streep ve Tom Hanks tabir caizse “döktürüyorlar”. Özellikle hanım hanımcık havasıyla, erkekler dünyasında bir başına dolanan Kay Graham olarak, korkularını, sorgulamalarını, çelişkilerini ve giderek sağlamlaşan kararlarını minimal yüz ifadesiyle “konuşan” Meryl Streep müthiş..
Tabii ki Spielberg, neredeyse yarım yüzyıl önce geçmiş bu hikayeyi, ne dönemin maço tavrını eleştirmek ne de bir zamanların gazeteciliğine nostaljik bir ağıt yakmak için çekmemiş. Gazete yönetiminde geçen bölümler olsun, gazetenin dizilme, basılma ve dağıtıma çıkma sürecinin gösterildiği sahneler olsun gerçekten de filmin en güzel en etkileyici yerleri ama, “The Post” öncelikli amacı Nixon ile Trump arasında bir paralellik kurarak, başa geçtiği günden beri basın ve medya ile “papaz olan”, hukuk mekanizmasını gönlüne göre uygulamaya çalışan günümüz ABD yönetimini yermek. Anlaşılan çürümekte olan bir şeyler var bu ABD krallığında. Orada değildi, galiba Danimarka krallığındaydı. Ya da başka bir krallıkta… Her neredeyse…
Spielberg’in başyapıtlarından biri olmasa da, iyi çekilmiş, iyi oynanmış, sağlam bir çalışma.
Hukuk, adalet medya ve basının asal amaçları hakkındaki çarpıcı mesajı tokat gibi..