Yol Ayrımı
Postmodernizmin Sosyal Sınıflardaki Tezahürü : Yol Ayrımı
Yavuz Turgul ve Şener Şen’in 1976 yapımı ”Tosun Paşa” filmi ile birliktelikleri başlamıştır. Türk sinemasının yetiştirdiği birbirlerini tanıyan ve tamamlayan iki büyük “usta” yaşamlarının son 32 yılında ”Züğürt Ağa, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Kabadayı” gibi önemli filmlere imza atmıştır. Her iki sanatçımızın sinemadaki birliktelikleri bugün Türk sinemasının “tüm zamanlar listesinde” ya da “ölmeden önce mutlaka izlenmesi gerekenler filmler” arşivinde kendine yer edinen filmler hatta sinema tarihimizin devrim niteleğindeki eseri olan “Eşkıya” yine bu ortaklığın bir başarısıdır.
Yavuz Turgul bu filmlerde bazen kalem sahibi bazen görüntünün ardındaki bazen de hem kağıda hem de yönetime imza atarken, Şener Şen her defasında kamera karşısındaki baş rol olmuştu. Yavuz Turgul ve Şener Şen, 1991 yapımı ”Gölge Oyunu” filmindeki Mahmut ve Abidin karakterleri gibiler. (En azından ben öyle değerlendiriyorum.) Gölge Oyunu filminde hatırlanacağı üzere Mahmut ve Abidin’in bindikleri motosiklet ve motosiklete bitişik sepet Yavuz Turgul ve Şener Şen’in hayatlarındaki en güzel sembol. Yedi yıl sonra bizler bu müzbin ortakları tekrar beraberce izleme fırsatını yakaladık.
Filmde özellikle Şener Şen’e gelen eleştirilerin odak noktasında sadece Yavuz Turgul ile çalışması yer almakta. Şahsımın katılmadığı bir durumdur bu. Zira insanın kendini bile tanıyamadığı ya da tanımlayamadığı bir dünyada iki insanın kendilerini ve birbirlerini tanıması kadar kutsal ve önemli bir durumun olmadığını düşünüyorum. Uyum ve anlayış her yerde olduğu gibi sinemada da kendisini göstermekte ve derin bir şekilde hissettirmektedir.
Yönetmenin ve senaristin zihin dünyasında tasavvur ettiklerini kamera karşısındaki oyuncu canlandırmaktadır dolayısıyla Yönetmen- Senarist- oyuncu arasında ki organik bağ bir baş yapıt çıkarılması için gerekli en önemli ayrıntı ve farkındalıktır. Aynı yönetmenin aynı oyuncu ile çalışması gerek dünya da gerekse ülkemizdeki sinema geçmişinde ilk kez karşılaşılan ya da yaşanan bir durum değildir.
Steven Soderbergh – Matt Damon, Coen kardeşler – Frances McDormand, Tim Burton – Johnny Depp, John Ford – John Wayne ve daha niceleri elimizde bu kadar örnek varken neden Şener Şen’in Yavuz Turgul ile çalışması eleştiriliyor ki? Her ne kadar yıllar geçse de Türk sineması izleyicisi hala Şener Şen’in komedi filmleri çekmemesine eleştiri getirmekte. Oyuncu filmlerinde aynı ya da benzer belirli karakterleri oynayabilir ancak konservatuarlarda verilen öğretilerden biri; oyuncu, toplumu meydana getiren ve toplumun içerisinde yer alan her ruha bürünebilen ve bu ruhun hislerini izleyicilere yansıtabilendir.
Şener Şen bunu defalarca izleyicilere gösterdi ve ispatladı. Baran, Avcı Ferman, Nazım öğretmen ve Kabadayı Ali Osman, Haşmet Asilkan, Muhsi Bey, Abidin ve son olarak Mazhar Kozanlı. Hepsi toplumun içerisindeki ayrı ve aykırı insanlar değiller miydi? Bu karakterlere can veren bir sanatçı neden hala bazı kesim izleyiciler tarafından komediye çekilmesi istenilmekte anlayamıyorum. Belki bunlardan daha da önemlisi Şener Şen bunu istiyor! Bırakalım da oyuncumuz dilediği role can versin.
Yol Ayrımı;
Yarım asırlık ortaklığın son filmi. 10 Kasım 2017 tarihinde vizyona giren ve beklenen bir filmdi. Hasret sona erdi diye tabir etsem sanırım yanlış olmaz. Filmde Yavuz Turgul ekonominin temel işleyişlerinden olan sermaye ve emek kavramlarının sahiplerinin yaşadıkları psiko-sosyal durumlarını konu almıştır. Kapitalizmin ve sosyalizmin ekonomik, ideolojik ve toplumsal yapılarını ortaya koymayan çalışan filmde bir yandan azınlıkları diğer yandan ise çoğunlukların yaşamlarını incelediğini görüyoruz. Film sahneleri arasında yaşanan geçişlerde dahi her iki tarafın sosyo kültürel yaşantılarının izlerini Yavuz Turgul izleyicilerine açık seçik bir yolla aktarmaktadır.
Filmin detayına indiğimizde karşılaştığımız olaylar ve olay örgüleri her toplumsal yapının yaşam biçimlerini, duygularını, hayata yönelik sahip oldukları paradigmalarını gerek biçimsel metodla, gerek simgesel ve sembolik metodla gerekse söylemsel metodla anlattığını görebiliyoruz. Aslında vurgulanmak istenenlerden birisi farklı sosyal sınıfların kendi içlerinde yaşadıkları ve diğer sosyal sınıflar ile aralarında gerçekleşen çatışma teorisi bağlamında ifade edilmiştir.
Ülkemizdeki popülasyonun dağılımına bakıldığında orta ve alt sınıfın nüfusun önemli bir kısmını oluşturduğunu bilmekteyiz. Bu önemli kısmını çoğunluk olarak ve sahip olunan sermayeyi yöneten, çoğunlukların sevk ve idaresini sağlayanları ise azınlık olarak görebiliriz. Her iki sosyal grup kendi sınıfları dışında yaşanan hayatları merak etmekte ve bu yaşantıları öğrenmek istemektedirler. Yavuz Turgul bizlere filmde azınlıklara çoğunlukların ve çoğunluklara da azınlıklıkların hayatlarının nasıl ve hangi şekilde yaşandığını anlatmaktadır. Emek sahipleri tarafından genellikle sermaye sahiplerinin finansal değerlerin en önemli araçlarından olan paranın insanlara mutluluk getirdiğini ve huzurun sahip olunan parasal güçle ilişkilendirildiğini düşünmektedir. Halbuki, her ne kadar paraya sahip olunsa da parayı yönetmek ve yönetebilmek adına birçok hayat, diledikleri ve arzuladıkları hayatı yaşayamamakta ve hakiki önemli olanın yapılan işin devamlılığı ve içerisinde bulunulan sektördeki pazar paylarını büyütmek olduğunu söyleyebiliriz.
İş hayatın insanları ruhtan ayırıp mekanik bir varlığa dönüştürmesini Mazhar Kozanlı kimliği altında seyirciye ulaştırılmıştır. Duygusal olarak başta kendisi olmak üzere ailesine, yakınlarına ve çalışanlarına karşı uzak, oteriter, dogmatik, sinistik ve mesleki deformasyonu yaşayan çorbada çıkan bir taş parçası için aşçının işine son veren ve işletmesinden çıkarılan eski çalışanlarını dinlemeyen sert yüzlü ve sert mizaçlı bir karakterdir. Böyle dahi olsa kendi iç dünyasında unutmadığı bir yanı vardır. Yanında taşıdığı kendi çocukluk dönemine ait bisikletli fotoğrafı özlediği ve sahip olmayı dilediği hayatın en önemli sembolüdür. Bununla beraber filmdeki Mazhar Kozanlı’nın oğlu Barlas Kozanlı karakteri aslında bir oyuncu olmak istemekte, ablası Defne Kozanlı ise iyi bir gitarist olabilmeyi arzulamaktadır.
Aslında dışarıdan bakıldığında mutlu bir hayata sahip olunduğu düşünülse de azınlıkların yaşamlarında da sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanılan sorunların unutulması adına oğul Barlas Kozanlı filmde kendisini alkolik olacağını söylemektedir. Bu dahi memnun olunmayan bir hayatın en önemli ve en acı sonuçlarından biridir. Mazhar Kozanlı geçirdiği bir trafik kazasında ve kazanın hemen sonrasında yaşadığı olayla artık hayatı sorgulamaya başlamış ve kendi dünyasında mutluluğun algoritmasını bulmuştur. Bu durum bile günümüzün modern ve kentli insanın marjinal kararlar almaları genellikle yaşanılan büyük bir olaya bağlı olduğu gerçeğini yansıtmaktadır.
Kazanın ardından alınan kararlar; sistemi eleştirmekte, sistemi kendi geliştirdiği metotlarla değiştirebileceğine inanmakta ve en önemli nokta ise sermayenin emek sahipleri arasında bölünmesini istemesidir. Bu istekte açık bir şekilde kapitalist sistem eleştirilmekte ve sosyalist ekonomik sisteme geçişin insanlara daha fazla huzur getirileceği anlatılmaktır. Zira Mazhar Kozanlı sermayenin çalışanlara bölünmesi ile emek sahiplerinin dünyaya ait birçok dilek ve arzularının yerine geleceğine inanmaktadır. Ancak sistemi değiştirmek Mazhar Kozanlı’nın dediği gibi hiçte kolay değildir özellikle sosyo-kültürel ve ekonomik temelli sistemler değişimi zor olan bir yapıdadır. İşte tam olarak bu noktada Mazhar Kozanlı’nın hem iş ortağı hem çalışma arkadaşı hem de çocukluk arkadaşı Besim ile yaptığı diyalog filmin ana öğretisi ve mesajıdır. Ayrıca Besim’in kendi hayatına dair olan suskunluğunun çözülmesi yine iş hayatının acımasız boyutunu, makyavelist yaklaşımı, hırsın hasete ve kine dönüşmesini en güzel anlatan örneklerden biriydi. Öyle ki Besim kendi ailesinin yok olmasının arkasında yatan ailenin bir ortağı ve çalışanın olmuştur. Yıllarca beslediği intikam duygusu dahi sisteme karşı galip gelememiştir. Besim, sistem değişikliğini isteyen Mazhar Kozanlı’yı desteklemediğini; ”aklımı kullandım.” şeklinde açıklamıştır. Yıkıcı da olsa, dağıtan da olsa, sistemin devamlılığını esas olarak görmektedir.
Filmde verilen mesajlardan biri; hayat ve ekonomi, sermeye ve emek arasında giderken, çoğunluklar ve azınlıklar tartışı(lı)rken, finansal gücün bölünmesi ya da parçalanılması aile içi kutuplaşmalara neden olurken yaşamın özünde aslında aşk vardı. Aşkın ve güzelliğin sanatla, şiirle ilişkilendirilmesi Altan karakteri ile özdeşleştirmekte ve onunla vücut bulmaktadır. En Önemli vurgu ise; İnsanlar tarafından ulaşılmak istenilenin metalar, varlıklar, güç ya da sermaye değil, aşkın olduğudur. Mazhar Kozanlı’nın kendini her şeyden ve herkesten soyutladığında vardığı adres aslında eski bir dostu olan Altan değil, Altan’ın yaşamının merkezine oturttuğu aşktır.
Bu noktada yine Yavuz Turgul’un ”Gölge Oyunları” filminde zıt karakterlerin aynı hayatı paylaşmaları Yol Ayrımı filminde de kendisini göstermektedir. Her ne kadar ayrı bir yaşam felsefesine sahip olsalar da Mazhar Kozanlı için sığınacak yegâne liman kendi yaşam değerlerine farklı olarak bakan Altan olmuştur. Altan’ın okuduğu şiirler, Mazhar’dan uzak yaşadığı hayattan elde ettiği deneyimler izleyiciye tebessümler ettirse de olması gereken hayatın formüllerini vermektedir.
Filmde Şevket Altuğ göndermesi, bizlere bir kez daha ”Süper Baba” yı hatırlattı ve artık kendisini sinemada ya da televizyon görme isteği uyandırdı. Bununla beraber güven vurgusu ve algısı ile pazar tutundurması yapan otomobil markasının kullanılması ve kazanın ardından doktorun; “arabanız çok sağlammış” ifadesi filmde gözümüze çarpan detaylardan biridir. Sonuç olarak, genel izleyici yorum, değerlendirme ve eleştirilere baktığımızda filmin özellikle uzun, senaryonun ağır olduğunu, yedi yıllık bir bekleyişin sonunda istenilenleri bulamadıkları ifade edilmekte. Ancak burada büyük bir “AMA” var. Yavuz Turgul yine farklı bir konuyu anlatmakta, bakanlara değil görmek isteyenlere mesajları vermeye çalışmıştır.
İçerisinde olduğumuz sistemi en iyi şekilde anlatmakta ve bu sistemin hayatlarımızı esir almaya çalıştığını net bir dille söylemektedir. Verilen mesajların sadece belirli bir kesim tarafından anlaşılması belki de filmin bu yüzden bir sanat filmi olarak değerlendirilmesine neden olmuştur.
Her şeye rağmen filmin ana teması da özeti de Robert Frost’un şiirinde ¨bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ben daha az geçilmişinden gittim, ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.”
Yazar : Öğr. Gör. Cihad Doğan