Hakikat : Şeyh Bedrettin
NAZIM HİKMET’İN “ŞEYH BEDRETTİN DESTANI”
Şeyh Bedrettin’in günümüzde bu kadar tanınmasının en önemli nedeni Nazım Hikmet’in yazdığı on dört bölümlük gerçek anlamda şiir destanı olan “Şeyh Bedrettin Destanı”dır. Bazı bölümleri düzyazı şiir, bazı bölümleri düzyazı ve şiirin iç içe geçtiği, bazı bölümler de ise şiirin doruğuna çıktığı dizeler bizi adeta çarpar. Roman gibi betimleme yapar, hikaye gibi karakter çizer ve şiirle yücelterek kelimenin tam anlamıyla ortaya bir destan koyar. O destanda Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile ilgili önemli detaylara ulaşırız.
Tarihsel bir zamanı eşsiz betimlemelerle mekan üzerine oturtarak kişiler üzerinden olayları anlatır. Yani yer, zaman, kişi, olay örgüsüyle; eseri roman, hikaye, şiir gibi okuyabilirsiniz; hatta ansiklopedik bilgi gibi bile okuyabilirsiniz; üstelik estetik anlamda bu kadar dahiyane bilgiye başka bir yerde ulaşamazsınız. Tavsiyem her defasında farklı bir türde okumayı denemenizdir.
Roman türü ile başlayalım:
“Sedirde al yeşil, dal dal bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.
Öz kardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak
Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkar idi.”
Hikaye ile devam edelim:
“Arkamızda hünkarın ve hünkar beylerinin timar ve zeametli
topraklarını bırakıp Börklüce’nin diyarına girdiğimizde bizi
ilk karşılayan üç delikanlı oldu. Üçü de yanımdaki rehberim gibi
yekpare ak libaslıydılar. Birisinin kıvırcık, abanoz gibi siyah
bir sakalı ve aynı renkte ihtiraslı gözleri, kemerli büyük bir burnu
vardı. Vaktiyle Musa’nın dinindenmiş. Şimdi Börklüce yiğitlerinden.”
Araya şiirin felsefesini koyalım, eşitlik ve kardeşliğin şiar haline gelmiş dizeleri ile:
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini…”
Ve şimdi şiirin doruğuna çıkalım : Son dörtlüklerle:
“Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konusmanin, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.”
ŞEYH BEDRETTİN KİMDİR
(1359-1420)
Şeyh Bedrettin’in hayatı hakkındaki bilgiler torunu Hafız Halil’in yazdığı Menâkıbnâme kitabına dayanmaktadır. Babası Simavna kadısıdır; aristokrat ve varlıklı bir ailenin oğlu olduğu için çocukluğundan itibaren iyi eğitim almış; fıkıh, felsefe, mantık astronomi alanında önemli hocalardan ders görmüş, Mısır’da, Kudüs’te kendini geliştirmiş; Teorik olarak Endülüs’ten gelen İbni Arabi’nin fikirlerinden etkilenmiş pratik olarak Hallacı Mansur’u örnek almış; günümüzdeki anlamıyla entelektüel bir insandır. Onun bu yeteneklerinden yararlanmak isteyen Musa Çelebi Bedrettin’i kazasker olarak Edirne’de görevlendirir. Fetret döneminin zalim kardeş kavgalarının süreci sırasında Mehmet Çelebi kardeşi Musa’yı öldürtünce Şeyh Bedrettin’i İznik Kalesine göndererek gözaltında tutar. Bu arada yoldaşı olan Börklüce Mustafa’nın isyan başlattığını duyan Bedrettin Mahmut İznik’ten kaçarak Sinop üzerinden Trakya’ya geçer.
Börklüce yaklaşık on bin kişilik halk ordusu ile büyük direniş göstermesine rağmen Osmanlı komutanı Beyazıt’ın kuvvetlerine direnemez ve yenilir. Bedrettin’in diğer yoldaşı Torlak Kemal de Manisa’da başlattığı isyanda yenilir. Bu yenilgiler üzerine Bedrettin tutuklanarak yargılanır: “Malı haram, canı helal” fetvasıyla idama mahkum edilir, bugün Yunanistan sınırları içinde olan Serez şehrinde ünlü Serez çarşısında idama giderken yorgun ve bitkin durumuyla alay etmek maksadıyla “Ne o Bedrettin sararmışsın” diyen birine o meşhur cevabını verir. “Güneş de batarken sararır”
İsyan içeriğine birkaç söz söylemek gerekirse; bu bir köylü isyanıdır. Anadolu’dan bir kasırga gibi geçen Timur’un ve fetret döneminin faturası köylülere vergi yükü olarak dönünce iyice yoksullaşan köylüler bir araya gelerek Bedrettin’in bir nevi komün öğretisini yayan Börklüce’nin ve Torlak’ın etrafında birleşirler ve isyanı başlatırlar. Örgütlü bir yapı yoktur aslında, bu yönüyle de Spartaküs isyanı ile benzerlik taşımaktadır.
Şeyh Bedrettin’in en önemli eseri “Varidat”tır. İçe doğuşlar anlamı taşıyan kitabında Batıni anlayışını ve nesnel idealizmi anlatır…
VE “HAKİKAT ŞEYH BEDRETTİN” FİLMİ
Yönetmenliğini Hakan Alak, senaristliğini Hakan alak ve Ali Şahin’in gerçekleştirdiği filmin çekimleri Türkiye sinema tarihinde belki de ilk kez olan imece usulüyle yapıldı, adına bir bakıma kooperatif olan İmece Yapım denildi. Şeyh Bedrettin’e Suavi, Börklüce Mustafa’ya Bülent Emrah Parlak, Torlak Kemal’e ise Saygın Soysal can verdi. Başta Bülent Emrah Parlak olmak üzere oyuncuların rollerinin üstesinden geldiğini söyleyebiliriz. Filmde çarpıcı sahneler de vardı ki sonradan fragmanını seyrettiğimde beğendiğim sahnelerin hemen hepsinin fragmanda kullanılmış olduğunu gördüm. Olayın fazla dramatize edilmeden verilmesi de hikayenin ruhuna uygundu. Buraya kadar her şey tamam; ancak kurmacada aradığımı bulamadım.
Kurgu bir bütünlük taşımıyordu. Modern anlatımda parça parça anlatmak vardır fakat o parçaları seyirci ya da okuyucu kafasında birleştirir. Açıkçası, hikayeyi bildiğim halde kafamda bütünlük oluşturamadım. Bağlantılarda kopukluk vardı. Olaylar 9 yaşındaki Ahmet’in gözünden aktarılıyor. Burada Ahmet aslında yaratıcı, naratördür. Bu bağlantı kopukluğu dünya sinemasından sıkça rastladığımız (Ahmet’in) dış ses(i) ile giderilebilirdi. Güzel de olurdu, masal tadı verirdi. Şahmaran masalı işte o zaman anlam bulurdu.
Filmde Spartaküs’e de gönderme yapılmış ama bir Spartaküs filmi çekilememiş!
İtiraf etmeliyim ki Nazım Hikmet ile tanıdığımız Şeyh Bedrettin bizde büyük heyecan ve merak uyandırmıştı. Hele son dörtlükteki dizeler unutulur değildi, Serez Çarşısının hayali kafamızda yıllarca yer etti. En azından Serez Çarşısında bu dizeleri çağrıştıran metafor kullanılamaz mıydı?…
Bu filmi çekmek, hele de Nazım Hikmet’in şiirinden sonra cesaret isteyen bir durumdu. İstanbul’da gerçekleşen filmin galasında yönetmen Hakan Alak ile yaptığım küçük sohbette “Böyle bir hikayeyi çekmeye cesaret ettiğiniz için sizi kutlarım” demiş ve endişelerimi de dile getirmiştim. Emeklerinden ve özverilerinden dolayı filmde emeği geçenleri tekrar kutluyorum ama daha iyisi olabilirdi düşüncemi de gizlemek gerçekçi olmayacaktır.
(Bu sohbetin küçük bir bölümünün videosunu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.)
SON SÖZ
“Cellatlarımdan uzun yaşayacağım. Hakikati anlamış insanların kalbinde arayın beni”
600 yıl sonra Şeyh Bedrettin’den söz edildiğine göre…
İyi seyirler.
Yönetmen : Hakan Alak
Senaryo : Hakan Alak, Ali Şahin
Görüntü Yönetmeni : Serdar Ünlütürk
Kurgu : Hakan Alak
Müzik : Levent Güneş
Oyuncular : Suavi, Bülent Emrah Parlak, Saygın Soysal, Elif Nur Kerkük, Ali Barkın, Kerem Fırtına, Orhan Alkaya, Bülent Keser, Teoman Gülmez, Sabriye Günüç
Türkiye / Tarihi-Biyografi-Dram /
Şeyh Bedreddin’in sinemaya taşınması, insanların bir kez daha dönemin tarihsel gerçekliği ile yüzleşmesi, yokluktan bir baş kaldırış yaratıldığını bilmesi, o ruhu yeniden yaşaması tabi ki güzel bir durum. Kollektif olması, imece ruhu dayanışması ile yapılması da ayrı bir güzellik…
Fakat filimde istediğim tadı, istediğim mesajı, duymak istediğim keskin söylemleri göremediğimi itiraf etmeliyim. Oyuncular, mekan, ekip ile ilgili bir sıkıntı olmadığı ortada. Sarayın entrikalarıdan, Bedreddin’in İznik’e neden sürüldüğüne dair bir kesit olabilirdi. Ayrıca filmin ana karakteri Bedreddin olmasına rağmen, Börklüce Mustafa yani Dede Sultan’a daha çok yer verilmiş gibi. Böyle bir filmde ajitasyon çok iyi kullanılabilir, toplumsal mesajlar rahatlıkla fazlası ile verilebilirdi.
Şunu belirteyim; Galasında filmi izledim.
Sürekli sosyal medyada reklamını yapıyorum.
Dayanışma amacı ile bilet alıp tekrar sinemada izleyeceğim.
Filmin gişesi, isminden dolayı kesinlikle çok olacak, buna eminim. Fakat çok da eleştiri alacaktır, bu da biline…
Sağlıcakla ?
Böyle filmlerin beklentileri yüksek olur haklı olarak, ancak beklenti karşılanamıyor çoğu zaman. Sinemasal açıdan eleştirimi yapıyorum genellikle bu yüzden böyle bir filmi Yılmaz Güney çekmeliydi düşüncesi aklımdan geçmedi değil.
Mesajların gereğinden fazla verildiğini düşünüyorum; “yarı yanağından gayri her yerde her seyde hep beraber” çok güzel zihnimizde yer etmiş bir cümle ama filmde iki kez geçmesi düşünceyi sıradanlaştırıyor. Ayrıca mesajlar slogan ya da ajite yoluyla değil sinema anlatımıyla verilmeli.
Teşekkürler