Bardo, Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi / Bardo, falsa crónica de unas cuantas verdades
Prömiyerini Venedik Festivalinde yapan ve gösterim sonrası 4 dakika ayakta alkışlanan Bardo, bu yıl seyrettiğim en çarpıcı film. “Bardo” yu izledikten sonra 2023 Oscar adayı olmayı kesinlikle hak ediyor diye düşündüm.
Kendisini hayal, rüya, anılardan süzerek yeniden doğmuş İnnaritu, adeta ruhunu damıtmış ve ruh hali zincirine bütün halkaları bağlamış. Bize de her bir halkanın enfes görüntülerini mizahıyla, dramıyla anlatıma uygun güzel bir müzikle izlemek düşüyor….
ALEJANDRO GONZALES INARRİTU YAPMIŞ GENE YAPACAĞINI
2000 yılında ankara’da bir sinema salonunda tanımıştım Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzales’i. “Paramparça Aşklar Köpekler” filmini arkadaşımla beraber izlemiş, sinema salonundan çıktığımda allak-bullak olmuştum; uzun süre sessiz bir şekilde Bakanlıklar Atatürk Caddesi’nden Kızılay’a doğru inmiştik. Belli ki ikimiz de çok etkilenmiştik…
Ankara sinemaları benim için okul olmuştur; zamanın en güzel filmlerini Ankara’nın bütün sinema salonlarında izledim; bu yüzden sinema açısından Ankara’nın yeri bende her zaman baş tacıdır.
Uzun yıllar önce izlediğin bir filmin konusunu, olayını, kahramanlarını unutursunuz ama sizde yarattığı duyguları ve bazı sahneleri asla unutamazsınız. “Paramparça aşklar Köpekler”benim için öyle bir filmdi…
Yönetmen sonrasında çektiği filmlerle yanıltmadı bizi; 2015’te “Birdman (Cahilliğin Umulmayan Erdemi) ile En iyi Yönetmen dahil dört dalda Oscar’ı topladı. Çok değil yine bir yıl sonrasında 2016 yılında da Revenant (Diriliş) ile En İyi yönetmen Oscar Ödülünü alırken filmin oyuncusu Leonardo DiCaprio En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü aldı…
“Bardo” yu izledikten sonra 2023 Oscar adayı olmayı kesinlikle hak ediyor diye düşündüm. Önümüzdeki günlerde yavaş yavaş belli olacak adaylıklar açıklandığında göreceğiz…
“BARDO” NE ANLAMA GELİYOR?
Filmi izlerken ilk aklıma gelen soru bu olmuştu. Araştırdım; Bardo, bazı Budizm okullarında ölüm ve yeniden doğuş arasında bir ara, geçiş veya eşik hali anlamına geliyor. Kavram Buda’nın ölümünden hemen sonra ortaya çıkmış…
Sonrasında yönetmenin İspanya’nın önde gelen gazetelerinden El Pais’te yayınlanan röportajında niçin ismi Bardo sorusuna verdiği cevap da bu tanımı doğruluyordu. Filmin adı önceden “Limbo” olarak düşünülmüş ki bu sözcüğün anlamı da Katolik inancına göre vaftiz edilmeden önce ölen küçük çocukların ruhlarının gittiği yer demekmiş.
Her iki anlam da filme çok uygun; ancak “Limbo” adı filmin bir boyutunu kapsıyor Bardo ise çok daha genel anlamda. Değiştirilmesi bu bakımdan isabetli olmuş…
Film de zaten yaşamla ölüm arasında, komada olan ünlü gazeteci ve belgeselci Meksikalı Silverio Gama (Daniel Giménez Cacho) geçmişe yaptığı zihinsel ve nostaljik yolculuğu anlatıyor en kısa anlatımla… Fakat ne anlatış! Kolay anlaşılması için başlıkları tek tek ele alacağım…
UZAMIŞ GÖLGESİNİN PEŞİNDEN GİDEN ADAM;
Bardo (Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi) şöyle açılıyor: uçsuz bucaksız çöl görünümünde bozkırda bir adam yürüyor, koşuyor, uçuyor…
Soluk soluğa. Bozkırdaki çalıları görüntüsü yukarıdan yeşillik gibi görünüyor; aslında o koyu görüntüler çalıların gölgesinden başka bir şey değildir.
Kurak, çok kurak bir ortamdan metaforik görüntülerle su yoluyla o kuraklığın ortasında kurulmuş bir eve doğru gidiyoruz. Bu ev, gazeteci Silverio’nun Meksika’daki evidir; elini yüzünü yıkıyor, pencereye doğru gidip perdeyi açıyor ve açılan pencereden geçmişin görüntüleri bir bir önüne dökülür…
DOĞDUKTAN SONRA KAYBEDİLMİŞ BEBEĞİN TRAVMASI
Ölümün bu kadar güzel anlatıldığı bir sahne hatırlamıyorum. Yüzlerce film seyrettim; ama böylesine hiç rastlamadım, çarpıldım. “Bu neydi şimdi”dedim kendi kendime…
Gama ailesini etkileyen ve hep yanlarında hissettikleri ilk bebekleri ailenin travması haline gelmiştir. Filmdeki en etkileyici sahne ise bebeğin (adına Matheo düşündükleri) emekleyerek denize doğru gidişiydi, Gözyaşlarımı tutamadım. Tabii bu metaforik anlatımdan sonra gerçek anlamda ne yaptıklarını görünce tıpkı aile gibi seyirci de acı duyuyor…
BİR ÜLKEDEN BAŞKA BİR ÜLKEYE GÖÇ ETMENİN TRAVMASI
İnarritu röportajında “göç biraz ölümdür” diyor. Nitekim Silverio, ülkesi Meksika’dan Amerika’ya göç etmiştir. Çocukları orada doğmuştur. Tutunmak için çok başarılı bir medya ikonu olmuştur. Amerika’da en büyük gazetecilik ödülü olan “Alethea” yı kazanan ilk Meksika kökenli gazeteci olma şerefine naildir; buna rağmen havaalanındaki bir memur bile (ki onun kökeni de Amerikalı değil, aşağılık kompleksi içinde belli ki) onu Amerikan vatandaşı saymaz. Öte yandan kendi ülkesi Meksika da bu Amerikan ödülünü aldığı için dışlamıştır. Genel anlamıyla bütün göçmenlerin yaşadığı duyguyu o da yaşar; hem kendi ülkesinde hem de yaşadığı ülkede yabancıdır. Bir bakıma göçmenler yurtsuzdur…
Silverio Göçmenlerin trajedisini anlatan müthiş görüntülerle belgeselini de yapmıştır zaten.
Filmde geçen “Meksika bir ülke değil bir ruh halidir” repliği ne çok şey anlatır aslında… Bu konuda yönetmenin ne dediğine bir bakalım :
Bir ülkeyi terk ettiğinizde, istem dışı belleğiniz en zengin hayal gücünüz oluyor. duyguların hislerin , hatıraların, korkuların ve yanılsamanın bu belirsizliği “Bardo”nun temeli…
BİR KATİL ÖLÜLERDEN OLUŞAN TEPENİN ÜSTÜNDE HAKLI OLDUĞUNU SAVUNUYOR
Hernan cortes; O müthiş sahneyi iyi anlamak için hakkında kısa bilgi vermek gerek. 16. Yüzyılın ilk yarısında İspanya adına Meksika’yı işgal eden denizcidir. Ailecek işgalcilerdir. Amcası da Peru topraklarını işgal etmiştir. Gazetecimiz o ölülerden oluşan tepenin üstüne çıkar ve Hernan Cortes ile bir sorgulamaya girer; filmin en çarpıcı sahnesi olan bu bölümün çok dikkatli izlenmesi gerekir. Herman Cortes bağırarak konuşurken köpeğin soluması dehşetli bir eğretileme olmuş. Olağanüstü surrealist sahneler filmin bütün bölümlerinde karşınıza çıkıyor zaten; Mexico City şehrinde yürürken (ki yol oldukça uzundur, zihinde 500 yıl öncesidir) insanların patır patır yere düşmesi; adeta ölüler caddesine dönüşmesi, sonrasında çöp yığını gibi üst üste yığılması…
Baştan sona metaforlarla ilerleyen film havada kalmıyor; sonraki sahnelerde bazı olayların gerçek anlamı da verilerek izleyiciye kolaylık sağlıanıyor.
“KİŞİNİN KENDİ TARİHİNİN MAHZENİNİ AÇMASI HER ZAMAN ÜRKÜTÜCÜDÜR”
Böyle söylüyor Alejandro Gonzales, bu cümle bize doğrudan otobiyografi çağrışımı yapıyor. Evet yönetmen Silverio Gama karakteriyle kendini anlatıyor; hatta okuduğum birkaç eleştiriye göre “Bardo”yu Federico Fellini’nin Sekiz Buçuk filmine benzetenler bile var; fakat filmin eleştirisini yazan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. “Sanat tamamen otobiyografiktir” diyen Fellinin çıkış noktası benzer ama Fellinin yaptığı yolculuk bütünüyle duygusal ve annenin üstüne kurulmuş bir hikayeydi; oysa İnnarettu çok kışkırtıcı bir geçmiş yolculuğuna çıkıyor sorgulamadığı şey kalmıyor…
Ünlü yönetmen Fellini‘nin üstünde bir anlatımla karşımıza çıkıyor İnarritu. Bana göre ille bir yönetmene benzetilecekse, anlatım biçimi bakımından Luis Bunuel’e daha yakın olduğunu söyleyebilirim.
Son göç ölümdür diyen yönetmen yaşamla ölüm arasındaki varoluşsal sancılarını sergiliyor; kendi korkularını ortaya koymaktan çekinmiyor, çoğu zaman gerçekle yüzleşmekten ürküp kaçıyor. Egosunu sorguluyor; yine de biraz yukarıdan bakmakta sakınca görmüyor..
Yönetmen çevresindeki herkesi sahnesine alıyor; çekirdek ailesini, Z kuşağından olan iki çocuğunu (kızına daha düşkün olduğu da açıkça belli ediyor) karısını, babasını, annesini; gazeteci meslektaşlarını, Amerika Meksika ilişkilerini ve sınır sorunlarını ve Latin amerika’nın kesik damarlarından biri olan Meksika’nın kanını yüzümüze fışkırtıyor…
Bir tek şeyi eksik bırakıyor; bütün çatışmaları anlatırken sınıf çatışmasını es geçiyor. Sınıf çatışmalarının eskidiğini ve ortaya yeni bir türün çıktığını; bu türün cehaletten beslenen emperyalist destekli örgütler olduğunu göz önüne koyuyor…
Prömiyerini Venedik Festivalinde yapan film 4 dakika boyunca ayakta alkışlanıyor, doğal olarak yönetmenin gözleri doluyor. Geleneksel anlatımdan sıkıldığını açıklayan sinemacı “Bardo” ile doruğuna çıktığını itiraf etmeliyim. Bu yıl seyrettiğim en çarpıcı filmdi. Filmin çok uzun olduğu yönünde gelen eleştirilere ise aldırmıyor. (Bana göre filmin uzunluğundan ziyade bazı uzun sahneler vardı.) ve şöyle diyor: “ Bazı filmleri halk için yaparsınız bazılarında ise hayati ve varoluşsal bir ihtiyaçtan dolayı kendiniz için yapma lüksüne sahip olursunuz”
Kendisini hayal, rüya, anılardan süzerek yeniden doğmuş İnnaritu adeta ruhunu damıtmış ve ruh hali zincirine bütün halkaları bağlamış. Bize de her bir halkanın enfes görüntülerini mizahıyla, dramıyla anlatıma uygun güzel bir müzikle izlemek düşüyor….
Yönetmen / Kurgu : Alejandro González Iñárritu
Senaryo : Nicolás Giacobone, Alejandro González Iñárritu
Görüntü Yönetmeni : Darius Khondji
Müzik : Bryce Dessner, Alejandro González Iñárritu
Oyuncular : Daniel Giménez Cacho, Griselda Siciliani, Ximena Lamadrid, Íker Sánchez Solano, Andrés Almeida, Ruben Zamora
Meksika / Komedi-Dram / 159 Dk.
Hocam merhaba;
Sayın Alejandro González Iñárritu ‘nun bütün filmlerinin ben de büyük etkisi oluyor. Filmlerini sinemada izlemiş olsam dahi DVD koleksiyonuma dahil edip sonraları bir çok kez izlediğim oluyor. Bundan dan büyük keyif alıyorum doğrusu. Bardo’yu izledikten sonra bir kaç gün kimseyle doğru dürüst iletişim kuramadım. Fazla mı etkisinde kaldım, filmi tam olarak anlayamadım mı gibi gelgitler oldu. Sonrasında sizin eleştirinizi okudum ve biraz rahatladım. Sonra filmi tekrar tekrar iki kez daha izledim. Iñárritu sinemayı başka bir evreye taşımış. Gıyabında kendisine karşı çok büyük saygı duyuyorum. Stanley Kubrick gibi oda bende çok büyük etki bıraktı.
Değerli katkılarınız için teşekkür ederim.
Saygılarımla,
Arif CANÇOBAN