Yolun Açık Olsun
İNSANIN İÇİNİ ZAMAN ZAMAN ISITAN, ÇOĞU ZAMAN SIZLATAN BİR FİLM : YOLUN AÇIK OLSUN
“Herhangi bir travmanın şoku hayatınızı değiştiriyor. Başlangıçta daha akut olur ve kısa bir süre sonra bulunduğunuz yere dönersiniz. Ancak ruhunuzda silinmez bir iz bırakır” Alex Lifeson
Bazı travmatik olaylar ise sadece ruhta değil bedende de bir daha onarılamayacak izler bırakır.
Yüzbaşı Salih, hem bedeninde, hem ruhunda hem de akıl sağlığında derin, çok derin izlerle seyirci karşısına dikiliyor. Sahneye ayakkabısını özenle boyayarak çıkıyor; çünkü ayakkabı gözündeki en kıymetli şey.
Bir de çakmak var sahnenin bir köşesinde. İki önemli nesne! Çakmağı çakmak yeterlidir, bilinç yangın yerine dönüşür.
Artık bilincimizde hangi çekmeceyi çekersek ruhumuzun iç çamaşırları ortaya çıkar. Ve her nesne geçmişteki bir olayı çağrıştırır. Edebiyatta bilinç akışı diyoruz buna.
Yüzbaşı Salih’in asteğmen Kerim’in 74 Model bordo mercedes ile Dalyan’a doğru yaptığı yolculuk bilinç akışı yolculuğudur aynı zamanda!
Üçüncü önemli nesne içine çok küçük şeylerin konulduğu kapaklı porselen kap, Ankara’dan Dalyan’a yola çıkarken Salih’in cebinden çıkarıp arabanın önüne koyduğu süs kabı. İçinde hatıralardan koparılmış bir tutam saç ve saç bağı vardır. Evin çekmesinden çıkardığı tabancayı da arabanın torpido gözüne koyar.
Tabanca ise yukarıdaki üç nesneye önem kazandıran, fitili ateşleyen. hayattaki birçok şeyin sebebi bir ölüm aracıdır. Filmde geçen bir diyalogda Salih Yüzbaşı “bırakın bu silah-milah işlerini” derken tam da bu yaraya parmak basmış olmalı. İstikamet, Kerim’in sevgilisi Elif’i düğününden kaçırıp Kerim’e kavuşturmaktır.
Bu istikamete giderken aslında zihnen ülkenin tam zıt yönüne gitmektedirler. İki askerin dönüp dolaşıp kendilerini çarptıkları yer güneydoğudur. Zaten Yüzbaşı Salih’in ve asteğmen Kerim’in yollarının kesiştiği yer Türkiye’nin bu bölgesidir. Muzip ve eğlenceli olan Kerim ile sıkı dost olmuşlardır. Üst ile astın dost olmasını yadırgayan anlayışa ince bir eleştiri getirirken neden dost olduklarını filmde değil ama senaryonun uyarlandığı Hakan evrensel’in aynı adlı eserinde şöyle dile getirir: “Biz Kerim ile birlikte çok hayal kurduk , ne rütbesi…”
Yol boyunca yüzbaşı Salih hesaplaşmalarını yaparken bir yandan da gördüklerine anlam verememektedir; örneğin bir günlüğüne kaldıkları otelde televizyonda dört şehit haberi verilirken insanların masalarında eğlencelerine devam etmelerini şaşkınlıkla izler…
KURGU VE OYUNCULUKLAR
Filmin yönetmenliğini “Kaybedenler Kulübü Yolda”, “7. Koğuştaki Mucize” ve “Beni Çok Sev” gibi önemli filmlere imza atan Mehmet Ada Öztekin yaptı. Senaryosunu “Nefes”,”Anadolu Kartalları” filmlerini ve “Güneydoğudan Öyküler” dizisini yazan Hakan Evrensel kaleme aldı. Evrensel, bizzat güneydoğuda görev yapmış, Askeri Kuleli Lisesini okumuş ve Kara Harp Okulundan mezun olmuş asker kökenli bir yazar, senaristtir. Zaten güneydoğuda görev yapmadan bu kadar derin bir gözlem mümkün olamazdı. Olaylara gerçekçi gözle bakan, psikolojik analizleri doğru yapan gerektiğinde eleştirmekten çekinmeyen bir kalemi olduğunu belirtmek gerekir.
Kurgunun yol üzerine kurulması isabetli olmuş; son dönemde sinemada sıkça rastladığımız bir tür; hatta bu yıl Yabancı Dilde en İyi Ödül Oscar Ödülünü alan Drive My Car da yine yolda geçen bir hesaplaşma, sorgulama hikayesidir ki içinde müthiş felsefi analizler barındır.
Oyunculuklara gelince; Yüzbaşı Salih rolünü Engin Akyürek canlandırıyor; sık sık öfke patlaması yaşayan, ani duygu değişimleri gösteren akıl sağlığı yerinde olmayan bir karakteri başarıyla oynuyor; ancak akıl sağlığını katmazsak bu karakterin bir benzerini birkaç bölüm izlediğim “Sefirin Kızı” dizisinde görmüştüm. Mimikler, hareketler hiç yabancı gelmedi. Engin’e buradan tavsiyem, kendini tekrar etme…
Asteğmen Kerim Kerimoğlu’na Tolga Sarıtaş can veriyor; beğendiğim ve seyircinin de beğeneceğini düşündüğüm bir performans sergilemiş. Kendisini kutluyorum.
Yüzbaşı Salih’in eşi Duygu’yu oynayan Belfu Benian’ın oyunculuğu biraz zayıf kalmış, yüz ifadesi ile ses tonu birbiriyle örtüşmemiş; yani sesinin yankısını yüz ifadesinde yer bulmamış dolayısıyla inandırıcılıktan uzak olmuş. Genç oyuncu yüzüyle oynamaya odaklanmalı kanımca, sinemada makbul olan budur.
Diğer yan karakterler rollerinin hakkını vererek oynamışlar.
İnsanı içini ısıtan etkileyici bölümleri yazmadan geçemeyeceğim. Öncelikle filmin başında Elif’in kınasında yöre kadınları tarafından söylenen kına türküsü doğal ve hoş olmuş.
Tarlada başakların arasında bir hayalet gibi uzaklara bakan Kerim’in görüntüsü müthişti. Tolga Sarıtaş’ı başarılı bulmamın en büyük nedeni de bu, sanki kendisi yok da hayali oynuyormuş gibi birçok sahne var.
Yine operasyon alanında, dağlarda Kerim’in zeybek oyunu oynaması. (figürleri biraz daha sert yapabilirdi, daha etkileyici olurdu)
Otel odasında Salih ile Kerim arasında geçen çorap esprisi de yine insanın içini ısıtan etkili bir sahneydi….
Özetle; içinde mizahı, eleştiriyi, psikolojiyi barındıran bir film olmuş. Burada en büyük acıyı çekenlerden şehit ve gazi yakınlarının olduğu gerçeği de göz önüne serilmiş; özellikle Salih’in eşi Duygu’nun büyük fedakarlığı gözyaşartıcıydı. Öyle kolay değil hayaletlerle ve sanrılarla yaşayan şizofrenik bir kişiyle birlikte yaşamak. Duygu’nun anne babasının kızlarının acı çekmesine nasıl katlanmak zorunda kalmalarını, bir katrenin genişleyerek dalga dalga çevresine nasıl yayıldığını görmek açısından da önemliydi.
Filmde sembollerin kullanılması da kaliteyi artıran bir başka unsur.
Kafes içindeki kekliğin Salih tarafından bırakıldığında ve özgürlüğüne kavuştuğu anda vurulması, sonrasında ölü kekliğin yine kafes içine konularak uzun süre yanında taşınması etkileyici bir metafor, bir göndermeydi…
filmin sonunun iyi bitmesi ise seyirciyi memnun ediyor; ancak gerçekte durumun böyle olmayacağının bilinmesi gerekir. Yönetmen Mehmet Ada Öztekin’in böyle sonları tercih ediyor, seyirciyi rahatlatıyor; ne ki hariçten gelen ses ve görüntülerle yaşayan şizofrenik vakalar için dünya hiçbir zaman cennete dönmüyor, hiçbir zaman diğer insanlar gibi normal olmuyor. İlaç kullanırlarsa kendilerine musallat olan görüntü ve seslere alışarak ve bunun geçici olduğunu düşünerek normale yakın bir hayat sürdürebiliyorlar ancak…
Bunun sadece travmatik bir vaka olduğunu düşünsek bile psikiyatristlere göre “zaman travmanın etkilerini tamamen ortadan kaldırmıyor”.
Keşke barut kokusunun değil portakal kokusunun yayıldığı bir dünyada yaşamak mümkün olsaydı…
İyi seyirler…
Yönetmen : Mehmet Ada Öztekin
Senaryo : Hakan Evrensel, Mehmet Ada Öztekin
Görüntü Yönetmeni : Torben Forsberg
Müzik : Toygar Işıklı
Oyuncular : Engin Akyürek, Tolga Sarıtaş, Belfu Benian, Öykü Naz Altay, Gökhan Soylu, Devrim Özder Akın, Özlem Çakar Yalçınkaya, Ebru Nil Aydın, Hasan Şahintürk, Serhan Onat
Türkiye / Dram / 118 Dk.
Hola, Merhaba. El capitán Salih no padece esquizofrenia. Lo que debe tener es un trastorno por estrés postraumático que también puede cursar con delirios, alucinaciones visuales o auditivas… Cierto que la esquizofrenia no se cura pero el TEPT sí que se cura con una buena terapia. Tanto los antidepresivos como la terapia conductual cognitiva han demostrado ser eficaces para tratar el TEPT.
Aparte de esta pequeña puntualización y de que no creo que Salih se parezca nada a Sancar, muy buenas noches.
Hola, gracias por tu comentario. Crei que eras psiquiatra. Gracias por le la información. sin embargo, ya he mencionado una situación traumática o una situación esquizofrénica. Mencione que ambos trastornos tienen cicatrices permanentes. Te deseo un buen dia.
Sehit piyade asteğmenim köycegızlı devrem burak erdi uysal. Ruhun şad mekanın cennet olsun devrem..09.2012 beytuşşebap şehidimiz..