En Sevdiğim Kumaş / Mon Tissu préféré
Suriye’nin trajedisinden bir aile dramına, aileden de bireyin melankolisine uzanan bir film “Mon Tissu préféré” Türkçesi “Tercih ettiğim Kumaş” ya da gösterimdeki adıyla “En Sevdiğim Kumaş”…
Nahla 25 yaşında bir butikte çalışan genç kızdır. Politik krizden geçen Suriye’deki hayattan bunalmıştır. Kimliğini ve özgürlüğünü arayan Nahla iki kız kardeşi ve annesiyle birlikte var olma mücadelesi verirken ruhundaki ateşin yakıcılığı bedeninde kendini gösterir, hayalindeki kahramanla bu ateşi söndürmeye çalışsa da kendini ihanete uğramış hisseder ve çıkış yolu olarak mektuplaştığı (Amerika’da yaşayan) Suriyeli Samir ile evlilik planlayarak ruhunu boğan bu ülkeden kurtulmak ister; ne ki evdeki hesap çarşıya uymaz…
Yönetmeniyle, oyuncularıyla bir kadın filmi olan “En Sevdiğim Kumaş”ta, aynı evde yaşayan dört kadının dört farklı karakteri karşımıza çıkar. Eşini kaybettikten sonra kızlarına güvenli bir gelecek sağlamak isteyen güçlü bir anne (seni hiç ağlarken görmedim anne, yalnızca bir kez babamın cenazesinde ağladın,asla hislerinden bahsetmezsin…), şairane bir ruh taşıyan ve arayış içinde olan Nahla, gelenekçi ve uysal bir ruha sahip ikinci kız kardeş Myriam ve ülke sorunlarıyla daha yakından ilgili; soran, sorgulayan; asi ve devrimci erkek karakterli küçük kızkardeş…
Samir’e gelince her ne kadar Amerika’da yaşasa da; geleneksel yapıya bağlı kalmış, kabuğu dışına çıkamamış (“Bütün hayatını bir fincanın içinde görebiliyorum Samir”) bu yüzden de öncesinde anlaştığı ve sevdiği Nahla ile değil de onun kız kardeşi Myriam ile evlenmeyi tercih eden bir karakterdir.
Bu yapı içerisinde kendini bulamayan Nahla bir başka sürprizle karşılaşır; üst kata taşınan ve genelev işleten Jiji ile tanışıklığı onu başka bir dünyaya, başka bir drama taşır. Parasını ödeyerek birkaç gün gecelediği komşunun odasında kalırken şahit olduğu şeyler de pek iç açıcı değildir. Eve gelip giden Suriyeli asker (Esat’ın askeri) lakabı Masalcı olan Line adında kızla sevişirken ona hep aynı hikayeyi anlattırır; Rüya Gören Adamın hikayesidir bu. 11 kardeşi tarafından öldürülen, babasına ve kardeşlerine boyun eğmeyen bir kızın dramıdır… Bir kız varmış, babası hiç bir şey yapmasına izin vermezmiş, sonrasında rüya gören adam gelirmiş ,kız ona seviş benimle dermiş, Tanrı kadar yakışıklı adam onunla sevişmezmiş… Asker nasıl bir travma geçirdiyse, nasıl bir aşağılık kompleksine sahipse “sevişmezmiş” sözü onun sevişmesine neden olan anahtar bir sözcük olur…
Eleştirmeniz ya, bazen anlatılmak istenen dışına da taşabiliriz Kafamız hep anlam arayışı içinde olduğu için yönetmenin mesajları dışına çıkma özgürlüğünü kendimizde görürüz. Yönetmenin bu mesajı verip vermediğinden emin değilim ama bu sahne bana Amerika’nın hep aynı masallarla ortadoğu ülkelerinin nasıl ırzına geçtiğini çağrıştırdı.
Film aynı zamanda bana Gustave Flaubert’in Madame Bovary eserindeki Emma Bovary’i ve Baudelaire’in düzyazı şiiri olan Paris Sıkıntısı’nı da çağrıştırdı ve Emma ile Nahla arasında bir karşılaştırma yapmama sebep oldu. Milletleri, ülkeleri, konumları, sosyal statüleri ve medeni durumları farklı olsa da bu iki kadının ruhlarındaki sancı aynıydı. Tekdüze hayattan sıkılmak ve arayışlara yönelmek. Aslında her ikisi de (Fransa’nın 19. yüzyılda kadın statüsünü düşününce) gelenekselliğe başkaldırıyorlar… Baudelaire’in Paris Sıkıntısı‘na gelince şehrin ruha yansıyan sıkıntısı ve esriklik hali bana bu çağrışımı yaptırdı. Filmi Şam Sıkıntısı olarak bile algıladım diyebilirim… Şam sokaklarındaki cehennemden ruhların cehennemine doğru yol aldığımıza göre….
Buram buram Fransa kokan bu filmin yönetmeni hakkında bir araştırma yapayım dedim. Gaya Jiji, hakkında Türkçe yayınlanmış kaynak bulamadım, Fransızca kaynaklardan okudum ve Fransız Kültür sanat televizyonu olan ARTE kanalında yayınlanmış bir söyleşisini izledim. Gaya Jiji; 1979’da Suriye Şam’da dünyaya gelir. Yüksek öğrenimine 1998’de Paris’te başlar ve yüksek lisansını Paris Üniversitesinde sinema üzerine yapar. Daha sonra “Mon Tissu Préféré” filminin senaryo çalışmaları için tekrar Suriye’ye gider… Röportajlarından okuduğuma göre filminde kendi yaşantısından ve yakın çevresinden esinlendiğini belirtip, Bunuel’in “Belle De Jour” (Gündüz Güzeli 1967) filminden ilham aldığını söylüyor. 40 yaşında olan Suriyeli kadın yönetmen daha önce çektiği üç kısa metrajlı filmi olan; 2011 yılında çektiği “Sabah, Öğle, Akşam” filmi ile bir çok festivallere katılıyor ve 2016 Yılında Cannes Film Festivalinde bir ödülle dönüyor…
Son uzun metrajlı Filmi de “Mon Tissu Préféré” filmi 2018 yılında yine Cannes Film Festivalinde “ Une Certain Regard” (Belirli Bir Bakış Açısı) kapsamında gösterildi.
Yönetmen yaptığı röportajlarda da Suriye’deki sivil savaştan dolayı önlerini göremeyen gençlerin gelecek umutlarını kaybettiği ve özgürlük arayışı için ülkelerini terkettiklerine dikkat çekiyor. Filmde bize bunu çok net gösteren replikler var zaten. “Zaten ölüden farkımız yok.” “Kaçıp gitmek ve bu ülkeyi özlemek istiyorum”, “ülkede korkunç şeyler olacak”…gibi…
Fransa, Almanya ve Türkiye ortak yapımı olan filminde hayali karakteri oynayan ve yıldızı parlayan bir Türk genci de var; Metin Akdülger…
Yıllar boyunca çeyimizde biriktirdiğimiz ve sakladığımız bedemize giymek istediğimiz parlak ve pürüzsüz ruh kumaşlarımız sonunda kesilip parçalanarak elimize veriliyor ve paramparça olarak rüzgarda savruluyor….