Cehennem/Inferno Tom Hanks’in yolunun Da Vinci’nin Şifresi, Melekler ve Şeytanlar filmlerinin ardından üçüncü kez yönetmen Ron Howard’la kesişmesini sağlayan bir film ve 14 Ekim Cuma günü vizyona girmeye hazırlanıyor. Genel anlamda sinemada yaşadığımızın aksine, Cehennnem dünya ülkelerinden önce Türk izleyicisiyle buluşacak.
İki Oscar’lı aktör Tom Hanks’in başrolünü oynadığı serinin önceki filmleri ‘Da Vinci Şifresi’ ve ‘Melekler ve Şeytanlar’ dünyada toplam 1 milyar 243 milyon dolar hasılat elde etmişti.
Dan Brown’un tüm dünyada fırtınalar koparan kitabı Cehennem, Ron Howard tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Tom Hanks’le beraber başrolleri Felicity Jones, Ben Foster gibi sinemanın önemli isimleri paylaşıyor.
Semboller, sanat tarihi, diller gibi konularda oldukça başarılı bir profesör olan Robert Langdon kendini Floransa’da bir hastane odasında, zihni oldukça bulanık bir halde yatarken buluyor. Yaşadığı duruma anlam veremeyen profesörün yardımına ise kendisiyle bilinci kapanıkken de ilgilenen Dr. Sienna Brooks yetişiyor. Hastane odasında yaşadığı durumu henüz algılamaya çalışan profesörümüze bir suikast düzenleniyor ve hikaye burada başlıyor. Oldukça değişik halusinatif görüntüler gören profesör o sıralarda gerçekle hayali ayırt etmeye çalışırken buluyor kendini. Tüm bunlar yaşanırken dünya nüfusunun çok hızlı bir şekilde arttığına ve bunun önüne geçilmesi gerektiğine inanan milyarder ve bio-mühendis Bertrand Zobrist dünya nüfusunu yarıya indirecek bir virüs tasarlıyor.
Dünya nüfusunun ölümlerle yarıya indirilmesinin tüm sorunların çözümü olacağına inanan milyarder, virüsü tasarlarken Dante’nin ünlü İlahi Komedya eserinin bir parçası olan Cehennem’inden esinleniyor. Profesörümüz ise kendini, bu virüsün dağılmasını önlemeye çalıştığı bir maceranın içinde buluyor. Zihninin bulanıklığı yetmiyormuş gibi bir de yaşadığı birçok şeyin kurgudan ibaret olduğuyla karşı karşıya kalıyor ve iyiyi kötüyü ayırt etmek üzere çabalarken, bir taraftan da virüsün nerede olduğunu bulması gereken bir bulmacayı çözmeye çalışıyor.
Dan Brown’un İstanbul sevgisi, çözümü İstanbul’da bulmasına sebep olur kitapta. Yazılana oldukça bağlı kalınan filmde de son sahneler İstanbul’a götürür bizi, çözüme ulaşabilmemiz adına. Yerebatan Sarnıcı’nda filmin çözümüne ulaşırız.
Birçok yerde de söylendiği üzere, Yerebatan Sarnıcı sahnelerinin iç kısımları, Budapeşte’de bir film stüdyosunda çekiliyor. Tarihi kısma zarar vermemek adına içerde çekim yapılmadığı söylense de, birçok kaynak da İstanbul’daki terör olaylarından korkulması sebebiyle İstanbul çekimlerinin bir ayağının platoya çekildiğini söylüyor. Bununla birlikte Ayasofya’nın etrafı helikopter ve drone çekimleriyle yapıldığından tüm İstanbul’un ayaklarımızın altında olduğunu söylemek yanlış olmaz. İşin kötüsü, güzel bir çekim olmasının dışında yanlış yapılaşma ve gittikçe şehri betonlaştırmış olmamız sebebiyle, o kadar tarihi mekan görüntüsünden sonra İstanbul, göze çok da keyifli gelmiyor. Türkiye’ye girildiği anda başrol oyuncularından birini başörtüyle görmemiz de ayrıca üzücü bir durum. Haber ajanslarının, televizyonların da yaptığı üzere yanlış bir izlenim çiziliyor İstanbul hakkında, bilerek ve isteyerek…
Her uyarlamada olduğu gibi film, kitapla sürekli kıyas halinde olacak gibi görünüyor. Fakat oldukça başarılı bir uyarlama olduğunu, yönetmenin kendinden de bir şeyler katarak güzel bir sentez yakaladığını düşünüyorum. Kurgusu, inandırıcılığı yetersiz kalsa da oyunculuklar ve sürükleyicilik başarılı. Güzel başlayan, aksiyonu yerinde, heyecanlandırıcı bir film olsa da, çözüm bölümündeki yetersizlik film hakkında iyi/kötüyü konuşurken şüpheye düşmemize sebep oluyor.
Görsel başarısı, oyunculuklar ve aksiyon için bile gidilip görülmesi gereken bir film olmuş. Üstelik Tom Hanks ve İstanbul bir araya geliyor diye bile görülmeye değer.