Le Grand Bain
SENKRONİZE ERKEKLER…
Fransız komedilerinin karizmatik aktörü Gilles Lellouche, tek başına yönettiği ilk film olan ‘Le Grand Bain’de müthiş bir başarıya imzasını attı. Kadın sporu olarak bilinen senkronize yüzmeye merak salan sekiz erkeğin başarı öyküsünü, film güçlü mesajlar eşliğinde anlatıyor. Aralarında bir arkadaşlık bağı olmayan, hatta birbirlerinden nefret eden sekiz erkek, depresyondan kaçmak için senkronize yüzme seanslarında bir araya geliyorlar. Sürpriz içermeyen yapısıyla, sonu kolay tahmin edilen filmin oyuncu kadrosu çok başarılı.
Ödül listesinde yer alamayarak 71. Cannes Film Festivali’nde kötü bir imtihan veren Fransız sinemasının, yarışma dışı gösterilen ”Le Grand Bain”isimli filmi, Belirli Bir Bakış bölümünde ilgi görüp seyirciler tarafından beğenildi. / Viktor Apalaçi
HAVUZDA DEPRESİF SEKİZ ERKEK
Aktör Gilles Lellouche’ın kamera arkasına geçtiği, Cannes’da yarışma dışı gösterilen ‘Le Grand Bain’de kadın sporu olarak bilinen senkronize yüzmeye merak saran sekiz erkeğin öyküsünü anlatıyor.
Özel hayatları tek kelimeyle fiyasko olan, mutluluktan uzak, depresif yaşantılarını renklendirmek için bir yüzme havuzunda bir araya gelen sekiz erkek… Disiplinli bir çalışma süreci ile kendilerini hür ve işe yarar hissettikleri bu yere bağlanan bu garip erkek grubunun öyküsünü, Lellouche güçlü mesajlar eşliğinde anlatıyor.
Bir futbol veya basket maçında yetenekli bir sporcu takımının kaderini değiştirebilir. Senkronize yüzme sporunda bireysel performansın yeri yoktur. Bütün ekibin (adı üstünde) senkronize bir mükemmeliyetçilikle başarıyı yakalaması mümkündür. Aralarından tek birinin aksaması işi berbat eder.
Aralarında bir arkadaşlık bağı olmayan, hatta birbirlerinden nefret eden sekiz erkek, aslında nefret ettikleri kendi hayatlarından kaçma savaşını senkronize yüzme seansları aracılığıyla kazanma peşindedir.
Lellouche, temposu hiç düşmeyen, ilgiyi sürekli ayakta tutabilen, güçlü bir oyuncu kadrosunun desteğini alan filmiyle, yönetmen olarak da başarılı olabileceğini kanıtlamış oldu.
Daha çok kadın sporu olarak bilinen senkronize yüzmede, eski bir yüzme şampiyonu kadın koçun nezaretinde disiplin altında çalışan erkek grubu yalnızlıklarını, başarısızlıklarını, iletişimsizliklerini unuturken, ekip ruhuna sarılarak, birbirlerine destek olarak ilk kez başarıyı yakalarlar.
Uluslararası bir yarışmada Fransız milli takımı forması altında meydan okumaları, özgürlüklerine kavuşmalarına ve hayatlarına bir anlam katmalarıyla neticelenir.
Ancak onlara motivasyon sağlayan, kendilerini başarı için yönlendiren, depresyonu aşmalarını sağlayan, yüzme hocası iki kadındır. Kadınların kendilerine tuttuğu ayada, filmin finalinde erkekler kendilerini özgüven sahibi, başarıyı yakalamış insanlar olarak göreceklerdir.
YILIN EN İYİ FRANSIZ FİLMLERİNDEN BİRİ
Fransız sinemasının bol erkek karakterli filmlerdeki başarısına katkıda bulunan ‘Le Grand Bain’, 70’li yıllarda Claude Sautet’in ‘Vincent, Paul et les Autres’unu (1974), Yves Robert’in senaryosunu Jean Loup Dabadie ile yazdığı ‘Un Elephant Ça Trompe Enormement’ını (1976) akla getiriyor.
İngilizlerin bu konudaki unutulmaz filmi ‘Anadan Doğma/Full Monty’de (1997) Peter Cattaneo, kadınlara çılgın anlar yaşatan, altı garip İngiliz’den oluşan striptiz grubunun macerasını anlatmıştı. Bu üç filmde de, ‘Le Grand Bain’in aksine, erkekler öncesinde birbirlerini çok iyi tanıyan arkadaşlardı.
Gilles Lellouche, kadın da olsak, erkek de olsak, hepimizin kusurları ve kompleksleri olduğunu, ancak toleranslı, hoş görülü, iyi niyetli bir yaklaşımla kolektif gücümüzü harekete geçirdiğimizde başarıyı yakalamanın kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
Lellouche’un iki deneyimli senaryo yazarı, Ahmed Hamidi ve Julien Lambroschini işbirliğiyle yazdığı senaryoda renkli bir erkek portreleri resmigeçidi var.
Güzel eşinin (Marina Fois) desteğine rağmen işsiz güçsüz, bir baltaya sap olamamış Bertrand (Mathieu Amalric) saplandığı depresyondan bir türlü kurtulamaz.
Dış görünüşüyle kadınların gözdesi, becerikli, iş bilir yüzme havuzu işletmecisi Marcus (Benoit Poelvoorde) iflasın eşiğinde olduğu gerçeğinden sürekli kaçmaktadır.
Fiziğiyle merhum komedyen Jacques Villeret’yi hatırlatan Thierry (Philippe Katerine) çocukluktan kurtulamayan, kimsenin ciddiye almadığı bir ergendir.
Part-time rock starlık yapan Simon (Jean-Hugues Anglade) bir loser olmanın eşiğindeki bir kantin çalışanıdır. Çocuğuna karşı otoriter bir baba olan Laurent (Guillaume Canet) kendisiyle barışık olmadığı için ailesine de mutsuzluk getirmektedir.
Düşkünler yurdundaki yaşlılara bakan siyahi John (Felix Moati) kimsenin ciddiye almadığı silik bir insandır. Erkekler grubunu tamamlayan Avanish ile Basile, suya sabuna dokunmayan, gölgede kalmayı tercih eden iki mütevazı insandır.
Filmin kadınlarına gelince… Yaşadığı aşk acısını unutmak için kendisini, bütün enerjisini harekete geçirerek işine veren, senkronize yüzme hocası, eski şampiyon, havuzların kraliçesi, güzel Delphine (Virginie Efira) ile tekerlekli sandalyesinde verdiği sert komutlarla yüzme grubunu sindiren, eli maşalı, otoriter Amanda (Leila Bekhti), sekiz erkekle başa çıkabilen, onları muma çeviren iki güçlü kadındır.
‘Le Grand Bain’, başarı öykülerinin sürpriz içermeyen yapısıyla, sonu kolay tahmin edilen bir film. Rusya’da yapılan senkronize yüzmedeki uluslararası yarışmanın Fransız takımının zaferiyle neticelendiğimi söylemek ‘spoiler’ kapsamına girmiyor.
Kazanılan madalya, belki de depresif yüzücülerimizi tüm sıkıntılardan arındıran bir ilaç olmayacak ama iyi bir pansuman yerine geçeceği şüphesiz.
Grubun en depresif elemanı Bertrand’ı canlandıran Mathieu Amalric’in sekiz yüzücü arasında bu işi en iyi becereni olduğuna şüphe yok. Çünkü tecrübeli aktörün geçmişinde yüzme sporu var. Tıpkı profesyonel su topu oyuncusu Nanni Moretti’nin bu konudaki yeteneğini ‘Kızıl Güvercin/Palombella Rosa’da (1989) kullandığı gibi.
Fransa’nın en iyi karakter oyuncuları arasında yer alan Guillaume Canet, Benoit Poelvoorde, Jean-Luc Anglade gibi oyuncuları kadrosunda barındıran filmin iki kadın oyuncusu Virginie Efira ile Leila Bekhti, erkekler arasında ezilmiyorlar.
Gilles Lellouche ile bitirecek olursak, yönetmen olarak yaptığı ilk film ‘Sıfır/Zero’nun (2003) skeçlerinden birini yönetmişti. ‘Narco’da (2004) Tristan Aurouet’nin işbirliğiyle kamera arkasına geçmişti. ‘Les İnfideles’in (2012) sekiz yönetmeninden biriydi.
‘Le Grand Bain’in bu yıl Fransız sinemasının öne çıkan filmlerinden biri olacağına şüphem yok.