Uzun Kız / Dylda
Savaş, artık geriye kalanlarla devam ediyor…
En uzun kıza, Tuba’ya…
1945 yılı dünyasını düşünmek, her anlamda zorlukları göze almak demek bir bakıma aslında. Savaş bitmiştir, ancak her savaş bitimi tüm sorunların bittiği anlamına mı gelir? Ya sızılar nasıl dinecektir? Ölenler muhakkak gitmiştir, ya kalanlara ne olacaktır? Sakat kalanlar, psikolojik travmayı atlatamayanlar olarak geriden gelenler, onların hikayeleri nasıl devam edecektir?
İkinci Dünya Savaşı yazınında hep Nazi zulmü sonrası Almanyası ve Yahudi dünyasının çektiği sorunlar haklı olarak gündeme gelir sıklıkla. Ancak ihmale gelen yönlerden birisi, dönemin Almanyası ile savaşan ülke insanının sonrasında çektiği dertleridir. 1917 Bolşevik iktidarı ile birlikte devletin yeniden kurgulanması, Rus toplumu için hiçte kolay olmamıştı. Uzun süreli iktidarıyla oligark Romanov ailesinden devralınan sorunlar, ilk sosyalizm deneyimleri, hiçte basit meseleler değildi. Özellikle 1924 yılı Lenin sonrası Sovyetinde Stalin iktidarı ile tek ülkede devrimin inşası, beraberinde birçok yeni anlayışları da beraberinde getirmişti.
Bu hep sancılı süreç olarak toplumun önüne geldi. 1939 yılı Rus-Alman ittifakının dönemin koşulları uyarınca saldırmazlık paktına dönmesi modern toplumda şaşkınlık yaratmıştı, ne var ki sonrasında faşist/komünist cephelerin çatışması, diğer güçlerin devreye girmesi, geriye çekilişin durması gereksinimi ile birlikte kaçınılmaz oldu. Sovyet ülke nüfusunun nerede ise yüzde 15’lik kısmını savaşta yitiren bir toplum için sonuç olarak travma kaçınılmazdı. Eski başkent Leningrad (St.Petersburg) bu ağrıları en çok hisseden yerlerden birisi oldu.
Yönetmen Kantemir Balagov, işte Dylda (Uzun Kız) filminde merkezine bu şehri, yani Leningrad’ı alarak savaş sonrasında toplumun iki birey özelinde yeniden inşasına ilişkin bir hikayeyi kurgulayarak, izleyicinin önüne seriyor. İki esas kahramanlı olsa da film, merceğini bunlara yoğunlaştırdığında dış etkilerden bağımsız, kurgusu birey temalı bir film olarak çıkmıyor üstelik karşımıza. Onlarla birlikte savaş sonrasının o yıkıcı etkisi, tüm çevre ile birlikte açıklıkla görülüyor.
Şehir, yıkım sonrasında yeni bir takım kuralları bireye dayatırken, iki kahramanımız uzun boylu ya da sırık İya (Viktoria Miroshnichenko) ile Masha (Vasilisa Perelygina) özelinde iki farklı hayatın beklentileri, umutları, özlemlerini sıralı olarak ekrana yansıtıyor. İya ya da bir askerin onun ismini menekşe olarak yansıttığı namla sırık, Leningrad savunmasında batarya görevlisi olarak görev yapmaktayken, savaşın bitimi ile birlikte artık hemşire olarak karşımıza geliyor. Buradaki sekanslarda savaş sonrası dehşet tüm iç derinliği ile ve yönetmenin renk tercihi yöntemiyle bize tam anlamıyla yansıyor.
Batarya’da görevli diğer arkadaşı olan Masha ise cevval bir karakter olarak savaş sonucu kendisine güvenir bir halde kendisini şehre atıyor. Ve bu andan itibaren, şehir eksenli hikaye, tıpkı Kore sendromu yaşayan Amerikan askerleri benzeri savaş sonrası psikolojisini bedensel arazlar da olmak üzere atlatmaya çalışan asker ve toplum yapısıyla, biraz da norm dışı, anomali bir arkadaşlık ilişkisi kuran karakterlerle başka bir yönden, atipik bir toplum ve birey hikayesine dönüştürüyor. İya içinde bulunduğu psikolojiye uygun bir şekilde karşımıza hep donuk bir yüz ifadesi olarak çıkıyor tüm bu hallerde.
Viktoria Miroshnichenko’nun inandırıcı oyunculuğunun filmin tüm artılarında payı var. Masha ile kurduğu dengesiz ilişki, onun otoritesine sığınması da yine filmin çoklu okumalarına alan açan yanlar. Yönetmen Balagov, filmi psikolojik unsurlara uyumlu şekilde, uzun çekimler, az diyolog, alan darlığı gibi yöntemlerle kahraman ve şehir psikolojisini beraberinde bir yaklaşımla ele alıyor. 1989 yılı doğumlu olup Aleksandr Sokurov tarzından oldukça etkilenen yönetmen Balagov, 2016 yılı yapımı “Sofichika” ile 2017 yılında çektiği “Tesnota-Yakınlık” filmleri ile adını duyurmuştu.
Ancak Rus yönetmenin en etkili filmi birçok festivalde ödülle dönen Dylda kuşkusuz. Film bu seneki Cannes film festivalinde belirli bir bakış bölümünde “En İyi Yönetmen” ve “FİPRESCİ” ödülleri ile dönerek festival jürisinden tam not almayı başarmıştı. Savaş sonrası post-travmatik hallerini birey temsili ile anlatması, karakterlerin bunlara uyumu, ötenazi ile yeniden doğan çocuğun yeni bir toplum inşası simgesi olarak ironik bir çok okumaya müsait başarılı, derinlikli ancak zorlu yapısı bulunmakla birlikte, filmin gerek uzunluğu, gerekse anlatım dili ve meselesi itibariyle seyri kolay olmayan filmlerden olduğu muhakkak, ancak yine de kayıtsız kalınacak gibi de değil kuşkusuz, ülkemizde gösterimi az eli yüzü düzgün Rus filmi olduğunu düşünürsek hele bir de…
Yönetmen : Kantemir Balagov
Senaryo : Kantemir Balagov, Alexandr Terekhov
Görüntü Yönetmeni : Kseniya Sereda
Oyuncular : Viktoria Miroshnichenko, Vasilisa Perelygina, Timofey Glazkov, Andrey Bykov, Konstantin Balakirev, Ksenia Kutepova, Igor Shirokov, Olga Dragunova
Rusya / Dram / 130 Dk.