İşin Başa Düşmesi: Sanatının Tezini Yazmak “…Kemal Sunal’ın en son düşünüleceği yer, düzenin kurumlarını temsil eden bir dedektif ya da üniformalı kimliktir. Ölmüştür orada. Dikkatle bakarsanız hantallaştığını, hareket edemediğini görürsünüz. Yıllarca Şaban olarak çökerttiği kurumlara onu geri yollayan diziler, sanki ona özür diletmek istemektedirler bu kurumlardan. Şaban’ı, o büyük anarşisti öldürme pahasına…” Bu cümleler Kemal Sunal’ın Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema Ana Bilim Radyo-Televizyon Bilim Dalı’nda “TV ve Sinema’da Kemal Sunal Güldürüsü” isimli Yüksek Lisans tezinden alınma.

Kemal Sunal, ilginç bir şekilde sinemasının neliği üzerine, geniş bir yazar düşünce skalası eşliğinde genel bakımdan Şaban karakterini ele aldı bu tezle. Dünya tarihinde çok az görülür bir durumdu bu oysa. Charlie Chaplin, üzerine yapışan Şarlo’dan, “Büyük Diktatör”, “Şehir Işıkları” gibi sinema tarihinin en önemli, nitelikli filmlerini çekmesine karşın kurtulamadı. Halen bile Chaplin deyince ilk akla gelenin Şarlo olması aslında ne de çok hazin. Benzer sıkıntıdan, hatta çok daha ötesinden Sunal da nasibini alır. Sunal, özellikle çok kanallı TV’ler döneminde, kitle popüler kültürünün önemli bir ikonu olmaya doğru seyir izlerken, bu durumun rahatsızlığını ziyadesiyle duyar. Ancak tezde dile getirilen bu düşünceler, hayatımızın doğal bir parçası haline gelen Sunal filmografisi için ne kadar doğrudur? Yani Şaban kimdir? Filmler toplumsal muhalefetin ana damarı mıdır, nasıl bir politik ağza sahiptir? Ya da en genel soru ile politik midir bu yapımlar?

Kemal Sunal fenomeni o kadar hayatımızla iç içedir ki, başka sanatçılarla asla mukayese edilmeyecek boyutta, filmleri defalarca ekrana gelmesine karşın, izlemekten kendisini alıkoyamayan geniş bir seyirci kitlesi vardır. Çizgi film izleyen çocuklar, Şaban’ın repliklerini ezbere bilmekteler. Bu günümüz için geçerlidir üstelik. Her şeyin kitle kültürü içinde remake edildiği, yeni biçim ve formlarla, postmodern bir karışımın, bulamaçın oluştuğu, çoğu kez Yeşilçam filmlerinin bir alay öğesi olarak kullanıldığı bir devirde Sunal filmleri büyük bir ilgi ve ciddiyetle takip ediliyor. Neydi bunun sırrı? Sadece tek bir yazı içerisine sıkıştırılması mümkün olmayan çok boyutlu bir sorun “Şaban”.

Kemal Sunal zaten yukarıdaki alıntı ile de bu durumu ortaya koyuyor. Şaban karakteri kendisine politik bir anlam izafe edilebilecek, yer yer anarşist/düzen yıkıcı bir kimliğe mi denk geliyor, yahut bundan ari olarak hareket veya durum komedisi içerisinde insanların o anki gülme ihtiyacının karşılığı mıydı? Bunlar, ancak Kemal Sunal’ın yaşam serüveni, kendisinin de Şaban tipinin teşhirine yönelik çabasını ve filmlerini bir bütün olarak değerlendirmeye almayı gerektiriyor. Bu nedenle ben de üç bölüm halinde hazırladığım yazımda, ilk başta ve bu yazıda Kemal Sunal’ın yaşamının önemli duraklarını ele aldım.

İkinci yazıda, yukarıda belirtilen ve Kemal Sunal’ın özellikle 90’lı yıllarda her TV kanalında gösterilip, hatta kimi zaman rakip kanalların aynı anda kendi filmlerini rating yarışına sokacak denli, Şaban filmlerine olan ilginin nedenini araştırdığı kendi tezinden hareketle Kemal Sunal’ı kendi ağzından ele alacağım. Ve son yazıda ise, hep Şaban karakteri ile hafızalara kazınan sanatçının, son dönem, başarılı sinema adamlarımızdan Şerif Gören’in yönetmenliğinde çekilen 1990 yapımı “Abuk Subuk Bir Film” eşliğinde, son filmi “Propaganda” ile de yıkmaya çalıştığı Şaban imajı sonrasında kalanı irdeleyeceğim…

ÇÖPÇÜLER KRALI

Okulun Şenlikli Vefalı’sı, Tiyatrocu ve Sonrasında Aranan Oyuncu: Kemal Sunal…Aslen 10 Kasım doğumluyum, ama Atam’ın vefat ettiği günde doğum günü kutlayamam, 11 Kasım doğum günümdür…” Tam ismi Ali Kemal Sunal olan oyuncu, 1944 yılında kasımında İstanbul’un fakir ancak kadim semtlerinden birisi olan Küçükpazar’da doğar. Varlıklı bir aileden gelmez. Malatya kökenli babası Mustafa Sunal, Migros’tan emeklidir. Kıt kanaat geçinirler. Mimar Sinan İlkokulu’nun ardından evlerine yakın Vefa Lisesi’nde orta ve lise eğitimine devam eder. Lise yıllarında arkadaşları arasında Müjdat Gezen ve gazeteci Uğur Dündar da bulunur. Ancak öğrenciliği, sanatçılığı kadar başarılı değildir, liseyi tam tamına 11 yılda tamamlar. Daha sonra vereceği röportajlarda “...bu durum benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiriyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabi…” demiştir. Ancak okulunu bu denli uzatmasında kuşkusuz öğrencilik döneminde ailesinin geçimine katkı sunmak istemesi de yatar kuşkusuz. Her bulduğu boş vakitlerde farklı alanlarda çıraklık yapar.

Lise yılları tanıklarının anlatımlarında dost canlısı, ancak derdini çok anlatmayan, fazla konuşkan olmayan bir kişilik çıkar ortaya. Annesi Saime Sunal, TRT’ye verdiği bir röportajında, oğlunun keşke o sıralarda içini kendisine dökseydi dediğini hatırlarım. Ancak tüm bunlara karşın oldukça yeteneklidir. Daha sonra Hababam Sınıfı’nda, Rıfat Ilgaz’ın o eşsiz eserinden farklı bir Şaban karakterini izleyenlere aktarmasında bu kabiliyetlerinin, okulda yaşadıklarının çokça etkisi vardır zaten. Öğretmenlerinin ve arkadaşlarının taklidini o derece başarılı yapar ki, bunlara sıklıkla şahit olan felsefe öğretmeni Belkıs Bakır bu yeteneğe kayıtsız kalamaz ve Sunal’ın bu yeteneğinin ortaya çıkması için daha önceden tanıdığı Meşfik Kenter’in yanına gönderir oyuncuyu.

KAPICILAR KRALI

Tarihin o kırılma anları, kendi özelinde Sunal için parlar artık. Kenter Tiyatrosu’nda, sahneye çıktığı her o kısa anlarda, hiçbir şey yapmasa bile, tıpkı bir “Fernandel” ya da “Max Linder” gibi sadece yüzünü göstermesi yeterlidir izleyenleri gülümsetmesi için. Sonra başka tiyatrolardan da teklifler gelir. Ulvi Uraz, Ayfer Feray Tiyatroları’nda kimi ufak rollerle çıkar. Anlaşıldığı üzere sinemadan önce tiyatroda parlar Sunal. Sonra uzun süre dost kalacağı Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile birlikte “Devekuşu Kabare Tiyatrosu”nda yer alır. Alasya 1972 yılında Ertem Eğilmez’in “Sev Kardeşim” filminde basketbol hocasını canlandırır. Filmin yönetmenini bir gün kabaredeki bir temsile çağırır. Tiyatroya gelen Ertem Eğilmez’in Münir Özkul’un da dikkat çekmesiyle genç Sunal’daki cevheri keşfetmesi uzun sürmez.

Film için aradığı oyunculardan birisi “neden bu komik adam olmasın?” der ve “Tatlı Dilim” filminde ilk sinema deneyimini yaşatır. Tıpkı tiyatro seyircisi gibi, onu sinemada gören herkes, ekrandaki bu kısa anlarda bile kahkahalarını tutamazlar. Sonrasında kendi sesini kullanmadığı “Canım Kardeşim” filmi gelir. Ama Sunal’ı asıl şöhretine ve Şaban sıfatının ömrünün sonuna kadar kendi isminden bile ön plana geçmesine neden olacak filmler olan “Hababam Sınıfı” serisi başlar. Önceki filmlerine kıyasla daha öne çıksa da, asıl olarak bundan sonra tek başına, kendi kimliği üzerinden hareketle yazılan senaryo yazımı ile birlikte bir bir film teklifleri gelmeye başlar. 1976 yılında altı filmde birden oynar. Bunlar; “Süt Kardeşler”, “Tosun Paşa”, “Sahte Kabadayı”, “Meraklı Köfteci” ve “Kapıcılar Kralı”dır. Zeki Ökten’in çektiği bu son filmdeki performansı ile 1977 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanır. Bu ödülün aslında sembolik bir önemi de vardır. Komedi oyuncuları o sıradaki Yeşilçam sistemine göre hep ikinci planda yer alan rollerdedir. İlk örnekleri Feridun Karakaya ile “Cilali İbo” ya da Sadri Alışık ile de “Turist Ömer”de görüldüğü üzere ancak tip roller ile filmlerde yer bulmuşlardır komedi oyuncuları kendilerine. Yani, Yeşilçam star sistemi gereğince, baş karakter oyunculuk ancak drama ile mümkün ve bunlar ödüle değer görülür. İşte Sunal bu ödüle layık görülmekle, genel kabul yıkılmış olur.

HABABAM SINIFI

1978 yıllarında artık birer halk kahramanı olarak hep kadrajda görüneceği ve dönemin önemli politik figürü Ecevit’ten de ilhamla “Umudumuz Şaban” olarak lanse edilecek film serileri peşi sıra gelmeye başlar. Kimisinde toplumsal eleştiri bulunsa da, anlık güldürü öğeleri, tesadüfler, absürd halleri sıklıkla barındıran filmlerde de rol almaktan kendisini alamaz. Sinema ve kitle kültürü kendisini ne kadar içine alsa da, Sunal bunun dışına çıkmayı ister görünür. Magazin gazeteciliğine yüz vermez. Oldukça mazbut bir aile yaşantısı vardır. 1972 yılında evlendiği Gül Sunal’dan 1977 ve 1984 doğumlu Ali ve Ezo isimli iki çocuğu olur. Ancak 1990’lı yılların o çok kanallı ortamında Kemal Sunal’a dizi teklifleri yağar. Öncesinde hep mesafeli dursa da, artık dayanamaz tekliflere ve 1993 yılında “Saygılar Bizden” dizisi ile bu sektöre de girer.

Kendi filmlerini sürekli yayımlayan kanallardan asla telif ücreti alamaz. Ancak diziler sayesinde maddi anlamda biraz feraha kavuşur. Sonrasında ise “Şaban Askerde”, “Bay Kamber”, “Şaban ile Şirin” dizileri gelir sırayla. Daha öncesinde sesli çekime alışkın olmayan Sunal için, bu yeni video kamera tekniği ile sesli çekimler zor gelir, adapte olmakta zorlanır. Ayrıca bu filmlerde arzu ettiği ve sanatın doğasında yer alan sanatsal yeteneğinin olgunluk dönemlerindeki dönüşüm hallerine de ulaşamaz. Ne var ki, 90’lı yıllarda “Varyemez”, “Düttürü Dünya”, “Abuk Subuk Bir Film” ve son rol aldığı “Propagandafilmi ile yeni bir kısım, bir nevi denemeler sunmaktan da kaçınmaz. Ve Bu Kez Güldürmez..

PROPAGANDA

Hayatını kaybettiği 2000 yılında bu kez Ali Özgentürk’ün “Balalayka” filmi için kendisini yeni bir teklifte bulunulur. Bu senaryoyu da çok beğenir. Seyircinin karşısına, Şaban karakterinden farklı, yeni ve özgün bir tip olarak çıkacaktır. Ne var ki, uçak korkusu vardır kendisinin. Almanya’da çektiği kimi filmlerinde, oraya araçla gitmiştir daha önce. Oğlunun ısrarla araçla gitmeleri yönündeki teklifini, korkularının üzerine gitme gerekçesi ile kabul etmez ve uçak ile gitmekte diretir.

Tarihler 3 Temmuz 2000’i gösterdiğinde uçak içerisinde yanında oğlu da bulunduğu halde, gazete okuduğu esnada bir anda başı öne eğilir. Sunal kalp krizi geçirmiştir ve akabinde de kurtarılamamıştır. 90’lı yıllarda bir kaç kez daha kendisinin öldüğüne dair haberler yayımlanmıştır. Her defasında, kameraların önüne çıkarak, haberleri yalanlayarak sevenlerine rahat nefes aldırtmıştır. Oysa bu kez böyle olmaz, haber bu defa yalanlanmaz. En verimli döneminde, tam da olgunluk döneminde, 56 yaşında hayatını kaybetmiştir. Cenazesi, tüm kesimin ortalamasını bir araya getirmiştir. Filmlerini izleyenler bu kez gülemezler, kimi filmlerinde yansıttığı o yaman toplumsal çelişkilerden daha ağır acıyı yaşatır orada bulunanlara o gün…

Devam Edecek…

Yazar : KAMURAN KAYA ortakoltuk.com

ortakoltuk.com

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz