The Irregulars filminin açılış sekansında, elinde gaz lambası tutan Jessie yer altı geçidi gibi bir yerde yürürken birden yüzüne doğru gelen dumanla yürüyüşünü karanlık iskeletlerin olduğu bir alanda devam ettirir. Bu yürüyüş sonunda korkuyla irkilir boğazını birisi tutar ve sahne burada noktalanır. Jessie yatağından çığlık atarak kalkar…
Bu açılış sekansından sonra Jessie, yanında Bea ile uyanır. Ekip olarak aynı ortamda kalıyorlardır zira paraları yoktur ancak beraber kalırlarsa kaldıkları yerin parasını ödeyebiliyorlardır.
Bea, Jessie’ye rüya gördüğünü söyleyip sakinleştirmeye çalışır. Jessie sakinleştikten sonra sahne birden sabaha kayar ve bu ikilinin birbirine hayali hediye verdikleri sekansa geçer. Bea, bu sahneden sonra dışarıya çıkar. Bu ışık geçişi ve sahne değişimiyle dizinin ve bu evde kalan ekibin diğer parçaları olan Billy ve Spike karşımıza boks maçında çıkar. Bea, onları oradan alır ve yola koyulurlar.
Jessie, gece hipnoz olmuş gibi dışarıya çıkar, tam Prens’in arabasının altında kalacağı sırada Bea ve arkadaşları önüne atlar at arabası durur. Bea ve arkadaşları henüz Jessie’nin gücünü fark edememişlerdir ve onu olayların dışında güvenli bir yerde bırakmaya çalışmaktadırlar.
Bea, annesinin gördüğü rüyalara benzer bir rüya gören Jessie’yi anlamak için annesine gider ve rahibeyle konuşur. Rahibe yanlış bağlantılar kurduğunu söyler ve Bea’nın yanından ayrılır. Bea mezarlıktan ayrılıp evine doğru hareket etmeye başladığında takip edildiğini anlar ve bıçağını çeker. Burada eski dostumuz Watson’ın olduğunu anlıyoruz takip edenin -Sherlock Holmes gerçeğinden de dizi bu noktada kopuyor. Zira, Sherlock asla ama asla doğa üstü bir şeye inanmaz, her şeyin bilim ve akıl çerçevesinde olduğunu söylerdi. Kitaplarında filmlerinde ve dizilerinde lakin bu hikayede tam tersi bir durum söz konusu-.
Watson, yoğun oldukları için bir davayı Bea ve arkadaşlarının çözmesini ister para karşılığında. Zira, Bea’ların parası yoktur. Bea’ya ”-bir süredir seni takip ediyorduk ortağımla” demesine rağmen takip ettikleri ve davayı vermek istedikleri Jessie’dir. Bunu ilk bölümün sonuna doğru anlıyoruz.
Dava, bir çocuk kaçırma davasıdır. Dava’nın tek tanığı olay yerinden kaçmıştır. Bea ve arkadaşları onu bulup konuşurlar yardımcı olmasını isterler. Bu sırada korkunç bir karga saldırısı ile karşı karşıya kalırlar. Görgü tanığı ve Bea’nın arkadaşları tek bir bilgi kırıntısı aldıktan sonra karga saldırısına uğrarlar ama bir şekilde kaçmayı başarırlar.
Görgü tanığı, kargalar tarafından öldürülür. Sonra, bu ekip bazı belgeler elde edip olayı genişletirler. Suçluyu bulmuşlardır ve onun peşindedirler artık. Lakin, suçlu çok güçlüdür ve bu sırada Jessie’nin karakter gelişimi yavaş yavaş doruğuna doğru tırmanmaktadır. Jessie, gördüğü bir rüya sonrası başka bir rüyaya son anda geçerek bir bilgi alır ve o bilgi sonrası yola çıkar. Rüyasında ona yapılması gereken ve özel olduğu söylenmiştir, o da bunu dinleyerek suçluya gider.
Dizi bu şekilde farklı suçluları yakalamak üzerinden tam 8 bölüm sürüyor. Bölüm süreleri bazen uzun geliyor ama izlettiriyor kendisini. Bunun yanında sadece suçlu yakalamak gibi bir odak noktasının dar kalıbı içerisinde de kalmıyor. Jessie’nin de kendisini tanımasını, olgunlaşmasını izliyoruz. Tabi bu hikaye biraz klasik kalıyor zira, çok kez böyle özel güçlere sahip olan bireylerin hikayesini izledik ve bu hikaye de aynı şeyi söylüyor. Bu nedenle The Irregulars, farklı-kendine özgü bir söylem yaratamıyor.
Bu açıdan baktığımızda hikayenin tamamına özgün bir hikaye olduğunu söylemek çok güç veya bugüne kadar izlediğimiz bu tarz hikayelerden çok farklı olduğunu. Sadece iki farklı konsepti tek bir pota içerisinde eritip araya daha önceden tanıdığımız ve –genel olarak- sevdiğimiz iki karakteri farklı konseptlerde atmışlar. Bu hikaye kötü demek değil hikayeyi kabul edip izlediğinizde hatta bayağı iyi bir hikaye. Sadece, bu sıralar çok fazla üretim olduğu için yeni bir şeyler söylemek yerine aynı şeylerin tekrarı yapılıyor. Bence, sanat eserleri özgün olmaya, biraz daha farklı şeyler söylemeye odaklanmalı. Yoksa bu gidişle sektör sıkışacak.
Hikaye’nin yaratıcısı Tom Bidwell, aslında yeni şeyler söylemeye özen gösteren ve bundan dolayı birçok ödül alan bir senarist. Belki de yazarken yeni şeyler anlattığını düşünüyordu bu hikaye için ama sonuç pek de öyle olmadı.
Oyuncular açısından değerlendirmek yerine Netflix’in klasiği haline gelen bir politikanın burada tekrar vurgulandığını yazmak daha doğru ve yerinde olur gibi geliyor bana.
Bildiğin(m)iz gibi Netflix ırkçılığa / ayrımcılığa olağan bir şekilde karşı bir politika güdüyor ve bunun için de her dizisinde bir LGBT+/Q karakter barındırıyor veya başrolleri koyu tenli bireylerden seçiyor. Burada da bu durum söz konusu özellikle izlediğimiz tüm Sherlock yapımlarında açık tenli olan Watson bu yapım içerisinde esmer tenli diyebileceğimiz Royce Pierreson tarafından canlandırılıyor.
Görsel olarak dizi Sherlock yapımlarından çok farklı değil. Yine koyu temalar içerisinde geçiyor sahneler. Koyu temalar baskın olduğu için karakterlerin kıyafetleri ve çekim yapılan alanlar çok önem kazanıyor. Bu noktada da yapımın gerçekten başarılı olduğunu söylemek gerek.
Benim tüm bunları göz önünde bulundurduğumda yapıma puanım 5 üzerinden 2.5
MİSAFİR YAZAR : BURAK GÖRE
Yönetmen : Joss Agnew, Johnny Allan, Weronika Tofilska
Senaryo : Tom Bidwell, Sarah Simmonds
Görüntü yönetmeni : Nick Dance, Laurens De Geyter, Tony Miller
Kurgu : Peggy Koretzky, Lois Bygrave, Mark Hermida, Adam Moss
Oyuncular : McKell David, Thaddea Graham, Jojo Macari, Harrison Osterfield, Darci Shaw, Clarke Peters, Royce Pierreson, Henry Lloyd-Hughes, Edward Hogg
ABD / Suç-Polisiye-Fantastik-Dram / 8 Bölüm (50 Dk.)