Dune : Çöl Gezegeni Bölüm İki / Dune: Part Two
üçlemenin birincisi kadar başarılı ikinci bölümü
“Dune: Part Two”, Birinci bölümün uyandırdığı umutların hepsini karşılayan, onu hem aşan hem daha ileriye götüren bir başyapıt. Bilimkurguya hak ettiği değeri başarıyla veriyor. Şimdiden sinema klasikleri arasında yer aldığının ve bu düzeyde devem ederse yüzyılın en iyi bilim kurgu filmlerinden bir olacağının kanısındayım.
Korkmamalıyım. Korku bilincin katilidir. Korku yok etmeyi var eden küçük ölümdür. Korkumla yüzleşerek üzerimden ve içimden geçmesine izin vereceğim. Gittiğinde iç gözümle yörüngesini izleyeceğim. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey kalmayacak. Sadece ben kalacağım.
Lady Jessica Atreides
Frank Herbert’in 1965’te başladığı, altı kitap yazdıktan sonra 1984’de bitiremeden öldüğü anıtsal kült roman serisi üçüncü kez sinemaya uyarlandığında, 1967 Quebec doğumlu Denis Villeneuve tarafından bir üçleme olarak çekilmeye başlanmış, serinin ilk filmi 2021’de “Dune Part One / Dune Birinci Bölüm” adıyla gösterime girmişti.
Görkemli görselliği, olağanüstü güzellikte çekimleri, müthiş ses bandı, Hans Zimmer’in muhteşem müziği, yoğun, ağırbaşlı, etkileyici ve derinlikli öyküsüyle “Dune I”, Herbert hayranlarının 60 yıllık beklentilerini fazlasıyla karşılayan, hem “blockbuster” hem “arthouse” seyircisini aynı sinema salonunda buluşturan olağanüstü bir “auteur” filmi olmuştu.
Üç yılın ardından gelen ikinci bölüm bugünlerde, bütün dünya ile aynı zamanda Türkiye’de vizyona girdi. Sonda söyleyeceğimi baştan belirteyim. “Dune Part Two / Dune İkinci Bölüm” birincisinin uyandırdığı umutların hepsini karşılayan, onu hem aşan hem daha ileriye götüren bir başyapıt.
Her iki filmi, ve büyük olasılıkla üçlemenin final bölümünü bu derece özel kılan Frank Herbert’in roman dizisinin, bir bilimkurgu romanından beklenmeyecek ölçüde derinliğe sahip oluşu. Herbert, kurmuş olduğu çapraşık evrende, insan doğası, ailevi trajediler, siyasi ve ekonomik kurumlar, liderlik olgusu, güç çatışmaları, erkek, kadın, cinsellik kavramlarına dair olağanüstü gözlemler içeren öyküsünü yoğun felsefi bir mesel olarak anlatır. Özellikle din, inanç ve inancın siyasi amaçlarla kullanılmasını, üç tek tanrılı dinin anlatıları üzerinden, üstü örtülü aforizmalar kullanarak mistik ve ezoterik açılardan da irdeler Yıllarca Ortadoğu’da gazetecilik yapmış olan yazarın muhtemelen yörenin kültürünü derinlemesine incelemiş olması sebebiyle, filmdeki eski Fremen dinine bakış açısı, İslam düşüncesine ait Mehdi ve Ahiri zaman gibi birçok kavramı da içinde barındırır.
İlk filmi kısaca anımsarsak, 10191 yılının evreninde yüce yönetici, emrindeki elit askeri güç Sardaukar tarafından korunan tüm galaksilerin İmparatoru, gezegenleri yöneten hanedanları güçlerini arttırarak kendisine isyan etmelerinden devamlı korktuğu için, aileler arasındaki rekabet ve düşmanlığı kullanarak herkese karşı ikili ve üçlü oynamaktadır.
Özel eğitimle geliştirdikleri üstün yeteneklere sahip mistik rahibelerin tarikatı Bene Gesserit, tüm taraflarla ilişkiler ve pazarlıklarla kendi oyununu oynamakta, asırlardır sürdürdüğü pasif hegemonya aracılığıyla evrenin yöneticilerini ustalıkla yönlendirmektedir. İmparator, can düşmanları Baron Harkonnen (Stellan Skarsgard) tarafından yönetilen Arrakis’in kontrolünü, Caladan gezegeninin yöneticisi Dük Leto Atreides’e verir. Yerli halkının Dune / Kumul olarak adlandırıldığı Arrakis, çorak bir çöl gezegenidir ama tüm evrende çok sayıda mucizevi etkisi olan “Spice / Baharat” adlı maddenin çıkarılabildiği tek yerdir. ““Baharat” aslında sadece yaşam süresini uzatan, zihinsel yetiyi arttıran, sanrı yaratıcı bir uyuşturucudur. Uzay yolculuğu sırasında zamanı ve uzayı bükmek zorunda olan gemi kaptanları, gereksinim duydukları çok boyutlu farkındalığa ve öngörüye ancak baharatın tetiklediği halüsinasyonlar etkisiyle ulaşabildiklerinden gezegenler arası yolculuk ancak “Baharat” sayesinde gerçekleşmektedir.
Leto görevin tuzak olmasından şüphelense de, İmparatorun verdiği görevi reddetmesi mümkün olmadığından, en iyi savaşçıları Duncan Idaho ve Gurney Halleck (Josh Brolin), hayat arkadaşı Bene Gesserit rahibesi Lady Jessica (Rebecca Ferguson) ve tek oğlu genç Paul Atreides (Timothée Cahalamet) eşliğinde Arrakis’e ulaşır. Hep kız çocuğu doğurarak tarikatı anneden kızına devreden Bene Gesserit’ten doğan, rahibelerin üstün yeteneklerine ve öngörüsüne sahip tek erkek olan, savaş sanatları ustalığına annesinden aldığı ruhsal becerileri de katan Paul, yola çıkmadan önce Bene Gesserit baş rahibelerinden Helen Mohiam’ın (Charlotte Rampling) kendine has sınavından geçmiştir.
Arrakis’te yönetimi ele aldığından kısa bir süre sonra, Baron Harkonnen gezegeni yeniden ele geçirir ve neredeyse tüm Atreides’lerle güvendikleri adamlarını katleder. Sadece Paul, hamile annesi Jesica’yla Arrakis’in çöllerine kaçar.
Arrakis / Dune ıssız gibi görünse de terk edilmiş bir gezegen değildir. Kendileri de canlıymış gibi hareket eden kum tepelerinin altında yaşayan, kum denizinde balık gibi süzülerek hareket ederken sadece insanları değil, koca bir tankeri bile yutabilecek boyları 400 m.yi bulabilen tehlikeli kum solucanlarının yuvasıdır. Yerli halkı Fremenler (fremen=free men=özgür insan), baharat hasatçılarını istilacı ve sömürgeci olarak görmektedirler.
İlk filme Herbert’in felsefi boyutunun tüm ipuçlarını ustalıkla yediren Denis Villeneuve, “Dune Part Two”da öyküsüne bıraktığı yerden devam eder, Paul ile Jessica’nın, haşin çölü vatan kabul etmiş Fremenlerin arasındaki yaşam savaşına odaklanır.
Jessica, Fremen inancının kurtarıcı Mesih kehanetini kullanarak Bene Gesserit’in planllarına uyar ve Paul’ün beklenen Mesih olduğu fikrini yaymaya başlar. Zamanla Fremenlerin ölmekte olan kutsal rahibesinin yerini aldığında etrafını inandırmakta daha da başarılı olur.
Paul, ilk gördüklerinde casus olduğunu düşünerek ciddi tepki veren yerel halka kendini yavaş yavaş kabul ettirir. Karşılaştıkları andan beri destekçisi olan iki Fremen savaşçısının, Chani (Zendaya) ve Stilgar’ın (Javier Bardem) yardımıyla Fremenleri organize ederek Harkonnen’lerin Baharat hasadını engelleme mücadelesini başlatır ve giderek bu savaşımın lideri olur.
Saldırılarında en güçlü silahları, ustalıkla kullandıkları, herhangi bir aracı anında ikiye bölebilecek lazerler değil, çöl kumlarının altında başlayan sürpriz baskınlarda eyerleyip ata biner gibi sürdükleri Shai Hulud’lardır. Herbert’in masallarda hazineleri koruyan ejderlerden esinlenerek yarattığı Shai (Şeyh?) Hulud / Kum Solucanı, Fremenlerle nerdeyse simbiyoz/ ortakyaşam hâlinde, evrenin en değerli hazinesinin, “Baharat”ın koruyucusudur.
Her iki “Dune” un Görüntü Yönetmeni Greig Fraser’in nefes kesici görselliğini bu filmde de sürdürdüğü, yine Hans Zimmer’in muhteşem müziğinin duyulduğu bu ikinci film de görsel işitsel bir şölendir. Bu benzersiz görsel işitselliğin doruğu, Paul’ün Fremenliğe kabul ritüelinin son aşamasında, ritmik ses çıkaran bir aygıtla çağırdığı dev Shai Hulud’a ilk binişinin ve onu ilk kez sürüşünün izlendiği benzersiz sekanstır.
Günümüzle bağlantılı bu felsefi, toplumsal, siyasi meseli daha da etkileyici kılan Paul’un bir yandan Mehdi’nin sadece fanatik bir inanç olduğu farkındalığı, diğer yandan özel öngörüsü sayesinde seçilmiş kişiliği kabul etmesinin tüm evrene ölüm ve yıkım getireceği bilinciyle “Seçilmiş Kişi” olmaya sürekli karşı çıkışıdır. Chani dışında hayatındaki tüm kişiler onu kaderini kabullenmeye ikna etmeye çalıştıkça, Paul gücün gerekliliğine ve getireceği yararlara inanmaya başlar.
Timothée Chalamet bu karakter dönüşümünü büyük ustalıkla yansıtır. Sadece karizmatik ve güçlü liderden, düşünceli, kafası karışık ergen arasında büyük kolaylıkla gidip gelmekle yetinmez, bir ruh hâlini yaşarken belleğinin bir katmanında diğerinin de varlığını hissettirir. Zendaya da Chani’nin ahlaki karmaşıklığını başarıyla aktardığından, ikili aşk sahneleri bile etik ve kültürel tartışmaların da yer aldığı bir derinlik kazanır.
Kusursuz oyuncu yönetiminde, çoğunu bir evvelki filmden de tanıdığımız yıldız kadrosunun ekip oyunculuğu çok etkileyicidir. Hepsi çok iyi olduğundan onlardan değil de bu kez ilk defa karşımıza çıkan iki oyuncudan mutlaka söz etmek isterim. Birincisi İmparatoru canlandıran Christopher Walken. Bir zamanların bu yakışıklı oyuncusu yaş aldıkça karakterlerine daha belirgin bir derinlik ve inandırıcılık katmasıyla bana yenilerde kaybettiğimiz büyük oyuncu Max Von Sydow’u anımsatıyor. Diğeriyse, Arrakis’e Paul’un saldırılarını durdurmak ve Freemen’leri yok etmek için getirilen, amcası Baron Vladimir Harkonnen’den bile daha kana susamış, psikopat Na-Baron Feyd-Rautha Harkonnen’i benzersiz bir yorumla canlandıran “Elvis”in yıldızı Austin Butler.
Genç oyuncuyu aynen Baz Luhrmann’ın “Elvis”te yapmış olduğu gibi çoklukla yakın çekimlerle gösteren Villeneuve, bu çekimlerle Luhrmann’ın yansıttığı karakterin karşı konulmaz sempatisinin tam tersine, Feyd-Rautha’nın tüm iğrençliğini ortaya koyar. Villeneuve, muhteşem bir siyah-beyazla çektiği kutlama döğüşü sekansında hem Feyd-Rautha’nın sapkın kişiliğini hem Harkonnen toplumunun sapkınlığını açığa çıkarır.
Sonuç olarak bilimkurguya hak ettiği değeri başarıyla veren bir uyarlamanın birincisinden de başarılı devam filmi. Şimdiden sinema klasikleri arasında yer aldığının ve bu düzeyde devem ederse yüzyılın en iyi bilim kurgu filmlerinden bir olacağının kanısındayım.
Yönetmen : Denis Villeneuve
Senaryo : Denis Villeneuve, Jon Spaihts
Görüntü Yönetmeni : Greig Fraser
Müzik : Hans Zimmer
Oyuncular : Timothée Chalamet, Zendeya, Rebecca Ferguson, Josh Brolin, Javier Bardem, Austin Butler, Dave Bautista, Christopher Walken, Florence Pugh
ABD / Bilimkurgu-Dram-Aksiyon / 166 Dk.