İstanbul Ansiklopedisi
OKUDUKÇA ÇOĞALIYOR
Tarihçi yazar Reşad Ekrem Koçu’nun ince bir kumaşı dokur gibi İstanbul’u bilgiyle ve kimliğiyle dokuduğu “İstanbul ansiklopedisi” eserinden yola çıkılarak çekilen sekiz bölümlük dizi iki kuşak kadınının bellerine günümüzün sorunları teyellenerek bol kıvrımlı bir etek yapılmış. Üç kuşak kadınlarını temsil eden; Müjde Ar, Canan Ergüder, Helin Kandemir’in şahane oyunculuğu (Müjde Ar’ın rolü kısa olsa da oyunculuğu upuzun olmuş), İstanbul’un edebi şiirsel anlatımı, dizi içinde geçen zekice diyaloglar, İstanbul tanıtımı iyi hoş kaliteli olmuş. Da biz laik kadınların içine “Bir Başkadır” dizisinde olduğu gibi yine bir kırgınlık ve kızgınlık düşürdüğünü de söylemeden geçmeyeyim.
Şu sıralar burnumda tütmeye başlayan İstanbul ince ince içimi titretirken Netflik’te yayınlanan dizinin bu özleme cevap verecek nitelikte olacağını düşündüm ve diziyi izlemeye karar verdim.
Kaliteli diziydi, izlenmeye değer. Bourg-en-Bresse’de Milli Eğitim Müdürlüğünde (İnspection) sabahtan akşama kadar süren toplantıdan çıkıp bir buçuk saat de yolculuk yaptıktan sonra o yorgunlukla dizinin büyük bölümünü akşam izledim. Fakat iki kadın üzerinden giden filmde eğitimli ve çağdaş bir kadın doktor Nesrin’in (Canan Ergüder) kocası da dahil çevresindeki kişilerden ve (tabii direkt verilmeyen ama indirekt verilen) ülke yönetiminden kaynaklanan sorunlardan dolayı kendini çaresiz ve çıkışsız biraz da zavallı acınacak halde gösterilmesi beni yine rahatsız etti. “Yine tahsilli kadınları değersizleştirme mi söz konusu” diye düşündüm. Diğer taraftan 20 yaşında üniversite eğitimi için İstanbul’a gelen Zehra’nın (Helin Kandemir) modern çevrenin bakışından rahatsızlık duyup normalde başı kapalıyken İstanbul’da başını açmak zorunda hissetmesi üzerinden bir mağduriyet durumu yaratılması da rahatsız etti…
BIRAKIN BU BAŞÖRTÜ MAĞDURİYETİNİ ARTIK!
Bitmedi gitti bu mağduriyet edebiyatı. Sinemalarda, dizilerde başörtü başrollere konulmasın artık. Kimsenin kimin başörtülü kimin başörtüsüz olduğuna baktığı yok. Buralardan sanat üretilmesin boşuna. Başörtülü kadınlar ne mağduriyet yaşamışlar sorarım sizlere? Cezaevlerine girip tutuklu mu kalmışlar, işkence mi görmüşler, özgürlük için bedel mi ödemişler? Neymiş çağdaş kadınlar onlara dışlayarak bakıyorlarmış. Ah canımm ne acıtıcı! Oysa laik, devrimci kadınlar bütün baskıları yıllarca yaşadı, yaşıyor, özgürlük mücadelesini onlar veriyor; dayak yiyor, tacize uğruyor, cezaevlerine giriyor yine de mağduriyet edebiyatı yapmıyor; dimdik ayakta duruyorlar. Başörtüsü zihniyeti hayata tam anlamıyla hakim olduğunda başı açık kadınları bir kaşık suda boğacaklarını hepimiz biliyoruz. Kadına dünyayı zindan ederler. Bu yüzden biz asıl laik kadınların önündeki toplumsal sorunlara bakalım, onların dertlerini anlatalım.
Fransa’da henüz dün şahit olduğum bir durumu bu vesileyle paylaşayım. Fransa demokratik laik bir ülke. Özellikle son yıllarda laiklik hassasiyeti çok yükseldi. Biz yabancı öğretmenlere de bunu devamlı hatırlatmaktan geri durmuyorlar. Bourg-en Bresse’de yaptığımız inspection akademi toplantısını bu yüzden yazma gereği duydum işte. Fransız yetkililer sabah üç saatlik toplantı dilimini tamamıyla laiklikle ilgili konuya ayırdılar. “Velinin ve öğrencinin dini istekleri olduğunda ne cevap verirsiniz?” gibi çeşitli sorulara verilecek cevapların ne olması gerektiği konusunda ilgili yasaları göstererek söylem geliştirdiler. Ve şöyle bir soru sordular : “Okullarda değil de bizim yaptığımız şu andaki toplantıda üzerinize dini semboller taşıyan kıyafetler giymek doğru mu?” Ben : “Burada resmi bir toplantı yapılıyor, ilgili yasalarınıza göre elbette doğru değildir” cevabını verdim. Ve tam da o cevabı verdiğim anda karşı masada Faslı ya da Cezayirli bir kadın öğretmenin başının kapalı olduğunu farkettim. Fransızlar direkt olmasa da anlaşılan dolaylı olarak kadın öğretmenin ince bir şekilde başını açması gerektiğini söylemiş olduklarını işte o anda anladım…
Demokrasisi son derece gelişmiş bir ülkenin bu yasaları var diye demokrat olmadıklarını mı söyleyeceğiz şimdi. Demokrasinin evrensel ilkeleri resmi yerlere başörtüsü ile girilmesine izin vermiyor. Bugün kendileri için demokrasi diyenler yarın benim saçlarım açık dolaşmama izin verecekler mi? Söylemeye gerek bile yok çevremizdeki ülkelerde yaşananları biliyoruz. Onlar ki en küçük fırsatta kendi zihniyetlerini ve yaşam tarzlarını dünyanın en demorakratik ülkelerine bile dayatırlar. Fransızlar bundan korkuyor işte…Biz laik kadınlar da bundan korkuyoruz. O yüzden dışlanmışlık psikolojisi üzerinden dizi ya da film yapılacaksa asıl bizim bu korkularımız üzerine dizi yapılsın…
Evet şimdi anladınız mı doktor Nesrin neden Fransa’ya gelmek istiyor? Tabii Fransa’nın kendi demokrasisini inşa etmek için sömürgecilik yaptığını unutmuş değiliz ama en azından kendi vatandaşlarına düşünsel refah sağlıyor. Bu arada Canan Ergüder ve Fransız hocası düzgün Fransızca konuşuyorlardı Belli ki dili biliyorlar. Yalnız Nesrin’in girdiği dil sınavı sadece Fransızca sohbet edilerek alınmıyor. DELF B2 almış biri olarak çok katmanlı bir sınav olduğunu belirtmeliyim. Karşılıklı Fransızca sohbet sınavın sadece bir aşaması.
Dizi, ülkemizde yaşanan sorunlara vurgu yapıyor. Özellikle üniversite kazanmış öğrencilerin barınma sorununa değinirken tarikatların kucağına düşme tehlikesini göz ardı etmiyor; hatta Zehra bu ortama yakın bir evde kalmak zorunda hissediyor kendini. Dini düşüncelerin dayatmaya çalışan bir kız öğrencinin Zehra’yı fark ederek onu kafalaması da masum olmadığını göstergesi. Yine de başörtülü kızın dizide laik kadınlara göre daha huzurlu, tutarlı ve iyi gösterilmiş olmasından incindim. Tıpkı “Bir Başkadır” dizisinde olduğu gibi çağdaş kadın sorunlu, arızalı (Nesrin ve kız kardeşi gibi) hatta ahlaksız gösterilmiş. Herkes “Bir Başkadır”ı göklere çıkarmıştı, o diziye de sağlam bir karşı eleştiri yazdığımı hatırlıyorum. “İstanbul Ansiklopedisi” nispeten biraz eğitimli kadınlara daha insaflı davranmış olsa da özü itibariyle ben olumsuz mesajlar aldım.
Zehra’ya gelince iki arada bir derede. Kişiliği bir yönüyle çok sağlam, diğer yönüyle zayıf. Güçlü, gururlu, özgüvenli görünüyor ama kişiliğini tam oturmamış, kendini arayan bir genç. “Ne Nesrin ne annem gibi olacağım” derken annesine daha yakın durduğunu gözlemliyoruz. Annesinin yanına gittikten sonra başını yeniden örtme çabalarını kalıplarden kurtulmanın kolay olmayacağını anlatmak istiyor…
DÜNYADA HER ŞEY YARIM MI YALAN MI!
Dizinin mesajlarından biriydi. Dünyada her şey yarım kalır. Dünya elbette yalan değil, yaşadıklarımız da yalan değil. Bu, var olma ile yok olma arasındaki bir masal sadece… İstanbul’u özlemiş biri olarak dizide en sevdiğim bölümler İstanbul’un edebi ve şiirsel bir dile anlatılmasaydı. Tabii Pelin Batu hocanın öğrencilerine İstanbul’u kendi gözlerinden anlattırması tam onun gerçek kişiliğine yaraşır bir tutumdu.
Tarihçi yazar Ekrem Koçu’nun eserini en kısa zamanda okuyacağım. Anlaşılan o ki ruhunu ve büyük emeğini vermiş esere… Emek Sinemasına gönderme hoş olmuştu, hatta ailesine karşı büyük emekçi olan doktor Nesrin ile özdeşleştirildiğini düşündürdü bana. Helin Kandemir çocuk oyuncu olarak “Kız Kardeşler” filminde oynamıştı ve İstanbul Film Festivalinde En İyi Kadın ödülünü almıştı. Dizide “Kız Kardeşler”e de gönderme yapılmış “Üç Kız Kardeş” romanı ile hatırlatılmış.
Gözyaşlarıyla yazılan hikayeleri çok tutmuyorum. Hep bir ağlamaklı hal hep bir çıkışsızlık hali beni boğuyor. Tamam insanlar büyük sorunlar yaşayabilir, büyük acılar da yaşayabilir ama bunu abartı yapmadan, hayatın normal seyri içinde anlatmak bana daha cazip geliyor ki yabancı film ve dizilerde genelde bu şekilde anlatılıyor…. Madem kadınların hikayesi anlatılıyor Buket Uzuner’in hayatımıza deyim olarak kattığı “Kız neşesi” ni görmek istedim ve kısa da olsa dizinin sonuna doğru kız neşesini gördüm, mutlu oldum…
Müjde Ar’ın dönüşü müthiş olmuş, oyunculuğunun doruk noktasında olduğunu göstermek açısından sevdiğim bölümlerden biriydi. Onu başka kaliteli filmlerde de görmek isteriz. Başlangıçtaki Zehra’nın bavulunun üstündeki fener ve kuş resimlerinin de sembol olarak kullanılması; bize ışığı, özgürlüğü, barışı çağrıştırdığını ve dizinin ilerleyen bölümlerinde buna vurgu yapılması hoştu…
Güzel bir film olan “Tereddüt Çizgisi”nin yaratıcısı Selman Nacar genç bir yönetmen olarak gençleri bizden daha iyi anlayabilir, daha iyi tahlil yapabilir ama dizide belirttiğim hassasiyetlere bizim de gözümüzden bakmasını isterim… Dizide diyor ya “Çalınan gençliğimize gelsin”, O gençliği yukarıda bahsettiğim zihniyet çaldı işte..
Eleştirel seyirler…
Yönetmen / Senaryo : Selman Nacar
Görüntü Yönetmeni : Barış Aygen
Müzik : Avi Medina
Oyuncular : Canan Ergüder, Helin Kandemir, Müjde Ar, Tolga Tekin, Nezaket Erden, Kaan Miraç Sezen, Grégory Montel
Türkiye / Dram / 8 Bölüm 50 Dk.