Savaş Üstüne Savaş / One Battle After Another

Ürkünç ve gülünç dercede komik bir başyapıt

Müthiş başarılı bir aksiyon filmi olarak gelişen, karakterlerini derinlikli ve sevecen biçemde inandırıcı kılan keyifli ve insancıl bir öykü anlatırken, Meksika-ABD sınırında göçmenlere reva görülenlere, Göçmenlik ve Gümrük Uygulamasının (Immigration and Customs Enforcement) sinsice ve ikiyüzlülükle normalleştirilmiş eylemlerine, Amerikanin yönetim kademelerinin gizemli Faşizanlaşmasına ve Vichy dönemini anımsatan zehirli Trump coşkusuna ciddiyetle ışık tutan çok önemli bir başyapıt.

OrtaKoltuk Puanı:

 

1970 Los Angeles doğumlu Paul Thomas Anderson, Amerikalı yazar yönetmen kuşağının en özgün anlatıcılarından, en önde gelen yaratıcılarından biri. Hem Cannes’da Altın Palmiye, hem Venedik’te Gümüş Aslan ödüllerini En İyi Yönetmen dalında almış olan tek sinemacı. “Boogie Nights” (1997), “Magnolia” (1999) ve “Punch-Drunk Love” (2002) ile eleştirmenlerin ve seyircilerin büyük beğenisini kazanmış olan Anderson’un beşinci filmi “There Will Be Blood” (2007), sadece 21. yüzyılın değil, tüm zamanaların en iyi filmlerinden biri olarak görülüyor.

Genelde umutsuz karakterleri, işlevsiz ailelerin sorunlarını inceleyen, yalnızlık, yabancılaşma, kefaret ödeme gibi konuları büyük zarafetle ele alan Anderson’un yaratısının ana odağında tüm gücü ve güçsüzlüğüyle Amerikan toplumu yer alır. Bu bağlamda “Savaş Üzerine Savaş” benzer temaları işleyen Thomas Pynchon’un “Inherent Vice” (2014) romanından sonra aynı yazardan uyarladığı ikinci uyarlamadır. Anderson, 1960’lardan kalma bir köktendincinin 20 yıl sonra yaşadıklarına odaklanan 1990 tarihli “Vineland” romanının konusundan çok az esinlenmiş, yepyeni karakterler yaratarak öyküyü günümüze getirmiş, ancak Pynchon’un özünü, ruhunu korumayı başarmıştır. Henüz komplo teorileri popüler değilken, devlet yönetiminin içine yerleşmiş hain örgütlerle kafa bulan Pynchon gibi Anderson da, ölümcül derecede ciddi ve amansızca gülünç bir incelikle, aralarında yöneticilerin ve varlıklı iş adamlarının bulunduğu, beyaz ve Hıristiyan olmayan her türlü “öteki”ye karşı, ırkçı ve beyaz üstünlükçü bir yeraltı örgütü yaratmıştır.

60’ların yıkıcılığının tartışmalı sonuçlarını 80’lerin Reagan Amerikasında hayal eden Pynchon’unkine benzer bir zamansal aralığı, Obama dönemininin sonlarıyla faşizan Trump çılgınlığının arasına taşıyarak, Amerikan siyasetinin paranoyasını çılgın, gülünç ve absürt bir karşı direnişe dönüştürmüş.

Anlaşmazlıkların yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğu günümüzde geçen “Savaş Üzerine Savaş”, son derece politik temalarına karşın Anderson’ın kendine özgü tarzı sayesinde siyasi bir polemikten uzak kalmayı başarıyor. Tam tersine, tüm karakterlerini seven ve önemseyen Anderson, kimi zaman hınzırlaşan eleştiri dolu mizahına rağmen öyküye, derinlemesine hümanist ve insancıl bir ton kazandırıyır.

Aksiyon sinemasının tüm ögelerini ustaca kullanan “Savaş Üzerine Savaş”, French 75 adlı kurmaca bir devrimci örgütün ABD-Meksika sınırında kaçak göçmenlerin tutulduğu merkeze, gözaltındakileri kurtarma amaçlı harekâtıyla başlıyor. Klasik aksiyon filmlerinin doruklarının temposundaki bu başlangıcın ardından giderek ivme kazanan film 162 dakika boyunca dur durak bilmeden devam ederek kendini soluk soluğa izletiyır. Örgütün güçlü kadın lideri Perfidia Beverly Hills (Teyana Taylor), merkez komutanı Albay Steven J. Lockjaw’ı (Sean Penn) yakalıyor ve serbest bırakmadan önce cinsel açıdan aşağılıyor. Bu karşılaşma onu karaderili olduğu için çekici bulan ırkçı albayda Perfidia’ya karşı psikoseksüel bir takıntı oluşturuyor. Doğuştan lider Perfidia askeri harekâtları kontrol etmek ve yönlendirmek için Lockjaw ’ın takıntısını ustalıkla kullanıyor. Kadını ve sevgilisi Bob Ferguson’u (Leonardo DiCaprio) sinsice izleyen Lockjaw, Perfidia yakalandığında onu zorbalık ve şantajla muhbirliğe zorluyor. (İsimlere dikkat lütfen : Sean Penn’in olağanüstü dercede inandırıcı sapığının soyadı Lockjaw kilitli çene demek, Adı İspanyolca’da hıyanet/hainlik anlamına gelen Perfidia’ya gelince onun bütün örgütü satması doğaldır tabii ki!). Çok geçmeden Bob’u ve yeni doğmuş kızı Willa’yı terk eden Perfidia ortadan kayboluyor.

Öykü 16 yıl sonrasına Bob’un minik evine atladığında film asıl gücünü kazanır. Son yıllarda hep ciddi karakterler canlandırmış olan Di Caprio bu kez müthiş komedi yeteneğini açığa çıkarır. Kendini içkiyle cıgaraya teslim etmiş, kafayı bulmuşken televizyonda “Cezayir Savaşı”nı izleyen Bob’un düzensiz ve şapşal davranışını sağlam bir güldürü anlayışıyla yansıtırken, Bob’un 16 yaşına gelmiş, annesi gibi güçlü yeni yetme kızıWilla’ya (Chase Infiniti) sınırsız sevgisini bir iki dokunuşla ustaca hissettirir.

Huzura kavuştuklarını sandığı bir anda ikiliyi takıntılı şekilde arayan Lockjaw yerlerini keşfederek görünürde kaçak göçmenlerle bağlantılı, ancak özellikle Willa’yı ele geçirme amaçlı baskınlar başlatır.

Willa’nın artık yeraltına inmiş eski radikal arkadaşları tarafından korunmaya alınması ve Bob’un hem Lockjaw’dan kaçma hem kızını bulabilme çabaları trajik ile komiğin büyük başarıyla iç içe geçtiği bir tonlamayla aktarılır.

Eski French 75 üyeleriyle sadece kendi telefonuyla irtibat kurabilen, şarjı biten, örgütün zamanında koyduğı parolaları bir türlü hatırlayamayan Bob’un üzerinde robdöşambrı, kızının karate hocası Sensei’den (Benicio del Toro) yardım istemesiyle gelişen sekansler, Di Caprio’nun güldürü yeteneğinin en başrılı bölümleridir. Kaslarını bükerek, dişlerini gıcırdatarak, hırıltılı konuşarak gerçek ile karikatür arası bir kişilik yaratarak, ustalıkla güç elde etmek için her şeyi yapabilecek ürkünç ve gülünç bir karakter çizen Penn ise, edindiği o benzersiz yürüyüşüyle bile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ın kapabilir.

VistaVision tekniğiyle çekildiğinden hem İMAX hem Sinemaskop ekranlarda etkili olarak izlenebilcek filmde Görüntü Yönetmeni Michael Bauman’ın hareketi gerilimi arttırmak için çekilmiş görüntülerini ve Jonny Greenwood’un olağanüstü müziğini unutmayalım.

Sonuç olarak, müthiş başarılı bir aksiyon filmi olarak gelişen, karakterlerini derinlikli ve sevecen biçemde inandırıcı kılan keyifli ve insancıl bir öykü anlatırken, Meksika-ABD sınırında göçmenlere reva görülenlere, Göçmenlik ve Gümrük Uygulamasının (Immigration and Customs Enforcement) sinsice ve ikiyüzlülükle normalleştirilmiş eylemlerine, Amerikanin yönetim kademelerinin gizemli Faşizanlaşmasına ve Vichy dönemini anımsatan zehirli Trump coşkusuna ciddiyetle ışık tutan çok önemli bir başyapıt.

Yönetmen / Senaryo : Paul Thomas Anderson

Görüntü Yönetmen, : Michael Bauman

Kurgu : Andy Jurgensen

Müzik : Jonny Greenwood

Oyuncular : Leonardo DiCaprio, Benicio Del Toro, Sean Penn, Teyana Taylor, Regina Hall, Chase İnfiniti, Alana Haim, Paul Grimstad, Wood Harris, April Grace, Jim Anderson

ABD / Aksiyon-Suç-Komedi-Dram / 170 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz