40. İKSV ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ

Geçen yıl bir iki canlı gösterim dışında neredeyse münhasıran çevrimiçi yapılmış olan İKSV Uluslararası Film Festivali 40’ıncı yılında yine online olarak başlamış, ancak aşılanma sürecinde kaydedilen ilerlemeler sayesinde kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılmasıyla Uluslararası Yarışma’yla aynı dönemde programda olan filmlerin gösterimlerini kısmen çevrimiçinde kısmen de sinemalarda canlı olarak yapabilmişti. Yazın getirdiği Açıkhava gösterimi olasılığı, Ulusal Yarışma’yı, tabii ki maske, mesafe ve temizlik kurallarına uymayı sürdürerek, yıllardır yapmaya alıştığımız ve de eksikliğini hep hissetmiş olduğumuz toplumsal bir ritüel olarak, diğer sinemaseverlerle birlikte izleme olanağı yarattı.

Böylece, Ulusal Yarışma’yı Uniq İstanbul’un Açıkhava mekânında neredeyse iki yıla yakındır kimini hiç göremediğimiz eski dostlarımızla birlikte seyretmeyi ne kadar çok özlediğimizi, arkadaşlığın ne kadar önemli ve değerli olduğunu yeniden keşfettik.

Filmlere gelirsek, özellikle özlem gidermenin öne geçtiği ilk iki günün, sinemasal açıdan pek de doyurucu olduğunu söyleyemem.

ULUSAL YARIŞMA 1

“Av”
Yönetmen Emre Akay’ın senaryosunu Deniz Cuylan ile birlikte yazarak yönettiği “Av”, 2020’de Birmingham Cine Excess Film Festivali’nde en iyi film seçilmiş, İngiliz film eleştirmenlerince epey de beğenilmiş bir film.

Aslında özenle çekilmiş, (Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer), özellikle ilk kez beyaz perdede izlediğimiz Billur Melis Koç başta olmak üzere çok da iyi oynanmış bir film. Genelde Türkiye’yi Üçüncü Dünya Ülkesi olarak görmeyi pek seven Batılıların ve özellikle bazı Anglo-Sakson eleştirmenlerinin “namus cinayeti” konusunun üzerine mal bulmuş mağribi gibi atılarak filmi göklere çıkarması, henüz meslek hayatının başlarında bir sinemacıya getirebileceği uluslararası prestij düşünüldüğünde tabii ki beni epey mutlu etti. Etti de, ne yazık ki filmin son yıllarda izlediğim en kötü iş olduğu izlenimini silmeye yetmedi.

Konuyu kısaca özetlersek, film terk edilmiş bir mekânda tutkuyla sevişen bir çifti görüntüleyerek başlar. Bir ses duyar gibi olan erkek işkillenince, sonradan adının Ayşe (Billur Melis Koç) olduğunu öğreneceğimiz kadının hevesi kaçar ve sevişmeyi yarıda bırakıp duşa girer. Bu tatsızlık aslında hayatını kurtarır, iki polis evi basıp adamı öldürdüklerinde, yaralı ve yarı çıplak da olsa kaçma fırsatını bulur. Ailesinin çiftlik evine gizlice girer, para çalıp babasının arabasına el koyarak büyük şehrin anonim koruyuculuğunun peşinde İstanbul’a doğru yola çıkar. Peşinde sevgilisini öldürmüş olan polis Sedat (Ahmet Rıfat Şungar) ve yanına aldığı üç kişi vardır. Belirsiz bir Anadolu kentinde başlayan ve giderek ıssızlaşan vahşi bir doğaya uzanan bu kovalamaca, Ayşe’nin kocası Sedat ve kardeşi Ömer’in oluşturduğu dörtlü tarafından, “aile namusunu temizlemek” amacıyla öldürüleceği bir “Av”a şiddet ve vahşetin gırla gittiği bol kanlı bir aksiyon filmine dönüşür. Ancak bu kez, kendisini bir hayvan gibi avlamak için peşinden gelen güruhu zekâsı ve cesaretiyle teker teker avlayan avcı Ayşe’dir.

Seks, şiddet, töre sarmalında bir öykü anlatırken, seyircinin gözüne sokarcasına, kadının erkeğinin malı olduğu, sözünden çıktığında cezalandırılması gerektiği, hele hele aldattığında katli vacip olduğu anlayışı eleştirilerek başarılı bir film yapılabilir mi? diye sorarsanız, bunun çok iyi bir senaryo ile mümkün olabileceğini söyleyebilirim. Ne yazık ki Emre Akay’la Deniz Cuylan’ın senaryosu bunu başarabilecek düzeye yaklaşabilmiş bile değil. Öncelikle filimin tüm kişileri derinliksiz, iki de değil tek boyutlu olarak çizilmiş, şematik karakterler. Öyküye gelince ellerinde ancak kısa ya da orta metraj olabilecek dallanıp budaklandıkça kendini tekrarlayan bir konu var. Film bir türlü bitmek bilmiyor, her olay kapandığında bir yenisi başlıyor, 87 dakika süreli film 870 dakikaymış izlenimi bırakıyor. “Av”, “bu filmi bitiremeyecek” diye düşünen seyirciyi haklı çıkararak, aynen tahmin ettiği gibi bitemiyor orta yerde kalıveriyor.

Olayların gelişiminde çok sayıda mantık hatası da var. Örneğin, polisin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını tabii ki biliyoruz ama, Sedat’ın karısının sevgilisini öldürmesini diğer polisin normal karşılaması, “namus” uğruna bir grup insanın kanlı katile dönüşmesinin sıradan bir olay gibi algılanması, çığırından çıkan Sedat’ın Ömer’i öldürmesini diğerlerinin nerdeyse hiç önemsememesi, hele hele asıl sorumlu ortadan kalktıktan sonra yardımcısının takıntılı bir avcıya dönüşmesi bana çok fazla geliyor. Emin olun, film eğitmenlik yaptığım yıllarda elime geçmiş olaydı, “senaryo yazarken yapılmaması gereken hatalar” konusunda ders olarak izletirdim.

Oyuncu yönetiminin başarılı olduğunu belirtmiştim ama, kanımca orada da bir casting sorunu var. Ayşe ve tüm yan rolleri üstlene oyunculara itirazım yok ama, Sedat karakteri için Ahmet Rıfat Şungar, bence yanlış bir seçim. İlk kez 13 yıl önce “Üç Maymun”daki nefes kesici İsmail yorumu ile keşfettiğimiz Rıfat, o gün bugündür kuşağının en iyilerinden biri olduğunu, hem sinemada, hem tiyatroda hem televizyon dizilerinde defalarca kanıtlamış bir oyuncu. Sedat’ı canlandırırken karakterin yüzeyselliğine bir miktar derinlik katmayı bile başarıyor. Filmin en ve de tek güzel sahnesinde, Ömer’in karısına sahip çıkamadığını söylemesi üzerine çıldırırcasına hırslanarak adamı boğmasını müthiş etkileyici şekilde yansıtıyor. Ama Rıfat, Her tanıyanın çok sevdiği, içinin iyiliği yüzüne vurmuş bir güzel insandır. Tanısa da, tanımasa da, kimse onda Sedat’taki kötücüllüğün olabileceğine inanmaz.

İyi ya da kötü, hiçbir filmi yarda bırakmayan biri olarak, Rıfat’ın filmin bitmesine yarım saat kala çekip gidebilmesini ayrıca çok da kıskandığımı belirteyim.

Sonuç aslında bildiğimiz bir gerçek. Kötü senaryo ile iyi film olmuyor! Aşağıdaki yıldızları da görüntülerin ve oyuncuların hatırına veriyorum.

Yönetmen : Emre Akay

Senaryo : Emre Akay, Deniz Cuylan

Görüntü Yönetmeni : Barış Özbiçer

Kurgu : Taner Sarf, Emre Akay

Müzik : Deniz Cuylan, Brian Bender

Oyuncular : Billur Melis Koç, Ahmet Rıfat Şungar, Baki Rıdvan Kaymaz, Yağız Can Konyalı, Yılmaz Adam Bayraktar

Türkiye / Gerilim-Suç-Dram / 87 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

8 YORUMLAR

  1. Fikrinizle, hissiyatınızla ilgili hiçbir derdim yok, filmi beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı. Ancak yazınız o kadar çok maddi hata ile dolu ki, ciddiye bile alamadım, hatta filmi izlediğinizden bile bir ara şüphe duydum açıkçası. Özellikle bir “akademisyene” hiç yakıştıramadığım bu özensiz, itinasız, yalapşap tavır ve sergilediğiniz oldukça eski kafalı yaklaşım ülkenin en büyük sorunlarından ve sinemamızın önündeki en büyük engellerden biri diye düşünüyorum. Kader sizden senaryo dersi almış öğrencilere yardımcı olsun.

    • Ben bu filmi çok beğendim. Karakter derinlikleri de bence tam olarak yansıtılmış, her karakter güzel betimlenmiş. Daha ne olacaktı ki?? 87 dakikanın nasıl geçtiğini anlamadım Eğer Hollywood filmi olsa yarım saat methiye düzerlerdi. Tempo ve gerilim bir an düşmedi ve ayrıca sinemamızda ilk kez bu tür denendi diyebilirim. Ayşe karakteri başta olmak üzere , oyunculuklar çok iyiydi. Sedat karakteri ise oyunculuk iyiydi ama o role daha başka bir oyuncu daha uygun olabilirdi. Çekimler, mekanlar ve sinema tekniği çok iyi. Elinize sağlık.

    • Bizim ortakoltuk olarak filmin notunda düşürme yapma gibi bir şansımız yok. Filmin eleştirisini yazan Erdoğan Mitrani siteye konulduğu gün ne not vermişse o. Çalışmalarınızda başarılar dileriz. sevgiler.

  2. Sinema icat olduğundan beri en büyük iki sorunu herkesin her filmi izleme sevdası ve herkesin yapılan işlerde fikir sahibi / bilir kişi olma sevdası olmuştur.

    Tarih bize göstermiştir li eşleştirmenler bugün kült dediğimiz pek çok filmi, oyuncuyu ve yönetmeni ıskalamış, yok satmış ve daha sonra halk tarafından karşılıkları olduğunu görünce bağırlarına basmışlardır.

    Konuya dönecek olursak, yazıyı yazan zati muhterem filmi anlamamış bile, muhtemelen pcde soliter oynarken arka planda falan açıp izlemiş ama sinemada izledim diye sallamış.

    Yada sinemada izlerken sürekli facebookta durum güncellenmiş.

    Sanatı ağzına kaşık ile versen alerjik reaksiyon gösterip kusacak bir milleten bu kadar çok sanat eleştirmeni çıkması bile çok ironik.

    Türkiye’de her 1 sinema emekçisi başına 5 eleştirmen düşüyor.

    • Yusuf bey, beğenmediğiniz eleştirmen 80’li yaşları aşmış Siyad ve Uluslararası film eleştirmenleri derneklerinin saygın bir üyesidir. Bu iki saygın kuruma bildiğiniz üzere elini sallayanı almıyorlar ve üyelikler sadece 99 kişi ile sınırlı tutuluyor. Ayrıca, yurt içi ve yurt dışında yapılan birçok festivalde jüri üyeliği yapmış olan yazarı insanlar, sinema üzerine verdiği konferansları dinlemek için Biletix’den bilet alarak izlemeye gidiyorlar.
      Sözün özü ; Yazar, bu filmi festivalde izlemiş ve beğenmemiştir. Bu kendisinin en doğal hakkıdır. Herkes her filmi beğenecek diye birşey yok. Siz beğenmişsiniz, bizde size saygı duyarız. Sevgiler.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz