Başlangıçlar

20’Lİ YAŞLARDA iSTANBUL’UN ZORLUKLARI İLE YÜZLEŞMEK

Başlangıçlar”, kayıp-yas, aile dinamikleri, yaşam alanı seçimleri, kariyer dalgalanmaları ve romantik ilişkiler gibi birçok konuyu sırtında rahatlıkla taşıyabilen, hikaye bütünselliğine zeval getirmeyen, kameraya oldukça yakışan ve rolünün hakkını fazlasıyla veren başrol oyuncusu ile göz dolduran ve bir dramı dramatize etmeden perdeye yansıtan filmlerden biri olmuş. Naif tonuyla sıkmıyor ve bu tonun bir parçası olmak için izleyicisini çağırıyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Hikayesi

Yönetmenliği Ozan Yoleri, senaristliği ise Ozan Yoleri ile Aysın Kadirbeyoğlu tarafından üstlenilen, ülkemizdeki ilk gösterimi 43. İstanbul Film Festivali’nde yapılan ve “Aylin (2019)” isimli kısa filmin yönetmeni Yoleri’nin ilk uzun metrajlı çıkış filmi olan “Başlangıçlar”, geçtiğimiz yıl sonlarında doğru perde macerasını tamamlamasını takiben Tv+ online platformu üzerinden izleyicilere servis edilmeye başlandı.

Prömiyeri 14 Kasım 2023’te “Tallin Black Nights Film Festivali’nde” gerçekleşen ve bu festivalden NETPAC Ödülüyle dönen film, başrol oyuncusu ve kısa filminde birlikte çalıştığı isim Ahsen Eroğlu’na İtalya 14. Asti Uluslar arası Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” Ödülü’nü kazandırdı. Yine, film İtalyan “Fabrique Du Cinema” Sinema Dergisi’nde “Yılın En İyi Yabancı Film” adayları arasında işaret edildi. Uluslararası sinema mecralarında ülkemize kıyasla daha fazla yankı uyandıran ve bir çıkış filmi olarak yönetmen adına olumlu bir kazanım sağlayan filmin sanal platform üzerinden beğeniye sunulması filmi henüz izleme fırsatı yakalayamamış yerli sinema izleyicisi için bir şans olarak görülebilir.

Film, doktora eğitimi için Paris’te bulunan Defne’nin, ev arkadaşının ani ölümü sonrasında eğitimini yarıda bırakarak İstanbul’a dönmesine, İstanbul’da resim restoratörlüğü mesleğini deneyimlemesine, onun tarafından onarılmayı bekleyen bir Osmanlı tablosunun üzerinde çalışmasına ve bir yandan yas süreci ile başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan yirmili yaşların ona getirdiği sorunlar karşısında bocalamasına odaklanıyor.

Şehirlerarası Yolculuk : Paris-İstanbul

Film açılışını, Paris’in renkli ve hareketli atmosferinde, henüz yaşamın olasılıklarını tüketmeyen ve bu olasılıklara kendini açık tutmaktan hoşnut Defne (Ahsen Eroğlu) ve ev arkadaşı Laura’nın (Celine Baril) öğrencilik yaşamına bizi davet ederek yapıyor. Fonda tatlı müziklerin işitildiği, retro posterlerin evlerin duvarlarına asıldığı, Paris’in bir şehir olarak romantize edildiği, gürültüye ve kaosa şehrin yalnızca belirli alanlarında izin verildiği ve renklerin henüz solmadığı bir öğrencilik yaşamı resmederek filme başlarken; Defne’ye dedesi tarafından hediye edilen kameranın amatör hareketleri aracılığıyla, el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan Defne ve ev arkadaşının yaşamları hakkında ilk fikri ediniyoruz. Ev arkadaşının ani ölümüyle beraber Defne, Paris’teki bu yaşamı geride bırakıp İstanbul’a dönerken, Paris’in biraz önce tasvir edilen özelliklerinin yerini İstanbul’un kaotik, kontrol edilemez, dört bir yanına gürültü sinmiş, kalabalık, gri tonların hüküm sürdüğü ve yaşam mücadelesine açık yanı karşılıyor. Hem Paris’ten hem de İstanbul’dan geniş alan çekimlerine filmde sıklıkla yer veren yönetmen, iki şehrin ya da iki yaşamın kıyaslamasını yaptığımızdan emin olmak istiyor. Yönetmenin talimatına uyan bizler ise, iki şehri ister istemez kıyasladığımızda Defne’nin cennetten kovulan Adem ile Havva gibi dünyaya düştüğü izlenimine kapılıyoruz.

Aidiyetsizlik Toprakları-Anne İlişkisi

Defne, evini sırtında taşıyan kaplumbağalar misali filmin birçok yerinde görünür kılınan valiziyle birlikte İstanbul’a döndüğünde, annesinin (Zeynep Dinsel) ya da baba figürü olarak gördüğü dedesi (Osman İskender Bayer) ile anneannesinin (Serra Menderes) yanına yerleşmek yerine, lise döneminden arkadaşı, özel bir şirkette çalışan, hırslı, güzel ve yaşamsal sorumluluklarını almaktan imtina etmeyen Eda’nın (Hazal Subaşı) evine, daha doğrusu kanepesine yerleşiyor. Annesinden habersiz bir şekilde doktora eğitimini sonlandırarak İstanbul’a dönme kararı alan ve bu kararının onaylanmayacağını düşünmesinden kaynaklı kararını tartışmaya kapalı hale getiren Defne’nin annesiyle olan mesafeli ilişkisinde, birbirlerince yeterince anlaşılamadıklarına dair zaman zaman tariz içerikli cümlelere denk gelsek de, bu ilişkinin sağlıklı bir iletişim ve sıcaklık zeminine oturmasına müsaade etmeyen girdaplar ve babasının var olmama nedeni hakkında net bir fikir edinemiyoruz.

Ani kaybının akabinde, Paris’in renkli dünyasından İstanbul’un soluk topraklarına inmeyi tercih eden Defne’nin yaşamı çocukluğumuzun dünyasından yetişkinliğin dünyasına geçiş süreci olarak algılanabilir. Yetişkinliğin dünyasına ve gerçekliğin sert toprağına adım atmaya henüz gönüllü olmayan Defne’nin yer değişikliğini gerçekleştirmesi, ona sunduğu fırsatlara rağmen Paris’in güvensiz, çaresiz ve yalnız hissettirişinden sıyrılarak; güvende, güçlü ve bir arada hissettiği İstanbul’a, yani annesine dönüşü açısından değerlendirilebilir. Defne’nin annesine hatta annesinin rahmine dönmek ve bu ilişkiyi iyileştirmek için duyduğu ihtiyacı reddetmesi ise, onun İstanbul’a tam yerleşememesinin ve aidiyetsiz kalmasının sebeplerinin başında geliyor. Karakterin ihtiyacı ve ihtiyacını uzun süre görmezden gelişine bağlı olarak, filmin genelinde aidiyetsizlik, anne ve anavatan kavramlarının arka planı irdeleniyor ve bu üçgen arasındaki bağlantılar ele alınıyor.

Aidiyetsizliğin Romantik İlişkilere Yansıması

Paris’ten ayrılma ve İstanbul’a yerleşme sürecine ilişkin sorular yönelten iş arkadaşına, “Orda da bir şeyler biriktiriyorsun, geri dönmek tuhaf bir geçiş o yüzden” diyerek açıklıyor durumu Defne. Karakterin bu söylemi, biriktirmenin yanında bırakmayı da çağrıştırıyor. Tehlike anında bir savunma mekanizması olarak kuyruğunu geride bırakan ve yoluna devam eden kertenkelelere benzer olarak karakter, yaşamına ilişkin biriktirmeler ve bırakmalar yapıyor. Peki bu döngüsel düzen içerisinde, geride hangi parçamız kalır, hangi parçamızı yanımıza alırız? Almak istediğimiz her şey valizimize sığar mı, yoksa arzu etmesek de sahip olduğumuz bazı şeylerin valizimizin dışında kalmasına göz mü yumarız? Defne’nin deneyimsel zenginliklerinin haricinde Paris’te kalmasına göz yumduğu erkek arkadaşı Lukas (Grzegorz Waszczuk), bu soruların ardında gizleniyor. İstanbul’a döndükten sonra iletişimi koparmayı ve ilişkiyi sonlandırmayı yeğlediği erkek arkadaşıyla olan mesafeli ilişkisi Defne’nin annesiyle kurmayı istediği fakat kaçındığı ilişkisi ile paralel ilerliyor.

İstanbul’da evine yerleştiği arkadaşı Eda ile Dubai’den gelen iş teklifinden bahsederken, erkek arkadaşıyla henüz 4-5 aydır devam eden ilişkisine göre bir değerlendirme yapmamasını salık veriyor bu yüzden. Kritik kararlar verme sürecinde romantik ilişkileri bir referans alanı olarak görmeyen Defne’nin açıklamasına karşılık Eda ise hayatında onu mutlu eden bir etken varsa bunun neden hesaba katılmaması gerektiğini anlayamıyor. Duygusal küntlük pozisyonunda olmayı sürdürerek, arkadaşlarıyla olan buluşmasında onların kurduğu ailelere, dünyaya getirdiği çocuklara ve devam eden romantik ilişkilerine uzaktan bakıyor Defne. Romantik ilişkiler konusunda yaşamın kıyısında / köşesinde mi yoksa tam ortasında mı olmayı istediğine karar veremiyor. Bu nedenle, gizlenmekle görülmek hallerini kapsayan şekilde, ilişkilerinde dönüşümsel süreçler yaşıyor.

Bir Yeni Kuşak Sorunu: Kariyer Planlaması

Her başlangıcın bir bitişin ardından geldiğini, bir başlangıcın yeni bir bitişe gebe olduğunu ve başlangıçla bitişin birbirini sıkıca takip ettiğini bildiğimiz yerde, filmin “Başlangıçlar” adıyla lanse edilmesi birçok yere dokunuyor ve karakterin kariyer planlaması açısından önem arz ediyor. Paris’teki akademik yaşamından vazgeçen ve en azından akademiyi bırakmakla ilgili net bir pozisyon alan Defne bir yandan İstanbul’da yeni iş imkanlarını araştırırken, diğer yandan Paris’teki iş arayışını devam ettiriyor. İstanbul’da gönüllü stajını yaptığı iş yerinden bir müze sergisi için teklif aldığındaysa, bu teklifi değerlendirmekte bir beis görmüyor. Karakterin kariyeriyle alakalı olarak; akademi, saha, şehir seçimleri konularındaki akıl karışıklıkları, her ne kadar onun aidiyetsiz hissedişiyle örtüşse ve aidiyetsizliğinin bir ürünü olsa da, bu sorunun bir kuşak sorunu olduğunun ve yeni neslin farklı seçenekler arasında savrulduğunun, sunulan seçeneklerin tatminsizlik getirdiğinin ve emeğinin karşılığını madden alamamak, uzun çalışma saatlerine itilmek, iş yerinde baskıya maruz kalmak gibi kariyer yaşamının acımasız şartlarının farkındalığında filmin ilerleyişine eşlik ediyoruz.

Bir Tabloya Yerleşmek

Sergi kapsamında işe alındığı özel bir müzede çalışmaya başlayan Defne’nin karşısına, Osmanlı’nın geçiş sürecinde ünlü bir ressam tarafından resmedilen, “kayıp ikizler” adıyla anılan, biri kayıp diğeri ise ağır hasarlı olan iki tablo çıkıyor ve ondan ağır hasarlı olan tabloyu sergi için hazır hale getirmesi isteniyor. Ressamın; kıyafetleri, duruşu ve bulunduğu yer bakımından kızının iki farklı halini resmettiği bu tablolar, Defne’nin Paris ile İstanbul ve geçmişi ile geleceği arasında farklılaşan yaşamına denk düşüyor. Artık erişilebilir olmayan, silikleşmiş ve kaybolmuş geçmişinin aksine, ağır hasarlı olan ve umut vaat etmeyen geleceğinin inşasının yolculuğuna zor da olsa çıkmak için ikna edilen karakter, günlerce ve gecelerce bu tablo üzerinde çalışıyor. Yalnızca bizlerin nesnelere sahip olmadığı, nesnelerin de bizi ele geçirdiğini ayırt ederek, Defne tablo tarafından esir alınıyor ve onun yaşamı tablonun içerisine yerleşiyor. Tablonun yırtılmış, zarar görmüş ve eskimiş yanlarını onarırken, geleceği adına yalnızca kariyerini değil geçmişten gelen yaralarını da iyileştirmeye çalışıyor.

Sergiye az bir zaman kala yetiştirmesi güç bir işe kalkışmak durumunda bırakılan Defne, tablonun yani yaşamının hak ettiği biçimde özenli ve zamana yayarak bir onarma girişiminde mi bulunmalı ya da işveren küratörünün (Ulaş Akarsu) isteği doğrultusunda ivedi bir biçimde tabloyu hazır hale mi getirmeli fikirleri arasında bocalıyor. Resmin görsel bütünlüğüne zarar vermemek amacıyla doğru malzemeyi ve uygun metodu arayan Defne, bu süreçte Paris’teki ilişkilerini çok da iyi bir noktada bırakmadığı ve kendisine kızgın olduğunu ifade ettiği tez danışmanından yardım isteme teşebbüsünde bulunuyor ve böylelikle hem ilk defa bir ilişkiyi onarıyor hem de tablo çalışmasını tamamlıyor. Onarılmak için kenarda bekleyen esas ilişkinin ise annesiyle olanı içerdiğini, yoğun iş temposu sonucu gözlerinin sağlığının bozulmasından, annesinin göz doktorluğu mesleğini icra etmesinden ve gözlerinin tedavisi için annesinin muayenesine gitmesinden anlıyoruz.

Bağlam ve Filme Dair

İstanbul’daki iş dünyasında umduğunu bulamayan, yaptığı işle ve geldiği aşamayla ilgili başkalarından artık takdir ve onay beklemeyen ve kendisiyle ilgili gizli kalmış noktalarda kabullenişe geçen karakterin, baba figürü olarak hayatında yer tutan dedesinin kemoterapi süreci akabinde yeni bir kaybın riskiyle yüzleşmesi, farklı bir ülkedeki yeni bir iş teklifine sıcak bakması ve tüm bunlar olurken annesiyle olan ilişkisini daha işlevsel bir konuma taşıması hasıl oluyor. Böylelikle, arkadaşının kaybına dönük de bir meşrulaştırma yapıyor ve onun yazılarının bulunduğu günlüğü tamamlamak için cesaret buluyor. Film içerisinde cevaplanmamış sorular bulunsa da, cevaplanmama hali karakterin yarım ve eksik kalmışlığına rağmen yaşamda ilerlemeye devam etmesine temas ediyor. Kaotik seslerin sustuğu, renklerin canlandığı ve fonda güzel şarkıların çaldığı bir film atmosferi karşılıyor bizi yeniden.

“Başlangıçlar”, kayıp-yas, aile dinamikleri, yaşam alanı seçimleri, kariyer dalgalanmaları ve romantik ilişkiler gibi birçok konuyu sırtında rahatlıkla taşıyabilen, hikaye bütünselliğine zeval getirmeyen, kameraya oldukça yakışan ve rolünün hakkını fazlasıyla veren başrol oyuncusu ile göz dolduran ve bir dramı dramatize etmeden perdeye yansıtan filmlerden biri olmuş. Naif tonuyla sıkmıyor ve bu tonun bir parçası olmak için izleyicisini çağırıyor ve izlemek isteyenleri Tv+ platformunda bekliyor. Şimdiden herkese iyi seyirler!

Yönetmen : Ozan Yoleri

Senaryo : Ozan Yoleri, Aysın Kadirbeyoğlu

Görüntü Yönetmeni : Celine Baril

Kurgu : Ozan Yoleri, Rana Önoğlu

Müzik : Avi Medina

Oyuncular : Ahsen Eroğlu, Hazal Subaşı, Zeynep Dinsel, Osman İskender Bayer, Serra Menderes, Ömercan Çelebi, Deniz Tekeroğlu, Ulaş Akarsu, Derya Şahan, Grzegorz Waszczuk, Celine Baril

Türkiye / Dram / 92 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz