Beyaz Karga / The White Crow
Geçmişlerini hatırlamayanlar sanatçı olamazlar..
Ünlü Sovyet balet Rudolf Nureyev’in çocukluğunu ve Paris’te bir turnedeyken nasıl iltica ettiğini anlatan film, Beyaz Karga’yı Film Festivali’nde gösterildiği zaman yer bulamadığım için izleyememiştim. Vizyona girmeden önce basın gösteriminde izledim ama bir kaç kez daha izleyebilirim; şahane bir film olduğu için değil, müthiş bir hayat hikayesi olduğu için! Ama haksızlık etmeyelim, film de kötü değil, yalnız yönetmen o kadar çok flashback yapmış ki, insanın da beyni dönüyor!
2. Dünya Savaşı döneminde Tatar baba askere alınırken Moskova’dan Sibirya’ya, Ufa’ya gönderilen Nureyev ailesine uzun tren yolculuğunda bir birey daha ekleniyor. Rudolf, tıpkı bizim şimdilerde pek ünlü bir turistik geziye dönüşen Doğu Ekspresi’nin benzeri olan Trans Sibiryen Ekspresi’ndeki uzun yolculukta dünyaya geliyor. Sibirya Ekspresi dedikse turistik gezi kıvamında değil tabii, tavuklar bavullar, çocuklar, üstüste altalta gidilen uzun tren yolculuğunda sancısı tutan annesi, Rudi’yi, kız kardeşlerinin korkulu bakışları önünde doğuruyor. Bu trende doğum Rudi’yi o kadar etkiliyor ki Paris’te oyuncakçı dükkanlarında fellik fellik oyuncak tren arıyor, kendisi değil ama bavulu Moskova’ya geri döndüğünde de içinden o tren çıkıyor.
Zor çocukluk
Küçük kızları ve oğluna SSCB’nin yoksulluk ve baskıyla boğuştuğu zor yıllarında tek başına bakan fedakar annesine büyük sevgi besliyor Rudi. Ve beş altı yaşlarındayken bir gün kapı açılıyor, Tatar baba, savaştan dönüyor, Rudi babasını ilk kez görüyor. Müslüman ve sert baba figürünü, onu karlı ormanda yalnız bırakıp gittiği sahne dışında filmde pek görmüyoruz ama gerçek hayatta Rudi’nin dans etme hevesinden hiç hoşlanmamış. Şaşırdık mı, hayır. Şimdi bile hangi Müslüman baba oğlunun tayt giyip bale yapmasından hoşlanır ki? Neyse ki annesinin öğrettiği Rus danslarını ustalıkla yapan Rudi, babasından gizlice, yine anne desteğiyle, yeteneğini gösterme fırsatı buluyor da devlet okullarında dans eğimi alabiliyor.
SSCB’nin yönetim sistemini her açıdan eleştirebiliriz ama eğitim konusunda çok başarılıydılar. Müzik, dans, spor alanlarında sayısız isim yetiştirmeleri de, en alttan en üste çıkanlara fırsat vermeleri sayesinde değil mi? Rudi, şimdi St Peterburg dediğimiz o zamanki Leningrad Vaganova Akademisi’nde klasik bale eğitimi alıyor ve okuldan mezun olur olmaz da Kirov Devlet Opera ve Balesi’nin kadrosuna alınıyor. İlk oyunu Kuğu Gölü.
Kurgu çok etkin
Filmde bu hikaye bu kronolojik sırayla anlatılmıyor, elbette bir dokümanter biyoğrafik çalışma değil, bir sinema filmi izliyoruz. Ama Rudi’nin hayatının en önemli olayı elbette Paris’e yaptıkları turne sırasında Fransa’ya iltica etmesidir ki film zaten hikayesini burada tamamlıyor, kurgu filmin neredeyse en önemli aktörü halinde.
Olayın merkezi Paris turnesi, herşey buradan geri gidişler ve buraya geri gelişler halinde yaşanıyor. Rudi’nin yeteneği dışında vurgulanan onun karakter özellikleri: özgürlüğüne düşkün, hedefe odaklı, bencil, öfkeli. Hedefe odaklı, çünkü dans etmeyi seviyor. Her şeyden çok dans etmek istiyor, o güne kadar baletlerin sahnede ikinci planda kalmaları ve balerinleri taşımalarına yeni figürler ve anlam yüklüyor. Sıçramaları, dönüşleri, hiç bir baletin yapamadığı kadar teknik ustalıkta. Ama aynı zamanda ruh da katıyor.
Paris turnesi
Turne için Paris’e gittiklerinde gala gecesi sahneye çıkacaklar arasında Rudi yok, bir tür burun sürtme. Galadan sonra verilen davette, Rus sanatçılar bir köşede, Fransızlar bir köşede duruyor. Rudi, temsili izlememiş, o sırada Paris’i gezmeyi tercih etmiş. Kokteyle katılıyor. Ve karşılıklı durup birbirlerine uzaktan bakan iki grubu görünce Fransızların yanına gidip konuşmaya başlıyor. Soğuk Savaş dönemi. Fransızlar, “Biz de size bizimle konuşmanızı yasakladılar zannettik” diye takılıyor. Rudi, “İşte ben köprüyü geçtim”diye yanıtlıyor. Kendinden ne kadar emin olduğu ise Fransızların “Siz bu gece dans etttiniz mi?” sorusuna verdiği şu yanıtında ortaya çıkıyor:“Eğer ben bu gece dans etseydim, mutlaka farkında olurdunuz!” Nitekim Rudi, daha sonraki temsillerde sahneye çıkacak ve Fransız seyircisi kendisini ayakta alkışlayacaktır. Rudi bunu şöyle açıklar: “Beni sahneye çıkarmamazlık edemezlerdi, çünkü Kirov Balesi’nin başarılı olmasını istiyorlardı.”
Her şey programlı
Diğerlerinin aksine Rudi, Rusya’da bir yabancı baletle arkadaşlık edip ondan öğrendiği için çok iyi İngilizce konuşmakta ve sanatın diğer branşlarına büyük ilgi duymaktadır. Sabah karanlığı müzeleri gezmekte, Paris’in kültürel ortamını yaşamakta, geceleri ise yeni arkadaş olduğu Fransa’nın elitleriyle gece hayatının tadını çıkarmaktadır. Çünkü o aslında böyle bir hayat sevmektedir, özgür, bohem ve lüks! Yani SSCB’nin hiç de hoşuna gitmeyecek bir tarz. Nitekim tüm bu Paris yaşamı sırasında peşinde KGB’nin adamları vardır ve her yaptığı da rapor edilmektedir.
Paris turnesinin sonunda olanlar olur, Rudi başına gelen olayla sarsılır. Grupla beraber Londra turnesine devam etmek yerine tek başına Moskova’ya gönderilecektir. Sonra ne olacağı bile belli değil, dans hayatı sona mı erecek, ne olacak? İşte orada Rudi hayatının kararını verir. Bundan sonrası filmde heyecanlı polisiye tadında işlenmiş.
Müzik ve dans
Film 122 dakika ama müzikler, bale bölümleri o kadar keyifli, bir o kadar daha olsa da izlesem; Rudi, Paris’te kaldıktan sonra ne yaptı, dansına nasıl yön verdi, nasıl yaşadı, homoseksüel yaşamı, aşkları ve çok gençte yaşta kaybı da bir başka filmin konusu olsa dedirtiyor, salondan çıkmak istemiyorsunuz. Dans, kişinin duygu ve düşüncelerini bedeniyle ifade ettiği bir sanat dalı, tekniği için ne kadar disiplin gerekiyorsa ruhu için de o kadar özgürlük gerekiyor, yoksa sahnede dans eden mekanik bir vücut oluyor.
Rudolf Nureyev’in o isyankar karakterini, hedefe kilitlenişini, o süreçte yanında olan, kendisini seven, yardım edenleri dahi kırıp geçişi, filmde çok güzel anlatılıyor. Kendisi de usta bir oyuncu olan Ralph Fiennes, bu filmi yönetirken Rudi rolünü Oleg İvenko’ya vermiş. Oleg, Rudi kadar yakışıklı değil, ama çok başarılı. Filmdeki diğer karakterler de rollerini hakkıyla yapıyor. Zaten film, bir kadın dostu film değil! Filmdeki kadınların, annesi dışında hiç birine sempati duymuyorsunuz. Ama müzik ve dansla ruhunuz o kadar doyuyor ki dert etmiyorsunuz. Beyaz Karga’dan bahsetmedik. Beyaz Karga, Rudi’nin lakabı. Kara ördek yavrusu gibi. Onun farklılığını vurguluyor, çocukken ona takılan bir isim. Bence o, Beyaz Karga değil, sahnelerin Beyaz Prensi’ydi.
Yönetmen : Ralph Fiennes
Görüntü Yönetmeni : Mike Eley
Müzik : Ilan Eshkeri
Oyuncular : Oleg Ivenko, Adele Exarchopoulos,Ralph Fiennes, Louis Hofmann, Sergei Polunin, Alexey Morozov
İngiltere-Fransa ortak yapımı / Biyografi-Dram / 122 Dk.