Günahkarlar / Sinners
DEĞİŞİK TÜRLERİN MÜZİĞİN ETRAFINDA HÜZÜNLÜ BİRLEŞMESİ…
Hüzünlü bir blues eşliğinde korku sinemasının romansını ‘şahlandıran’, bizi en baştan beri ‘yakalayarak’ hem çok etkileyici bir döneme hem de fantastik diyarlara sürükleyen ‘Sinners’ kaçırılmaması gereken bir film. Vampirler ve Kont’ları Drakula sonucu görebilse gurur duyarlardı herhalde!
HİKAYENİN KALBİ MÜZİK
Warner şirketinin 2024 yılı, herhalde yapımcısı olduğu iddialı filmlerin gişe sonuçlarına bakınca bir an önce unutmak istediği bir yıl olacaktır. ‘Joker 2’, (son) ‘Yüzüklerin efendisi’ ve ‘Jurorn 2’ gibi yapımlar gişede birer fiyasko olduktan sonra ‘Companion’ durumu biraz düzeltti. Ancak sonrasında ‘Mickey 17’ ve ‘The Alto Knights’ büyük zararlar getirdi ve 2025 yılında belki de Warner’ı bir nebze de olsa ayağa kaldıran ‘Minecraft’ın rekor kıran gişe başarısı oldu.
Warner’ın doğal olarak 2025 yılında da art arda block buster’lar (‘F1, Superman, Mortal Kombat2’ vb.) ‘yağdıracakken’ en fazla önem verdiği yapımlardan biri de bu hafta sinema salonlarımıza gelen ‘Sinners’ filmi oluyor.
Daha önce ‘Creed’ ve ‘Black Panther’ (iki bölümünün de) filmlerinin yönetmenlik koltuğunda oturan Ryan Coogler’ın bu yeni filmi bizce çok hoş bir sürpriz yaratıyor: öncelikle aynen meslektaşı Jordan Peele gibi nerdeyse bütün oyuncularını afro-amerikalılardan seçmesi ve bu karakterleri kendi içinde tutarlı bir senaryo içine yerleştirmesi başlı başına dikkat çekici… Ancak burada ‘kendi içinde’ ibaresinin altını çizmek istiyoruz çünkü film her ne kadar fantastik ve gerçek üstü noktalara varsa da hikayenin omurgası zarar görmüyor. Bu fantastik ‘uçlar’ filmin genel atmosferi içinde yerini buluyor. Başka bir deyişle bu kaotik ortam içinden bir ahenk doğuyor…
Ama bizce asıl önemli nokta, yönetmenin sosyal dram, korku filmi ve fantastik film gibi birçok değişik türü harmanlayarak bunu belki de hikayenin kalbi olan ‘müziğin’ etrafında şekillendirmesi ve sürükleyici, ürpertici, alt metini sağlam bir yapıma dönüştürmesi oluyor. Belki de epeydir bu kadar değişik türle ‘flört eden’ ama bunların her birinden birer parça almak yerine onlardan özgün bir sentez yaratan bir filmi görmemiştik!
DRAKULA VE VARİSLERİ…
Bilindiği üzere korku sinemasının en fazla sarıldığı karakterlerden birisi (Kont) Drakula’dır. Sinemayı ilk defa yönetmen Murnau’nun klasikleşmiş ‘Nosferatu’ filmiyle 1922 yılında ziyaret eden bu ikonik karakter sonrasında birçok korku yapımının ana figürü haline geldi. Beyaz perdede ve birçok televizyon yapımlarında kendisiyle tekrar tanışsak da aklımızda kalan örnekler herhalde 1979 yılında Werner Herzog’un çektiği versiyon ve sonrasında 1992 yılında Coppola’nın yönettiği ‘Bram Stoker’s Dracula’ ve Neil Jordan’ın sunduğu ‘İnterview With The Vampire’ (1994) filmleri olur. Tabii ki daha sonrasında ise ‘Blade’ ve ‘Underworld’ serisi ve ‘Buffy’ dizisi bu efsanevi karakterin kendini bütün bir genç jenerasyona hatırlatmasını sağladı. Bu arada büyük bir başarı kazanan ‘Twilight’ saga’sını da atlamamız gerekir.
Tekrar ‘Sinners’ filmine dönecek ve konusundan kısaca bahsedecek olursak : 1932 yılında Smokie ve Stack kardeşler, zamanında Chicago’da kazandıkları parayla Louisana’nın New Orleans şehrine geri dönerler ve bir hangar satın alarak şehir merkezine uzak, bir gece kulübü kurarlar. Yanlarına birkaç eski tanıdık ve kasabadaki papazın oğlu Samuel’i (gitarist olarak) alırlar ve kulüplerini sadece civarda yaşayan afro-amerikalılara açarlar. Aynı zamanda civarda bir Vampir çetesi oluşmuştur ve bütün bu kulüpte toplanan insanları tehdit etmeye başlamışlardır.
BENİM GÜZEL KASABAM…
‘Sinners’ filminin ilk yarısı birçok açıdan bir sosyal dram havası estiriyor. Muhtemelen çok da yasal yollardan para kazanmamış iki kardeş yeni bir hayata başlamak için geldikleri şehre geri dönüyorlar ve projelerini hayata geçirmeye başlıyorlar. Ama hikayenin 1932 yılında yaşanması olayları çok farklı bir boyuta taşıyor: öncelikle ülkede dünyayı da kasıp kavuran bir ‘ekonomik buhran’ dönemi var. Üstelik Amerika’da yaşanan iç savaş (Kuzey-güney savaşı) oldukça geride kalmış olsa da ülkede hala zaman zaman çok sert hissedilen bir ırkçılık hatta Klu Klux Klan tehdidi sürüyor. Yani ülkedeki beyazlar ile afro-amerikalılar arasında sosyal ve ideolojik farklar hala çok keskin çizgilerle belirlenmiş gibi duruyor.
Ancak bütün bu hikayenin yanında, filmin en baştan bize hatırlattığı ve giderek daha önemli hale gelen bir şey var : müzik! Hikayenin ana karakterlerinden biri olan Samuel’in, rahip babasının karşı çıktığı hatta açık açık ‘şeytana uyma’ gibi gördüğü gitar çalma sevdası sayesinde blues müziği yavaş yavaş filmi bütünüyle sarmalayan bir öğe haline dönüşüyor. Hikayenin korku filmine evrilen ikinci yarısından önce, sonradan tehdit haline gelecek vampirlerin birden var olmadığını aslında çok eski köklerden ve kadim medeniyetlerin inançlarından doğduğunun altını çizerek film, senaryosuna çok sağlam bir dayanak noktası buluyor. Zaten filmin ortalarında beliren ‘baş vampirin’ peşinde olan Kızılderili klanı da bu bağlamda yerini buluyor…
KORKUYA GİDİŞ…
Farkında olmadan sadece gitar çalarak, dünya ile adeta öte dünya arasında bir kapı aralayan Samuel, kulübe saldırı olmadan önce aslında ciddi bir büyüme ve bir anlamda ergenlikten çıkma aşamasına da geliyor. Büyük ölçüde Smokie ve Stack kardeşlerin iş kurma ve personel toplama süreçlerine tanık oluyor. İlk defa ve üstelik hoşlandığı bir kadınla sevişmeyi başarıyor. Kendini giderek genişleyen bir ‘ailenin’ içinde hissetmeye başlıyor. Ve belki de en önemlisi hayatında ilk defa hayalindeki işi yapma yani seyirci karşısında gitar çalma şansını yakalıyor.
Tabii ki Samuel’ın müzik türü olarak ‘blues’u seçmiş olması ayrı bir önem taşıyor. Blues’un başlangıcında bir yas tutma sürecinden doğması ve ardından hüzünlü bir müzik türüne dönüşmesi filmde sunulan karakterler, sosyal koşullar ve yaşanan olaylarla uyuşuyor. Filmdeki kulübe gelen bütün müşteriler de zaten bu kültürle yoğrulmuş, genelde düşük maaşlarla çalışan afro Amerikan işçi veya küçük esnaf gibi kişilerden oluşuyor.
Tekrar Samuel karakterine ve başlattığı olaylara bakacak olursak : blues’un dediğimiz gibi cenaze ve ölüm durumlarından doğması, hikayede sonrasında başlayan vampir saldırısı sahnelerine elverişli bir ortam sağlıyor. Oldukça kanlı, hareketli ve belli ölçülerde seksi geçen bu sekanslarda vampirlerin benzer filmlerde olduğu gibi mağrur, vakur ve karizmatik olmaya çalışan bir duruşları yok. Hatta bazı sahnelerde onlar da grup halinde müzik eşliğinde dans ediyorlar. Ama film örneğin asla bir ‘Günbatımından Şafağa’ (1996) groteskliğine veya absürtlüğüne düşmüyor. Her durumda korkutmayı ön plana koyuyor ama farklı vampir tiplemesiyle tanıştığımız da bir gerçek!
İKİZLERİ OYNAMAK…
Filmde kuşkusuz birçok akılda kalacak sekans var ama bizce bunların başında kulüpte herkes iyice havaya girmiş dans ederken Samuel’in aralarında dolaştığı ve kameranın onu izlerken değişik dönemlerdeki ve kültürlerdeki (hayali) müzik ‘duraklarını’ gösterdiği sekans gelir.
Oyunculara bakacak olursak : filmin başrolünü üstlenen Michael B. Jordan, birçok ortak nokta taşısalar da yine karakter farklılıkları gösteren Stack ve Smokie kardeşlerin ikisini de oynayarak gerçekten çok üstün bir performans sergiliyor. Aslında tek bir karakterin değişik yönlerini de gösteren bu ikiz kardeşlerin her zaman belli bir derinlik, kendi içlerinde bir çelişki, ahlaki ve vicdani ikilemler taşıyabilmesi onun nüanslı oyunculuğu sayesinde oluyor.
Aynı şekilde Mary rolünde Hailee Steinfeld, Annie rolünde Wunmi Mosaku, Pearline rolünde Jayme Lawson ve Delta Slim rolünde Delroy Lindo da oyunculukları ile göz dolduruyorlar ama bizce aralarından en öne çıkan, kariyerinde ilk defa, bu kadar önemli bir rol şansı bulan ve bunu sonuna kadar iyi kullanan genç oyuncu Miles Caton oluyor. Caton’ın bu şekilde devam ederse bizce kendisine çok sağlam bir oyunculuk kariyeri inşa etmesi zor olmaz!
Sonuçta hüzünlü bir blues eşliğinde korku sinemasının romansını ‘şahlandıran’, bizi en baştan beri ‘yakalayarak’ hem çok etkileyici bir döneme hem de fantastik diyarlara sürükleyen ‘Sinners’ kaçırılmaması gereken bir film. Vampirler ve Kont’ları Drakula sonucu görebilse gurur duyarlardı herhalde!
Yönetmen / Senaryo : Ryan Coogler
Görüntü Yönetmeni : Autumn Durald
Müzik : Ludwig Göransson
Oyuncular : Michael B. Jordan, Hailee Steinfeld, Miles Caton, Jack O’Connell, Wunmi Mosaku, Jayme Lawson, Omar Benson Miller, Li Jun Li, Lola Kirke
ABD / Aksiyon-Korku-Gerilim / 137 Dk.