Hakaret

BİR ”HAKARET” SADECE HAKARET DEĞİLDİR..

Lübnan’ın Yabancı dilde en iyi Oscar Aday Adayı olan filmi “Hakaret” , ülkenin çok dinli toplumunun içindeki çatışmaya dikkat çekiyor. Lübnan, Ortadoğu’nun, Müslüman, Hıristiyan, Ermeni, Yahudi toplumlarının küçücük topraklarında birlikte yaşadığı bir ülke. Ticareti, parayı, eğlenmeyi, yemeyi içmeyi seven Lübnan’ın başkenti Beyrut, güzelliği ve gelişmişliğiyle bir zamanlar Ortadoğu’nun Paris’i idi.

Ne ki savaşların, kavgaların sürdüğü coğrafyada kalıp da barış içinde yaşamak mümkün mü? Topraklarından sürülen Filistinli göçmenlerin yoğun nüfus baskısı, dinler arası çatışma, adaletsiz ve mutsuz yaşamın getirdiği öfke ve şiddet, bu küçük ülkeyi barut fıçısı haline getirdi. Lübnanlı yönetmen Zaid Doueiri de filminde, kökü bu derin anlaşmazlıklardan kaynaklanan, ama basit bir “hakaret ve özür” istemiymiş gibi gözüken olaydan hareketle, aslında büyük kavgaların ve hatta savaşların bile nasıl da çatışma ortamından, düşmanlaştırılmış toplumsal grupların arasındaki gerginlikten geldiğini anlatıyor.

Tony (Adel Karam), Beyrut’ta yıkık dökük bir evde hamile eşiyle yaşayan Hıristiyan Arap bir oto tamircisidir. Filistinli Yasser (Kamel El Basha) ise o mahalledeki alt yapı çalışmalarını yürüten şirkette aslında mühendis olmasına rağmen, Filistinli olduğu için ustabaşı konumunda çalışmaktadır. Tony balkonunu yıkarken aşağıdaki işçileri ıslatır. Bundan ötürü özür de dilemez ve balkonun su giderini onarmak isteyen ustalara izin vermediği gibi onların yaptıklarını da bozar.

Buna müdahale eden Yasser’le aralarında tartışma çıkar. Tony, Yaser ondan özür dilesin istemektedir ama buna da imkan vermemekte, onu kışkırtmaktadır. İtiş kakış sonrası mahkemelik olurlar. Bundan sonrası, Amerikan filmlerindeki mahkeme sahneleri gibi devam ediyor.

Lübnan’da mahkemeler gerçekten böyle mi geçiyor, pek inandırıcı gelmiyor ama ilginç. Filmin iki ana karakteri, Tony ve Yasser, çok başarılı. Buna iki tarafın, sonradan baba kız olduklarını öğrendiğimiz avukatlarını canlandıran oyuncuları da katmalıyız. Filmin mahkeme safahatı ve olayların büyüyerek bütün ülkeyi sarması, şaşırtıcı değil, Lübnan küçücük bir ülke ve herkes her zaman nerede ne olduğunu bilir!

Filmde milliyetçiliğin, toplumun bölünüp kışkırtılmasının ve özellikle üstü örtülüp adaletin sağlanmadığı şiddet ve olayların nasıl tortu bırakıp yıllar sonra zehir olarak çıktığı da ustaca vurgulanıyor. Felsefi olarak derdini iyi anlatan yönetmenin iç ve dış çekimleri de başarılı. Sonuç olarak, Fransızların desteği olsa da, bu film, Holywood koşullarında çekilmiyor.

Final belki daha çarpıcı olabilirdi, orada yönetmen tıkanmış ve çözüm bulamamış gibi gözüküyor. Zaten Ortadoğu’da kim çözüm bulabilmiş ki? Filmi çok başarılı buldum, özellikle de Lübnan gibi, Yugoslavya gibi, yıllarca bir arada yaşamış toplumların din ve etnisite farkları yüzünden birbirine nasıl düşman edildiği, anlamsız ve kör bir şiddetin etkisiyle insanların nasıl biçildiği gözümüze ustaca sokulduğu için.

Ve kendi ülkemizi düşünmekten de duramadım. Giderek, bırakın mezhep farklarını, farklı yaşam biçimlerine bile tahammülsüzlüğün ve müdahalenin başladığı, toplumu dönüştürmek için her türlü siyaset mühendisliğinin yapıldığı bir ortam nasıl sonuçlar verecek? Sinema, bu tehlikeleri düşünmemizi sağlıyor, geçmişi ve geleceği, görsel olarak önümüze koyuyor!

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz