His Three Daughters

KIZKARDEŞLER

Ezber bozan bir hikaye değil ama ayrıntılar üzerinde durulmuş, kentin ışıkları arasında bir dairenin sarı loş ışığını seçerek o ışık altındaki dramı gösteriyor. Daha çok konuşma üzerinde giden film tiyatral bir tat da bırakıyor fakat en önemlisi, en sürükleyicisi üç kardeşi canlandıran oyuncuların birbirinden güzel performansları filmin asıl motoru oluyor. Seyredilmeye fazlasıyla değer…

OrtaKoltuk Puanı:

 

Son zamanlarda Netflix’te gösterime giren bazı filmlerin adları Türkiye’de Türkçe çevirisiyle değil direkt İngilizce adıyla paylaşılması üzücü. Dil emperyalizmine boyun eğmemek gerekir. Bu yüzden film başlığına bağlı olarak “Onun Üç Kızı” olarak çevirdiğimiz ismi ben “Kızkardeşler” olarak uyarlıyorum… Çünkü anlatılan üç kız kardeşin üç günlük hikayesi…

Tabii “Kızkardeşler” denilince aklımıza ilk gelen Emin Alper’in o güzel filmi oluyor. Emin Alper, kız kardeşler hikayesinin platformunu kırsal mekana kuruyor ve öyküsünü bu çerçeve içinde anlatıyor. Üç kız kardeşi köyün fiziken alabildiğine açık ama geleneksel yapı yüzünden çıkmaz sokaklarında dolaştırırken “His Three Daughters”te yönetmen Azazel Jacobs mekanını en gelişmiş kentlerden New York’ta bir apartmanın dairesine kuruyor ve o daireden burnunu dahi dışarıya çıkarmıyor. Yani Jacobs ‘un senaryosu kent çerçevesine yerleştirilmiş. Çerçevenin malzemesi metal; oysa diğerininki ahşap…

Konu, gerek dünya sineması gerek Türk sinemasında çok işlenen bir konu. Ebeveynlerden birinin ölüm yatağına düşmesi ile uzaklardaki kardeşler bir araya gelirler ve hasta can çekişirken onlar hesaplaşma içine girerler; önce birbirlerine içlerinde birikmiş kini kusarlar sonra yavaş yavaş kardeş olduklarını hatırlayıp şefkat sarmalana girmeye başlarlar.

Konu iyi anlatılmışsa her defasında da ilgi çekmeyi başarıyor. Neden mi, kardeşler ilişkisine büyük bir ayna tutuyor da ondan…

KARDEŞLİK İLİŞKİLERİNİN GÖSTERİLDİĞİ AYNADA NE VAR?

DostoyevskiKaramazov Kardeşler” romanında şöyle der : “Yakınlarımı nasıl seveceğimi hiçbir zaman bilemedim. Bence özellikle yakınlarını sevmek, yabancıları sevmekten daha zordur.

Kardeşlik kavramı aslında çocuklukta anlamını bulan bir kavramdır. Yetişkinliğe erdiğinde kan bağı çözülüyor, kana farklı maddeler karışıyor hatta bazen zehir karışıyor ilişkileri derinden sarsıyor. Ebeveynin hastalık ya da ölüm halinde kardeşler arasında bir şefkat kurulmasının alt metninde yatan da yine çocukluk anılarıdır… His Three Daughters”  de bunu anlatıyor zaten.

Film görüntüsüz şehir sesleri ile başlıyor; geçen arabaların, çocukların klaksonların ve trenin raylardaki sesleri ile. Uzaklardan gelen birinin bu hikayeye dahil olacağını anlıyorsunuz. Hemen ardından iç mekana giriliyor ve orada bir kadın konuşmaya başlıyor. Sanki ifade verir gibi konuşmayı yapan büyük abla Katie’dir. (Carrie Coon) Onun karşısında duran onu boş, anlamsız gözlerle dinleyen kızıl saçlı Rachel’i (Natasha Lyonne) görüyoruz ve hemen sonrasında bir odadan çıkıp gelen Christina’yı (Elizabeth Olsen)…

Bu üç kız kardeşin daha ilk dialogda aralarında bir sorun olduğu açığa vuruluyor… Babaları hasta yatağında makineye (oksijene) bağlı olarak son günlerini geçirmektedir. Babayı odasında ya da evin içinde filmin son sahnelerine kadar görmüyoruz. Sadece kalp atışlarının sesini duyuyoruz.(Bu da seyircide bayağı bir merak uyandırıyor) Gün içerisinde nöbetleşe Katie, Christina ve birkaç saatliğine gelen hemşire babanın yanında kalıyor.

Katie ablalık özelliklerinin otoritesini taşıyor sadece, oldukça sert, negatif bir görüntü sergiliyor. Belli ki zamanında da iyi ablalık yapamadığı için aralarındaki bağ zayıflamış. Çok uzak olmasa da şehrin dışında kalıyor. Seyrek olarak babasını ziyaret ettiğini repliklerden anlıyoruz. Ergen bir çocuğu olduğunu ve tıpkı kardeşleriyle kurduğu ilişki gibi kendi çocuğu ile aynı tarzda bağ kurduğunu kocasıyla olan telefon konuşmalarından çıkarıyoruz.

Christina daha yumuşak, pozitif ve iyimser görünüyor. Etrafına evliliğinde çok mutlu olduğunu hissettiriyor ama sanki bunun yalancı mutluluk olduğunu algılıyoruz. Sürekli yaptığı yoga ve nefes egzersizleri ile kendini sakinleştirmeye, dindirmeye çalıştığını gözlemliyoruz. Üç yaşında bir kızı var, telefon konuşmaları kızına çok düşkün olduğunu gösteriyor. Çok uzak bir şehirde oturması nedeniyle babasını ziyaret edemiyor. Daha doğrusu bu mazerete sığınıyor.

Gelelim en umursamaz görünen Rachel’e, sıkı durun hayatı takmayan kız bugününe kadar baba ile kalmış, ona bakmış. Dün bir bugün iki babanın odasında nöbetleşe duran diğer iki kardeş Rachel nöbet tutmuyor diye hemen söylenmeye başlıyorlar. Rachel’in kötü bir özelliği var, sürekli ot içiyor, esrarkeş. (Bu esrarkeş haliyle bile ablasının karşısında sakin kalabiliyor.)

Filmin hep iç mekanda geçtiğini söylemiştim, ablasının, evde içme itirazıyla ot sarılı sigarayı içmek için apartmanın önüne çıkıyor. Bir kez de biraz daha ilerde bulunan büfeye ot satın almak için giderken dış mekan görüyoruz.

iç mekanda (dairede) yakın çekim kullanılıyor, ve kamera eşyalara özel bir vurgu yapıyor. Aşkı, ölümü sorgularken her şeyin geçici olduğunu ve eşyaların daha uzun ömürlü olduğuna dikkat çekiyor gibi, özellikle babanın oturduğu koltuk bu eşyaların en simgeseli oluyor. Diğer taraftan ortama sarı loş ışık hakim. Bu, biraz kasvet biraz da sıcaklık hissi veriyor. Tam kızların ilişkisini havasında yani…

Katie, sürekli babasına DNR raporu imzalatılmasını istiyor ama babanın öleceğini hissettikleri anda da yürekleri ağızlarına geliyor, ölecek diye çok korkuyorlar. Yönetmenin bu çelişkiyi göstermesi, (bir yandan babalarının çabuk ölmesini isterken bir yandan ölüm karşısında insani bir refleks göstermeleri) harika bir detay olmuş.

Bu arada dnr raporunun ne olduğunu bilmiyordum, Google’dan baktım öğrendim “Bir hastada solunumsal ya da dolaşım arresti meydana geldiğinde yapılan kardiyopulmoner resüsitasyon uygulamasının durdurulmasını ifade eder. Tıp literatürüne ilk olarak 1976’da girdi”.. Filmde çok önemli bir sahneye daha vurgu yapacaktım ama spoiler vermek zorunda olacağım için o vurguyu yapmıyorum.

Sonuç olarak ezber bozan bir film değil ama ayrıntılar üzerinde durulmuş, kentin ışıkları arasında bir dairenin sarı loş ışığını seçerek o ışık altındaki dramı gösteriyor. Araya bazen diğer apartman pencereleri de giriyor, (kardeşler telefonda konuşurken pencereden dışarıya bakıyorlar) Ve o pencereler “Kimbilir o ışıklar  altında ne dramlar var” düşüncesini büyütüyor. Daha çok konuşma üzerinde giden film tiyatral bir tat da bırakıyor fakat en önemlisi, en sürükleyicisi üç kardeşi canlandıran oyuncuların birbirinden güzel performansları filmin asıl motoru oluyor. Seyredilmeye fazlasıyla değer…

Yönetmen / Senaryo / Kurgu : Azazel Jacobs

Görüntü Yönetmeni : Sam Levy

Müzik : Rodrigo Amarante

Oyuncular : Carrie Coon, Natasha Lyonne, Elizabeth Olsen, Randy Ramos Jr., Jovan Adepo, Jay O. Sanders

ABD / Dram / 110 Dk.

 

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz