Irishman
Kralın Dönüşü
Sinema tutkunlarının uzun süredir büyük bir merakla beklediği The Irishman nihayet ekranlara geldi. Yapım süreci on yıldan fazla süren Irishman filminin serüveni 2004 yılında yayınlanan; eski savcı Charles Brandt‘in hazırladığı I Heard You Paint Houses (Evleri Boyadığını Duydum ) adlı biyografik kitabı, Martin Scorsese ve Robert De Niro’nun keşfetmesiyle başladı. 2008 yılında ikili; kitabın sinemaya uyarlanması için Schinder’in Listesi, New York Çeteleri, Ejderha Dövmeli Kız (David Fincher), Amerikan Gangsteri gibi filmlere imza atan usta senarist Steven Zaillian’a gitti. 2017’de oyuncu seçimi yapıldı. Yapımcıların, sanat ekibi ve teknik ekibin belirlenmesine ve filmin efsane kadrosuna rağmen ne acıdır ki filmin bütçesini karşılayacak bir şirket bulunamadı ve nihayet Netflix belki de tarihinin en doğru işine yatırım yaparak The Irishman’in bütçesini karşılamaya karar verdi. Böylelikle adeta bir sinema manifestosu olan Irishman ortaya çıktı.
Irishman, açılış sekansını 1950’li yılların hit şarkılarından ‘’In the Still of the Night – Fred Parris and The Satins’’ şarkısı eşliğinde bir bakımevinin koridorlarından ve yaşlı insanların arasından geçerek tekerlekli sandalye üzerinde oturan 80’li yaşlarda Frank Sheeran’ı kadraja alarak yapıyor. Frank Sheeran’nın kendi hayatını anlatmaya başlamasıyla Irishman’nin gerçekçi atmosferine giriyorsunuz. Et nakliyesi yapan basit bir kamyon şoförü olan Frank Sheeran’nın suç dünyasında adım adım nasıl yükseldiğine, büyük bir mafya tetikçisine nasıl dönüştüğüne ve bu süreçte mafya, sendika ve siyaset üçgeninde yaşanan olayların Amerika’nın tarihini nasıl değiştirdiğine şahit oluyorsunuz. Irishman sadece Frank Sheeran’nın hayatını mercek altına almıyor aynı zamanda içinde on yıllara yayılmış bir tarihi de (II.Dünya Savaşı, Domuzlar Burnu Körfezi Çıkarması, Kennedy Suikastı , Jimmy Hoffa cinayeti ) aktarıyor. Uzun bir zamana yayılmış bu olaylar dizisini, mafya ve sendika savaşlarını, mafya liderlerinin fiziksel ve ruhsal değişimlerini ve bu değişimlerin acımazsızca dokunduğu hayatları üç buçuk saat gibi kısa bir süreye sığdırmak herkesin üstesinden gelebileceği bir iş değilken 50 yıla aşkın bir zaman diliminde zengin bir filmografiye sahip 77 yaşındaki sinema duayeni Martin Scorsese bunu rahatlıkla ve adeta sinema dersleri niteliğinde bir yönetmenlikle başarıyor.
Irishman, Amerikan’ın 1950’li yıllardan 2000’lere uzanan sürecini Amerika’nın panoramasıyla birlikte yansıtırken anlattığı tüm dönemlerin kostüm ve mekan gerçekliğine, seçilen arabalara, silahlara ve müziklere kadar her şeyi adeta bir arkeolog titizliğiyle ve sinemaya derin saygıyla bir araya getirir. Irishman‘deki oyunculuklara baktığınızda her oyuncunun jest ve mimikleriyle, duruşlarıyla canlandırdıkları karakterlerle özdeşim kurmamızı sağlar. Özellikle de yaşları 76 ve 79’u bulan Robert De Niro(76), Al Pacino(79) ve Joe Pesci(76) ; Scorsese’nin muhteşem yönetimiyle de oyunculuğun zirvesine çıkar. Filmde Frank Sheeran karakterini canlandırdığı için Robert De Niro ön plana çıksa da başta Al Pacino (Jimmy Hoffa) olmak üzere Joe Pesci (Russell Bufalino), Angelo Bruno (Harvey Keitel) da suç dünyasının acımasız patronları olmalarına rağmen karizmatik duruş ve tavırlarıyla karakterlerini içselleştirdikleri için bizde içten içe bir hayranlık ve saygı uyandırırlar.
Aslına bakarsanız filmde başka karakterlerin de ekranda devleştiğini görürsünüz. Sıska Jilet- Felix “Skinny Lazor “ DiTilluo (Boby Canavale), Çılgın Joe -Joseph “Crazy Joe”Gallo (Sebastian Maniscalco), Anthony Provenzano –Tony Pro- (Stephen Graham) , Bill Bufalino (Ray Ramano), Anthony Salerno-Fat Tony-Şişman Tony (Domenick Lombardozzi), Sally Bugs (Louis Cancelmi) gibi birçok oyuncunun kusursuz performansı da sizi mest eder. Bir gangster filminde belki de en çok aranan şey karizmatik, güçlü liderlerin varlığıdır. Irishman bunu ziyadesiyle karşılıyor. Filmde kadın karakterlerden özellikle yetişkin Peggy Sheeran (Anna Paquin ) vicdanın bir temsili olarak erkeklerin vahşi suç dünyasında ön plana çıkar.
Irishman, estetiğiyle ve kurgusuyla Godfather, Goodfellas, The Untouchables, Once Up On A Time İn America, Casino gibi filmleri çağrıştıran nostaljik bir yolculuk olsa da onlar kadar sert; şiddet ve aksiyon dozu yüksek bir film değil. Irishman ağır ilerleyen yapısına rağmen sanatsal ve teknik yönden her şeyin kılı kırk yararcasına işlenmesinden dolayı filmi izlerken asla sıkılmazsınız aksine filmdeki ağır çekimler sayesinde de kırk yılda bir karşılaşabileceğiniz bu enfes sinema ziyafetinin bitmesini hiç istemezsiniz.
Martin Scorsese‘nin suç filmlerinin tamamında müziğin ayrı bir önemi vardır. Irishman’de de seçilen müziklerin ritmi ruhunuzu saran bir lirizme dönüşür, sizi hikayenin akışına kaptırır. Filmin müzikleri ağırlıklı olarak 1950’li yılların bir klasiğe dönüşmüş şarkı ve müziklerinden seçilmiştir. ‘’ Jean Wetzel – Le Grisbi | The Irishman OST, Flo Sandon’s – El Negro Zumbón | The Irishman OST, Robbie Robertson – Theme for The Irishman, Bill Doggett – Honky Tonk Pt. 1, Pérez Prado and His Orchestra -Qué Rico el Mambo, Muddy Waters – Mannish Boy, Glenn Miller & His Orchestra -Tuxedo Junction, Smiley Lewis – I Hear You Knockin’ , Donnie Elbert – Have I Sinned, Song Of The Barefoot Contessa‘’ isimli eserleri dinlemenizi özellikle öneririm. Saydığım eserlerin hepsi ayrı bir güzel ama benim favorim Jean Wetzel – Le Grisbi. Çünkü bu müziği dinledikçe Godfather gibi bir sinema klasiğinin duygu dünyamıza armağan ettiği güzellikleri yeniden yaşarsınız.
Irishman’de Robert De Niro’nun 30’lu yaşlarına yapılan dönüşlerde kullanılan gençleştirme tekniğinin özelliklede De Niro‘nun bir esnafı dövdüğü, tekmelediği sahnede eğreti durduğunu fark ederiz. Yüzü genç görünmesine rağmen yetmişli yaşlarda bir adamın savurduğu güçsüz tekmeler otuzlu yaşların gücüne ters düşer. Bu sahneden sonra kusursuz bir şekilde çekilmiş senaryo ve oyunculuklar sayesinde De Niro‘nun ve Pesci’nin hem gençliğine hem yaşlılığına alışırsınız. Kullanılan gençleştirme ve yaşlandırma tekniği filmin vurucu gücünü zayıflatmaz.
Film yönetmenliğinden önce bir dönem rahip olmayı da aklından geçiren Martin Scorsese, Irishman’de de Katolikliğe birçok gönderme yapar, dini hassasiyetlerine yer verir. Katolikliğin ve ritüellerin de sevinçleri, üzüntüleri ve pişmanlıkları yansıtmada önemli bir yeri vardır. Bu duygu ortaklığını düğünlerde, cenaze ve vaftiz törenlerinde görürüz. Filmde Russell Bufalino ve Frank Sheeran tarafından özellikle de ekmeğin koparılıp şaraba batırılarak yenmesi de ortak Katolik geleneğin güçlü bir sembolü olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Frank Sheeran’ın yaşamının son zamanlarında ölümle ilgili dile getirdiği düşünceler de Irishman’i metafiziksel bir sorgulama durağına dönüştürür.
Irishman her ne kadar mafya,yargı,sendika ve siyasetin iç içe geçtiği bir suç ağını anlatsa da aslında film, sadakate yapılan ihanetin yarattığı ağır pişmanlığın ve gücün getirdiği zehirlenmenin izini daha çok sürmektedir. Filmde pişmanlık temasının Peggy ve Jimmy Hoffa üzerinden yoğun bir şekilde işlendiğini görürüz. Çünkü Peggy işlenen cinayetlerden dolayı özellikle de ailelerinin en yakın dostlarından Jimmy Hoffa’nın ortadan kaybolmasını babasına bağlar ve bu sadakatsizlikten dolayı da ömrünün sonuna kadar babasıyla konuşmaz. Peggy’nin sessizliği gözünü kırpmadan adam öldüren merhametsiz Frank Sheeran’ın ruhunda en derin yara olarak kalan bir cezalandırma biçimine dönüşür.
Peggy ve Hoffa demişken şunu da belirtmek isterim ; Peggy gibi birçok insan Frank Sheeran’ı Jimmy Hoffa’dan dolayı sadakatsizlikle ve alçaklıkla suçlayabilir fakat mafya dünyasının işleyişini düşündüğümüzde Frank Sheeran‘nın kendisine verilen emri yerine getirmemesi durumunda başına neler gelebileceğini kestirememesinin de Shreeran’ı bu yola ittiği düşünülebilir üstüne üstlük Hoffa emrini veren kişi, Frank’i mafyanın zirvelerine taşıyan Russell Bufalino’dur. Dünyada sadece üç kişide olan bir yüzüğü bir İrlandalıya hediye etme ayrıcalığını gösteren ve ona “evladım’’ diye hitap eden Russell Bufalino’yu geri çevirmek Frank için mümkün değildir. Ayrıca hem Frank hem Russell, Hoffa’yı dostça uyarmalarına rağmen Hoffa bildiğini okur ve kaçınılmaz son gelir.
Frank gibi soğukkanlı bir katilin ailesiyle yeterince ilgilenmemesi dışındaki en büyük pişmanlığı da Hoffa’ya yaptıklarıdır. Filmde bu pişmanlığını cinayetten sonra gecikmeli de olsa Hoffa’nın ailesini aradığında hissederiz. Filmin sonunda rahiple konuşurken, Hoffa’nın eşiyle yaptığı telefon konuşmasını istemsizce ağzından kaçırır sonra hemen konuyu kapatır. Bunların dışında öldürdüğü insan sayısının kendisinde sarsıcı bir vicdan azabı yaratıp yaratmadığını konuştuğu rahibe bile anlatmaktan çekinen bir tavır sergiler fakat diğer cinayetlerinin aksine Frank’in Hoffa’ ile ilgili pişmanlığını kapanış sekansında açıkça görürüz. Bu sekansta rahip odadan çıkarken Frank, rahibin arkasından seslenerek kapıyı tam kapatmamasını, aralık bırakmasını ister. Hatırlarsınız, Frank Sheeran’la Jim Hoffa’nın beraber kaldığı bir gece Hoffa uyumaya gittiğinde kendi odasının kapılarını tam kapatmaz ve aralık bırakır. Hatta kamera birkaç saniye kapıya sabitlenir. Frank’in kapıyı tam kapattırmaması da Hoffa’yı hatırlatan pişmanlığın en net göstergesidir ve bu, sadece kapıyı simgelemez aynı zamanda Hoffa’yı Frank’in kalbinde kapanmayan, hep açık kalan bir yaranın tezahürü olarak karşımıza çıkarır.
Irishman, 77 yaşında bir sinema dehası olan Martin Scorsese’nin köklerine ihtişamlı bir dönüşüdür. Irishman senaryosuyla, oyunculuklarıyla sinematografisiyle, dönem tasvirleriyle (mekanlar, arabalar, kostümler, müzikler, silahlar) “Sinema nedir?’’sorusunun en somut cevaplarından biridir. Irishman suç , para, şiddet, sadakat ve hırs üzerine kurulmuş bir yükselişin aynı zamanda da ihanet, pişmanlık ve yalnızlık dolu bir çöküşün anlatıldığı destansı bir mafya trajedisidir.
Irishman’le ; Alejandro Jodorowsky, Akira Kurosawa, Orson Welles, Francis Ford Coppola, Brian De Palma, Sergio Leone, Tarkovski, Bergman, Krzysztof Kieślowski , Kubrick, Angelopoulos, Bela Tarr, Lars Von Trier, Won Kar -Wai, Paweł Pawlikowski, Guillermo del Toro, Michael Haneke, Mecid Mecidi, Abbas Kiyarüstemi, Bahman Ghobadi, Metin Erksan, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan ve Yılmaz Güney gibi daha nice sinema duayeni sayesinde ayakta kalan gerçek sinemanın tahtına bir kez daha Martin Scorsese oturuyor ve günümüzde tamamıyla ticari kaygı güden, hızla tüketilen absürt filmlerin beyaz perdeyi kuşatmasına meydan okuyan bir kralın dönüşüne şahit oluruz ve sinema adına yapılan bu meydan okuma, bizleri de saflarına katılmaya ikna eden büyük bir zaferin davetidir.
Son tahlilde Irishman’in kalburüstü bir film olması mafyaya olan hayranlığımızdan ya da saygımızdan da kaynaklanmaz. Irishman’i şaheser mertebesine çıkaran aslında Martin Scorsese’nin güce tapan insanın vahşi doğasını, acizliğini aynı anda ilahi ve çoğul bakış açısıyla kusursuz bir şekilde anlatmasıdır. Bu anlatım tarzı da Irishman’i tam bir sinema klasiğine dönüştürür ve klasikler asla ölmez.
Yönetmen : Martin Scorsese
Senaryo : Steven Zaillian, Charles Brandt
Görüntü Yönetmeni : Rodrigo Prieto
Müzik : Robbie Robertson
Oyuncular : Robert De Niro, Al Pacino, Joe Pesci, Harvey Keitel, Bobby Cannavale, Ray Romano, Stephen Graham, Anna Paquin, Sebastian Maniscalco, Jesse Plemons, Domenick Lombardozzi, Jack Huston, Welker White
ABD / Biyografik-Suç-Gerilim / 209 Dk.