Babamın Kemanı

YİNE BİR AİLE MESELESİ “BABAMIN KEMANI” 

“Aile, farklı notaların bir araya gelip oluşturduğu en güzel bestedir”.

Aile boşluğunu müzikle dolduran bir adam ile annesini görmeden büyüyen, babasının sımsıcak sevgisiyle annesinin yokluğunu pek hissetmeyen, sonrasında babasını da kaybeden sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun hikayesi “Babamın Kemanı”. Çocuk da babasının yerine onun kemanını koyuyor! Belli ki bu kızıl saçlı kızımız da onların boşluğuna müziği koyacak…

Yeşilçam tadıyla başlayıp ağızda mayhoş bir tat bırakan sonrasında Türk baklavası ile menüyü tamamlayan bir film olmuş. 

Tıpkı yönetmenimiz Andaç Haznedaroğlu’nun 2017 yılında çektiği karı koca ilişkilerini sorgulayan; hatırladığım kadarıyla geçmişi yine aile travmasına dayanan “Acı Tatlı Ekşi” filmi gibi…

İnsan olarak yaralarımız birbirine benzer aslında; terkediliriz, şiddet görürüz, sap gibi ortada kalırız, sevdiklerimizi kaybederiz…

Fakat en derin yaralar çocukluğumuzda oluşan yaralardır. İşte o yaraları bir türlü iyileştiremeyiz. Bedenimizdeki  oluşturulan çürükler beynimize sirayet eder ve görünüşte ne kadar başarılı olursak olalım o çürüme ruhumuzun her bölgesine yayılır, bütün hayatımızı etkisi altına alır. Mutlu, huzurlu olamayız; hep bir hınç,  hep bir dışlanmışlık duygusu…

Ve hatırladıkça yara kanar, kanama bir ömür boyu sürer…

Çünkü sık veya seyrek  geçmişi bize hatırlatan olaylar, nesneler bir ömür boyu karşımıza çıkmaya devam eder…

Bu durumda o kanamaya izin vermeliyiz; kapatmaya, hiçbir şey yokmuş gibi devam etmeye çalışmak  yarayı derinleştirir, zaman zaman o zehri boşaltmaya ihtiyaç vardır. 

BİR KADIN OLARAK ÖYKÜNÜN KADIN BÖLÜMÜNE TAKILDIM YİNE…

Mehmet Mahir (Engin Altan Düzyatan) müzik eğitimini İtalya’da almış dünyaca tanınmış bir keman virtüözüdür. (Yoksul olmalarına ve  gemi biletinden başka bir şeyi olmamasına rağmen ergen birinin bunu nasıl başardığına dair bir ipucu verilmemiş filmde; sahicilik açısından en azından birkaç kez geçmişin bu sayfasına uğransaydı iyi olurdu.) Mehmet Mahir, Suna (Belçim Bilgin) ile 14 yıldır evlidir. Yurt dışında, muhtemelen yine İtalya’da tanışıp evlenmişlerdir. Büyükelçinin kızıdır ve sonradan anlıyoruz ki o da büyük işlere imza atacak kapasitede bir  piyanistmiş aslında…

Fakat Mehmet Mahir’in gölgesinde adeta silinmiş… Çünkü koca; narsist, kibirli, kendinden başkalarını aşağılayan biri… O kadar iyi tanıyorum ki bu karakteri!

Psikolog değilim ama ilgili çok metin okudum. Özünde kendine güvensizlik, kendiyle baş edememiş, çocukluğunda değer görememiş; anne babasında bulamadığı sevgiyi  başkalarından almak  için sürekli değerli olma, beğenilme, ilgi görme çabası içindedirler, belki başarılarının sırrı da bu beğenilme arzusundan geliyor. Narsistler empati yapamazlar, yürekten ve gerçekten sevemezler.  Dışarıdan soğuk, mesafeli, kibirli, kendini beğenmiş ve çekici görünen narsist kişinin bu görüntüsünün altında, aslında incinmeye karşı aşırı derecede duyarlı, kırılgan, kendine güveninde ve kendine verdiği değerde eksiklikler bulunan bir yapı vardır… Mehmet Mahir’de tam da bunu görüyoruz. 

Belli ki karısını da bu acımasız tavrına maruz bırakmış, adeta onu yok saymış ya da sırf kendisi için var olsun istemiş, Suna’yı ve yeteneklerini küçümsemiş adeta onu başarısızlığa mahkum ederek  onda hiçlik duygusu yaratmıştır. Narsistlerin en iyi yaptığı şey karşılarındaki kişiyi değersiz hissettirmeleridir.

Film; daha çok amca ve yeğeni odağına alsa da karı koca ilişkisine de bu anlamda bir dokunuş yapmış.

Dokunuşu biraz sertleştirebilir; hatta bir tokat hissi yaratabilirdi. 

Kadın kahramanımıza Suna ismi verilmesi öyle sanıyorum ki dünyaca ünlü keman virtüözümüz Suna Kan’a bir gönderme olmuş. 

UZAKTA OLANLARA İSTANBUL ŞÖLENİ!

Film, melodramı  abartmasa da, sinema geleneğimize uygun olarak dozu bir parça aşmış. Birkaç sahnede de  yapmacıklık var ama genel anlamda oyuncular rollerinin hakkını vermiş. Özlem’i canlandıran küçük oyuncu  Gülizar Nisa Uray kızıl saçları ve sevimli yüzüyle seyirciyi avucuna alıyor. Her ne kadar amcasının konserine hazırlıksız, provasız  katılıp keman çalması inandırıcılıktan uzak olsa da son sahnedeki dansı ve gülen mutlu yüzüyle izleyici de mutlu ediyor, onlara rahat bir nefes aldırıp “oh ya” dedirtiyor. 

Mutlu sonlara artık hepimizin çok ihtiyacı var.

Ne yalan söyleyeyim eksikleri olsa da  film bana iyi geldi; Cenevre yakınlarında ikamet eden  biri olarak;  güzel müzik ziyafetleri eşliğinde İstanbul’u; Galata’yı, Karaköy’ü izlemek özlem gidermeme vesile oldu. Daha önce eleştirisini yazdığım  ve çok beğendiğim The Painted Veil filminde kullanılan  müzik ile karşılaşmak da sürpriz oldu benim için. Bir anda o unutamadığım o filmin unutulmaz sahnelerine gittim… 

Tabii Mehmet Mahir’in bir anda hatasını anlayıp iyilik meleğine dönüşmesi de çok sahici gelmiyor ama belki  karşısındaki insanı dinlemesini  öğrenecek, onlara bakmasını bilecektir!

Zira insan bakmayı bilmezse gerçeği göremiyor!

İyi seyirler…

Yönetmen : Andaç Haznedaroğlu

Senaryo : Burak Aksak, Murat Taşkent, Devin Özgür Çınar

Görüntü Yönetmeni : Fırat Lita Sözbir

Kurgu : Ellie Durak

Oyuncular : Engin Altan Düzyatan, Belçim Bilgin, Gülizar Nisa Uray, Selim Erdoğan, Ayfer Dönmez Ertekin, Petek Dinçöz, Erdem Baş, Ulrich Mertin, Yiğit Çakır

Türkiye / Dram / 112 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz