Kraliçe Lear
Oyun biter, tiyatro bitmez…
Kaymaz köylüsüne,
Cinsiyet olarak kadın, mekan kısmı da köy olunca hayatın daha da zor olduğu düşüncesi uyanıyor hemen bizde. Ama bu iki zorluğu aşan, buna gayret eden o kadar çok hikaye varki toplum içinde, işte bunların aktarımı her türlü estetik değerlendirmenin dışında çok önemsenesi. Kraliçe Lear da böyle bir çalışma. Hikaye, ikibinlerin başında beş köylü kadının, Behiye Yanık, Cennet Güneş, Ümmü Kurt, Fatma Fatih ve Zeynep Fatih’in, Mersin’in Arslanköyü’nde bir tiyatro kurup, Toroslar boyunca bir çok ulaşılması zor köyü dolaşmaları, vardıklarında ise bu kez tiyatro faaliyetlerinin ne türden bürokratik ve bireysel engeller ile muhatap olduğunu tüm berrak ve doğal haliyle ortaya seriveriyor. Aslında yönetmen Pelin Esmer bunu ilk kez de yapmıyor. Daha önce 2009 yapımı “11’e 10 Kala“, 2012 tarihli “Gözetleme Kulesi“, 2017 tarihinde çevrilen “İşe Yarar Bir Şey” filmlerinde de zorlu yaşamlı kadın hikayelerini filmlerinin ana teması haline getirmişti.
Kraliçe Lear, aslında devam filmi olarak okunması mümkün bir çalışma. 2005 yılında benzer bir kadro ile çekilen “Oyun” filminin bir bakıma devamı niteliğinde. Artık karakterler biraz daha yaş almışlar, çocukları büyümüş, ancak belirli sorunlar halen devam etmekte. Üstelik Oyun filminde lise müdürü olan Hüseyin de artık bu filmde Mersin Büyükşehir Belediyesi Tiyatro ve Sinema müdürü olarak karşımıza çıkmakta. Zaten filmin devamının gelmesinde onun gayretleri ön planda. Film, Shakespeare‘in “Kral Lear” oyununun, yeni bir yorumla, köy pratiğine uygun sergilenişinden hareketle ilerliyor. Bunun, aslında kahramanlarla da olan bağıntısını Pelin Esmer, Altyazı Sinema Dergisi’nin Kasım-Aralık sayısında verdiği röportajında şöyle belirtiyor: “…Shakespeare’in serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin demesiyle, Zeynep’in uçurumlu yollarda gitikleri sırada hayatta sadece üç şeyi kadere bağlaması arasında bir oyun kurabilir miyiz? Tek tek hayat hikayelerinin ötesinde, işte bu tür şeylerdi beni Kraliçe Lear’da heyecanlandıran.”
Filmin devamlılığına ihtiyaç duyulmasını sağlayan unsurlardan birisi Arslanköylü kadınların, Toros eteklerinde zorlu yolculuklarla gerçekleştirdikleri temsillerinin yanında, kendi hikayelerinin gelişimini de geçmişten günümüze bir film eşliğinde sunmaları oluyor. Bunu yaparken filmin açılış sekanslarında “Anamurium Antik Tiyatrosu” eşliğinde aktarımı da aynı zamanda bize kadın antik dönem şairi Sappho‘yu hatırlatıyor, onun o zorlu mücadelesini. Bununla köylü kesiminin o konservatif yaklaşımlarının kırılmasına, istenirse onların da kendileri gibi bir kısım zincirlerinden kurtulabileceklerinin işaretlerini sunuyorlar.
Filmde o kadar çok buna dair örnek sunuluyor ki, kadınların oyun temsilleri sunmak için gördükleri erkek/kadın/çocuk/göçer herkese umut aşılamaları, yaptıkları işin tiyatro oynamaktan daha zor olmadığına ilişkin görüşleri, tiyatroya çeşitli bahanelerle gelmemeye çalışan köylüleri ikna yöntemleri, film içinde filmde eşleri ile verdikleri mücadeleye değinileri de yine filmin umut taşıyıcısı yönlerine işaret tek tek. Zeynep’in önce uçurumlu yolda geçen kadere ilişkin anlatımları, otobüs içerisinde kişinin tercihleri/insanın özerkliği gibi tartışmalar, aslında kadim İslâm felsefesi ile Spinoza’nın deterministik kader yaklaşımlarına nasıl bilmeden farklı ancak sade bir yönden bakabildiklerini, insanın hangi koşullarda olursa olsun tekamülünün farklı gelişim sonuçları verebileceğini gösteriyor. Yönetmen Pelin Esmer, filmi belgesel sunumunun kolaycılığından kurtarmış. Oyun filmi, tamamen doğal bir görünüm sunmaktayken, Kraliçe Lear’da kameranın varlığını aslında köylüler biliyorlar. Ancak ne var ki dijital kameranın varlığı doğallığı bozmuyor. Gittikleri bir Akdeniz köyündeki köylünün, “bize yol lazım” gibi söylemlerini sert, kavgacı bir tonda, fakat doğal haliyle sunması, tiyatro izleyicilerinin tepkilerinin natürel hali, devam filminin başarılarından.
Film, anlatım tercihi olarak lineer bir yaklaşımı benimsememiş. Kraliçe Lear‘da asıl kahramanın olmaması, zaman zaman aracısız izleyen ile iletişime geçmeleri, dış seslerin geçmiş Oyun filmi ile mix halde sunulması, yine filmin belirli bir kalıpsal dizgi içerisinde yer almama tercihinden kaynaklanıyor. Barış Diri‘nin Toros eteklerindeki sarp köyleri pastoral tablolar gibi sunan görüntüler eşliğinde seyir zevki veren müzikleri de başarı hanesine yazılması gerekenler olarak görülmeli. Daha önce Urla/Bademler köyü ile deneyimlenen, yönetmene göre suyun ve yolun geçmediği yerlerde kitlelere tiyatro sunmaya çalışan kahramanların umut aşılayacak şekilde sunulması çok önemli. Ancak yine de kahramanların hepsinin belirli bir baskın renk taşımaması, bazı karakterlerin asıl olarak fonda yer alıp, bir çoğunun ise gelişimlerinin kökenine inilmemesi filmin belki de zayıf hallerinden. Ayrıca Morteza Atabaki ve bizzat Pelin Esmer tarafından yapılan dijital çekimler genel itibariyle başarılı olsa da, farklı sekanslarda renk uyumsuzlukları da göze çarpıyor.
Filmin Adana Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve Sinema Yazarları (SİYAD)-Cüneyt Cebenoyan ödüllerini kazandığını da hatırlatılım. Sözü tekrar Pelin Esmer‘e bırakalım, umut ve dayanışmayı önemseyen o sözleri ile.”…Kraliçe Lear’da hayata ve hayatın içine sızıp bizi sağaltma gücüne sahip olan sanata dair bir film yapmaktı beni heyecanlandıran.” Film bu heyecanı genel olarak veriyor, Pelin Esmer oyununa, Kraliçe Lear ile devam ediyor…
Yönetmen / Senaryo : Pelin Esmer
Müzik : Barış Diri
Oyuncular : Behiye Yanık, Cennet Güneş, Ümmü Kurt, Fatma Fatih, Zeynep Fatih, Hüseyin Arslanköylü
Türkiye / Belgesel / 84 Dk.