Oxford Aşkım / My Oxford Year
Yönetmen ve senarist kimliği ile tanınan Iain Morris’in yönetmenliğini, daha önce yazdığı dram/romantik filmleriyle iyi işlere imza atan Allison Burnett’in ise senaristliğini üstlendiği beklenen Amerikan yapımı film “Oxford Aşkım”, 1 Ağustos itibariyle Netflix dijital plarformu üzerinden yayına girdi. Filmin başrolünü, bu yıl içerisinde Netflix platformunda yayınlanan “The Life List” isimli filmiyle gündeme gelen Sofia Carson ve yine Neflix’in 2023 yapımı “Oueen Charlotte : A Bridgerton Story” isimli mini serisi ile öne çıkan ve alaylı diye tarif edebileceğimiz genç İngiliz oyuncu Corey Mylchreest göğüslüyor. Amerikan ve İngiliz oyuncuların bir araya geldiği, ekrana yakıştıkları ve iki başrol arasındaki uyumun hissedildiği film izleyicisini kendine çekmeyi başarıyor.
Film, Oxford’un büyüleyici ve tarihi atmosferinde geçiyor ve birbirine benzemeyen, hayatın farklı yerlerden aynı yere taşıdığı iki gencin Oxford Üniversitesi’nde yolunun kesişmesine ve tüm farklılıklarına rağmen kurdukları kuvvetli duygusal bağa odaklanıyor. Film esas rotasını oluşturmadan önce, ayrıksı hikayelere sahip bu iki ruhun bir noktada buluşarak birbirlerini anlayıp anlayamayacaklarını sorguluyor. İngilizce dilinin konuşulduğu en eski ve en başarılı üniversitelerden biri olan, 40’a yakın farklı kolejden meydana gelen, ana bir yerleşke içermeyerek kentin geniş bir bölümüne yayılan, tarihte birçok önemli isme eğitim veren ve harika binalara/kütüphanelere sahip bu üniversitenin zarifliği ile romantizmini birleştiren film, görsel açıdan doyumu henüz seyretmeden izleyicisine vaat ediyor.
Hikayesi
Oxford’da okuma hayalini gerçekleştiren hırslı Amerikan Anna (Sofia Carson) ile aynı okulda doktora eğitimini tamamlamak üzere olan ve ünlü bir profesörün o dönemki dersine girmeyi üstlenen ironik, eğlenceli ve zevk sahibi Jamie (Corey Mylchreest) çok da hoş sayılamayacak bir şekilde tanışıyorlar. Yaşam planını daha 10 yaşındayken koleji bitirmek, Oxford’da okumak ve Goldman isimli şirkette çalışmak sıralamasıyla şekillendiren, Victoria dönemi şiirlerini çalışmak için hayalini gerçekleştirmek üzere Oxford’a gelen ve çantasında Oxford’da yapılması gerekenler listesi ile dolaşan Anna, bu okula gelme sebebi olarak gördüğü ünlü profesörün yerine Jamie’nin dersine gireceğini öğrendiği an şaşkınlığa uğrasa da, zaman içinde Jamie onun hayatında bir dersin hocası olmaktan çok daha öteye gidiyor. Hayatı planlarla kurgulayan ve şu ana değin kurgusunda herhangi bir sorun deneyimlemeyen Anna, Jamie ile tanışmasının akabinde hayatın en iyi planları dahi yoldan çıkarabileceğini fark ediyor.
Film, izleyicisine Oxford’un romantik havasını solutmakla kalmıyor, aynı zamanda şiirlerle sekansların anlam kazanması da mevzu bahis oluyor. Hatta, ünlü bir yazar ve filozof Henry David Thoreau’nun “Walden-Ormanda Yaşam” kitabındaki “Bilinçli yaşamak” gibi kavramları da filme dahil edilen kavramlardan oluyor ve ortaya atılan bu kavramların ne manaya tekabül ettiği biçimindeki diyaloglara karakterler arasında yer veriliyor. Kitabı henüz okumamış olmakla birlikte, filmde filozofun şehirden ve modern yaşamdan kopuk olmayı tercih ederek Walden Gölü kıyısında geçirdiği yıllara ait münzevi deneyimlerini paylaştığı bu kitabı okumak teşvik ediliyor.
Geçici Olan Uçucu Mudur?
Filmin mühim alanlarını açıklamaktan ve seyretme deneyiminin büyüsünü bozmaktan imtina ettiğim için bazı konuların bulanık kalmasına özen göstermek suretiyle, film Jamie ile ilişkisi ilerleyen Anna’nın Oxford’da geçirmesi gereken bir yılın tamamlanmak üzere olması gibi detaylarla genel olarak bir zaman sınırlandırması sorununu irdeliyor. Karakterlerinde ve izleyicisinde zaman sıkışmışlığı hissiyatı yaratarak; sonsuz ve ölümsüz olan zamanın mı yoksa sınırlı ve geçici olduğunu bildiğimiz fakat yaşayanına derinlik katan zamanın mı daha kıymetli olduğu gibi soruları sordurmayı hedefliyor. Halihazırda, bütün hikayesinin sınırlı bir 112 dakikaya sığdığı yerde, filmin kendisi de bu meydan okuma mücadelesini daha geniş bir çerçeveye taşıyor. Filmin başlarında, Anna ve Jamie’nin bu sorulara farklı açılardan baktığı anlaşılsa da, Anna’nın filmin kahramanı olarak çıktığı bu yolculukta zamana dair fikirlerinin bir dönüşümden geçtiği görülüyor. Sınırlı ve geçici olan zaman, Jamie ile biriktirdiği anılarla birlikte genleşiyor, derinleşiyor ve sonsuz/ölümsüz olan zamanın veremediği anlamı veriyor. Karakterlerin de deyişiyle, hayatın en güzel anları, onun en darmadağın olduğu anlar oluyor.
Darmadağınıklık ile hayatın planlarımıza uymayan, bazen bizi yoldan çıkartan, aslında bize bu esnekliği sunan ve içine girdiğimizde daha önce görmediğimiz kapıları açtıran tarafı vurgulanıyor. Oxford’un sahip olarak onu çağırdığı haliyle, Anna kitaplarla çevrili olmayı, onları koklamayı, ilk baskılarını elinde tutmayı sevdiğini açıkladığı ve kendisini bir kütüphane fetişisti olarak tanımladığı için Jamie Anna’yı kütüphane içerisinde gizli bir kütüphaneye davet ediyor. Kütüphane içerisindeki kütüphane, onların sınırlandırılmış fakat suya atılan taş misali genişleyen zamanlarına, daha önce girilmemiş olan yaşam kapılarına ve şehirden uzak kalarak ormanda yaşamayı seçen münzevi filozofun düşüncelerine denk düşüyor. Filmin birbirinden çok farklı nitelikleri olan karakterleri, bir tavşan deliği seçerek, Harikalar Diyarı’ndaki Alice gibi tavşanın aşk halini takip ediyorlar. Bu delikte, karaoke gecelerine katılıyorlar, sokak satıcılarından kebap yiyorlar, arabada sevişiyorlar, kısaca kendi rutinlerini oluşturuyorlar. Karaoke gecesinde berbat bir şekilde şarkı söyleyen ve mekandaki herkesin kaçmasına neden olan Jamie tek pişmanlığının bir şarkı daha söylememek olduğunu söylerken, Anna’ya da yaptıklarından dolayı değil yapmadıklarından pişman olmasını öğütlüyor.
İncinebilirlik Pelerini :Aşk
Üniversitede geçmekte olan birçok filmde olduğu gibi bu filmde de, ana karakterlere eşlik etmekte olan bir arkadaş grubu mevcut. Ana karakterler seyirciyi aşkın en romantize ve dramatik haliyle doyuma ulaştırmaktayken, arkadaş grubundaki diğer karakterler de birbirlerine açılamama, lgbti birey olarak aşkı deneyimleme zorlukları vb. özelliklerini öne çıkartarak aşkın diğer halleri ile temas etmemize yardımcı oluyorlar. Bu açıdan bir tamamlanma söz konusu. Arkadaş grup üyelerinden tıp öğrencisi Tom’un (Nikhil Parmar) karşısına çıkan her yeni kişiye sorduğu “Sence kaderimizde ne var? Dostluk mu, aşk mı?” sorusu filmin komediyi besleyen yönlerinden. İlk görüşte aşka veya dostluğa karar vermek olası mı konusuna girmeden, bu kararımızın zaman içerisinde biçim alabileceği varsayımı ile hareket edelim.
Tom’un grubun diğer üyesi ve Anna’nın yakın arkadaşı Meggie (Esme Kingdom) ile karmaşık ilişkisine dair Jamie’nin “Birlikte olmazsan incinmezsin” yorumunda bulunması birçok açıdan ilgi çekici. Aşkı üzerimize giydiğimizde incinebilirlik pelerinini de giymiş oluyoruz. İlişkilerin bir ekonomisi ve ekonomilerin de bir ilişkisi olduğunu bildiğimiz yerde; aşk, özellikle de hesaplamadığımız ve beklemediğimiz bir zamanda karşımıza çıktığı vakit, bizi hayatta birçok şeye karşı korunaksız ve savunmasız bırakıyor. Bu pelerini hiç giymediğimiz ya da giymekten geri durduğumuz durumlarda ise yaşanası ihtimalleri, potansiyelleri ve duygu zenginliklerini feda etmek gibi bedellerle karşılaşıyoruz. Bu film bize, aşk pelerinini her gün zarar görmeden nasıl 40 derecede yıkayabileceğimizi, uygun ısıda ve buharda ütüleyebileceğimizi ve üzerimize umutla giyebileceğimizi gösteriyor.
Kayıplarımızın Devam Eden Rolleri
Anna ile Jamie’nin ilişkileri harici tutulduğunda, filmin dramatik unsurlarını barındıran kanallardan biri de, Jamie’nin erkek kardeşini elim bir hastalık sonucu kaybetmesi ve babası ile kendisi arasında bir köprü görevi üstlenen kardeşini kaybetmesinin sonrasında babası ile olan ilişkilerinin bozulması gerçekliği. Kardeşinin ani kaybının, Jamie’nin babasıyla ilişkisinde geri dönüş tabelasını kaybetmesine de sebep olduğu filmin birçok sekansında vurgulanırken; Anna’nın baba ve iki oğlu arasında nostaljik bir anıya tekabül eden maket araba parçalarını hediye etmesi ve kardeşinin anısının Jamie ile babası arasındaki köprü rolünü üstlenebileceği tavsiyesinde bulunması önem arz ediyor. İlişkilere dair somut bir bakış açısı getirildiğinde, ilişkilerin kaybolmadığı ve kullanıp kullanmama uhdesinin elimizde bulunduğu ifadesinde bulunmak doğru olacaktır. Bu bizi kayıplarımızla kurduğumuz ilişkilerin de istememiz halinde devam edebileceği neticesine ulaştırıyor. Fiziki bir boyutta varlığını sürdüremese de, temele yaşanmışlığın ve hatıraların alındığı ve bu referansla üstüne yenilerinin eklemlendiği bir ilişki devamlılığı hasıl oluyor. Böylelikle, yitirilen kardeşe dair anılar, babası ve Jamie arasında yeniden sıcak bir ilişkinin gelişmesine destek oluyor. Anna tarafından hediye edilen araba maketini birleştiren baba ve oğlun arabanın tekerleklerini eklemeyi unutması ve arabanın hareket edemeyecek olması da, ortak paydadaki kardeşin kaybına ve onun yaşamının durağanlığına yönelik filmin bir atfı olarak değerlendirilebiliyor.
İki Yol Var Demiştin : Ebeveynlerimizi Hayal Kırıklığına Uğratmak/Değişen Hayallerimiz
Eğitimini tamamlama tarihi yaklaşan fakat bir yandan da Jamie ile romantik ilişkisini yarıda bırakarak Amerika’ya dönmeye gönlü elvermeyen Anna, ailesi ile özel bir konuyu paylaşma ihtiyacı hissediyor. Daha 10 yaşından itibaren hayat planları pusulasına sadık kalan Anna, annesine, istediğini sandığı şeyleri artık istediğinden emin olmadığını ve yanlışı seçmeye dönük bir lüksünün bulunmadığını dile getiriyor. Kızının Amerika’ya dönmesini ve Goldman şirketinde işe girmesini dört gözle bekleyen annenin hayal kırıklığı kaçınılmaz olsa da, kızına bir seçim yapana kadar doğru ya da yanlışı seçtiğini bilmenin mümkün olmadığını, çocukluğundan bu yana her şeyi yapabileceğine dair motive ederken sadece yapabilme kapasitesinden bahsetmediğini ve kararlarını ne yönde verirse versin yanında olacağını anlatarak olgun bir ebeveynlik örneği sergiliyor. Anna’nın ailesiyle arasında geçen bu sahneler, bazen ebeveynlerimizi hayal kırıklığına uğratmanın ve pusulamızın yönünün değişebileceği bilgisinin de hayata dahil olduğunu kavratıyor.
Bir Dizi An
“Burada bir gelecek yok” söyleminin “Geleceğin hiçbir yerde garantisi yok” söylemiyle karşılaştığı ve iki söylemin birbirinin üzerine düştüğü bir film “Oxford Aşkım”. Okuduklarımızın, gördüklerimizin ve hayallerimizin bizdeki anlamlarının değişime / dönüşüme uğradığı. Her anı planlamakla, her küçük anı farkındalıkla yaşamanınsa ayrımının yapıldığı. Özel anları seçemediğimizi ve o an başımıza geldiğinde kucaklamamızın lazım geldiğini anlatan, klişe olarak düşünülebilecek hikayesini orijinal bir biçimde ekrana yansıtan, oyuncuları tarafından karakterleri başarıyla sunulan, dramı, romantizmi ve komediyi dozunda bir şekilde ayarlayarak izleyicisini farklı duygulara doyuran ve şans verenlerin içini sımsıcak kılacak bir film aynı zamanda. İzlemek isteyenler için, Netflix’de sizleri bekliyor, şimdiden herkese iyi seyirler!
Yönetmen : Iain Morris
Senaryo : Julia Whelan, Allison Burnett, Melissa Osborne
Görüntü Yönetmeni : Remi Adefarasin
Kurgu : Victoria Boydell, Kristina Hetherington
Müzik : İsabella Summers
Oyuncular : Sofia Carson, Corey Myclhreest, Dougray Scott, Catherine McCormack, Harry Trevaldwyn, Esme Kingdom, Nikhil Parmar, Poppy Gilbert, Nia Anisah, Hugh Coles
ABD / Romantik komedi / 112 Dk.