Amrum
ÇOCUĞUN GÖZÜNDEN NAZİZM
Fatih Akın’ın “AMRUM”u bir Alman adasında savaşın son haftasını anlatıyor
1940’ların soykırımına başka bir pencereden bakan film bir çocuğun yaşadığı psikolojik, ideolojik ve duygusal kırılmaları anlatıyor.
Fatih Akın’ın son filmi “Amrum” Mayıs ayında 78. Cannes Film Festivali’nin “Cannes Prömiyer” bölümünün açılışını yaptı. Bu yazımda izleyicileri ikiye bölen ve çok tartışılan bu film hakkındaki düşüncelerimi yazmak istiyorum. Filme bir gizem katan “Amrum”, adını konunun geçtiği bir adadan alıyor. 1945 ilkbaharında 2. Dünya Savaşı son günlerini yaşarken, olup bitenlerden pek haberi olmayan bu Alman adasının sakinlerinin ikiye ayrıldıklarını görürüz: Hitler’e sadık kalan, Nazi Almanya’sının yenilmez olduğuna kalpten inananlarla, sessizliği seçen ancak Almanya’nın yenilgisine inananlar aynı coğrafyayı paylaşmayı sürdürürler.
Film, ilk gruba dahil olan 12 yaşındaki, Hitler hayranı Nanning’in gözünden anlatılıyor. Fatih Akın’ın bu politik filmi, 2. Dünya Savaşı sürerken Alman halkının yaşadıklarının arka planını perdeye taşıyor. 1940’ların soykırımına başka bir pencereden bakan “Amrum” bir çocuğun yaşadığı psikolojik, ideolojik ve duygusal kırılmaları anlatan derinlikli bir yapım. “Paramparça” filminde olduğu gibi “Amrum”da da senaryoyu Fatih Akın ile birlikte yazan Hark Bohm, çocukluk anılarından yola çıkarak filmin başlama vuruşunu yaptı. Orijinal senaryonun fikrini vermesine rağmen yönetmenlik kariyerine sahip olan Hark Bohm, bu görevi sağlık sorunları nedeniyle Fatih Akın’ın yerine getirmesini talep etmiş. Akın’ın sıradışı projesi olarak lanse edilen “Amrum”, 12 yaşındaki bir çocuğun gözünden sadakat, fanatizm, masumiyet ve kimlik kavramlarını keşfetmek isteyen izleyiciler için anlamlı bir deneyim sunuyor.
FATİH AKIN’IN POLİTİK FİLMİ
Film, Nazi öğretimine bağlı bir anneye yardım etmeye çalışan, Hitler Gençliği mensubu bir çocuğun içsel gerilimini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Film, minimalist bir anlatım ve güçlü görsel estetik ile neorealist bir yaklaşım sergiliyor. İlk yarısında, Fatih Akın’ın durgun anlatımıyla zaman zaman sıkıcı olabilen film, 2. yarısıyla tempo kazanıp toparlanıyor ve müthiş bir final bölümüyle noktalanıyor. Avlamak için tehlikeli denizlere göğüs geren, geceleri balık tutmaya giden, annesinin ailesine bakmasına yardımcı olmak için yanlarındaki çiftlikte çalışan Nanning özverili, çalışkan, itaatkar bir çocuktur. Zorluklara rağmen, güzel ve rüzgarlı bir ada olan Amrum’daki yaşam neredeyse cennet gibidir, savaşın etkisini pek hissetmez.
Babası savaşta olduğu için annesiyle yaşayan Nanning, Hitler’e bağlı bir Nazi sempatizanı olan ve yeni doğum sonrası derin bir depresyona giren annesine de destek olmak zorundadır. Nanning annesinin yalnızca beyaz ekmek, tereyağı ve bal içeren isteklerini karşılamak için, takas ekonomili bir hayatta kalma planı yapıp, tüm enerjisini bu planı uygulamak için harcar. Bu malzemeleri bulabileceği yerlere ulaşabilmek için komşu kadının bisikletini ödünç alır. Ancak çabaları çok vakit alınca, Amrum adasının içinde bulunduğu gel-git’e yakalanır. Bisikletiyle deniz suları altında kalır. Filmin ilerleyen bölümlerinde, barışın gelişiyle birlikte masumiyetin yara aldığı, aile sırlarının açığa çıktığı ve ideolojik sorgulamanın başladığı bir süreç işleniyor. Hitler’in ölüm haberinin gelmesiyle film kasaba halkındaki değişimin izlerini inceliyor. Ancak nihayet barış geldiğinde, daha derin bir tehdit ortaya çıkar : düşman sanıldığından çok daha yakındır. Savaş sona erdiğinde, ailede yeni çatışmalar başlayınca Nanning kendi yolunu bulmak durumunda kalır. Savaştan sonraki barış dönemi de Almanlar için beklenmedik zorlukları beraberinde getiriyor. 2. yarısına hız kazanan mizanseni, açık anlatımı ile “Amrum” aşırı dramatik olmadan izleyicide derin duygular uyandırıp etkileyici olabiliyor. Nazizm ile doğrudan yüzleşmek yerine film, ideolojik bağlarını sorgulayan bir çocuk bakış açısına odaklanmayı tercih ediyor. Bazı eleştirmenler, Fatih Akın sinemasına alışık izleyiciler için, filmde fazla tasarımlı ve duygusal açıdan mesafeli bir yaklaşım olduğunu yazdılar.
Nazi Almanya’sının çöktüğü döneme odaklanan filmi için Fatih Akın : “Alman ruhu üzerine bir misyon” olarak gördüğünü ifade etmiş. Film tamamen Almanya’nın yakın tarihine ve Hark Bohm’un kişisel hafızasına odaklanıyor. Film Nazizm ve aile ideolojisi arasında kalan bir çocuğun kişisel yolculuğu gibi politik meseleyi incelikli bir yorum ile anlatıyor. Bu filmde Fatih Akın’ın tipik coşkulu stilinden farklı olarak sakin, duygusal açıdan mesafeli bir sinema dili benimsediğine tanık oluyoruz. Bir eleştirmen “Amrum”u : “Basitliğin gücünü kullanarak izleyiciyi derinden etkileyen nadir bir film” olarak niteledi. Fatih Akın alışılmış Almanya – Türkiye diaspora temaları yerine, Nazi Almanyasından tarihsel bir konuyu ele alıyor.
Görsel olarak romantik ve şiirsel olsa da film, ideolojinin dokusunu da hissettirmede başarılı. Fatih Akın yine izleyicisini düşünmeye zorlayan bir sinema dilini benimsiyor. Yer yer fazla tasarlanmış anlatım tarzı, ilk yarısındaki durağan temposuyla film, “tipik Fatih Akın sinemasından uzak” olarak görülüyor. Filmin İtalyan Neorealizminin sadeliğini akla getirdiğini söylemek mümkün. Fatih Akın : “Hark hikayeyi ilk anlattığında aklıma hemen Vittorio de Sica’nın Bisiklet Hırsızları / Ladri di Biciclette ve Çocuklar Arasında / İ Bambini Ci Guardano filmleri geldi. Nanning’in gece deniz kıyısında odun aradığı sahneler bana Charles Laughton’un Caniler Avcısı filmini hatırlattı. Filmin genel atmosferi Rob Reiner’in Benimle Kal / Stand By Me ruhunu taşımasını istedim. Böylece kendi yolculuğum bu film ile kişisel bağ kurdu.”
NAZİZM İLE YÜZLEŞEBİLMEK
Görüntü yönetmeni Karl Walter Lindenlaub’un soğuk doğa tonları, atmosfer ile bütünleşerek anlatının duygusal yoğunluğunu destekliyor. Lindenlaub’un kaydettiği nefis doğa görüntüleri, şiirsel sahneleriyle, ilk yarısıyla “Fatih Akın düşüşe mi geçti ?” sorusunu sorduran “Amrum”, az diyaloglu, sessiz bir drama olarak geçer not alıyor. Yönetmenin bu 12. filmi, 2 Dünya Savaşının son haftasında ailesinin karmaşık sırlarını, her gün biraz daha ortaya çıkaran genç Nanning’in, sonunda cennetten kovulana kadar süren yolculuğunu anlatıyor. Bu rolde harika bir çocuk oyuncuyu keşfediyoruz. 12 yaşındaki Nanning’i canlandıran, başarılı oyuncu kadrosunda öne çıkan Jasper Billerbeck, diyalogsuz ama güçlü ve şaşırtıcı performansıyla sinemadaki ilk rolünde, içtenlikli yüzünün duygusal yükü taşıması dikkat çekici. Filmin baş kadın oyuncusu olmayan Diane Kruger, az tahsilli kaba saba köylü kadın Tessa rolünde klasını konuşturuyor. Alman aktris F. Akın’ın “Paramparça / İn The Fade” filmiyle Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazanmıştı.
Çocuklarla ilgili soykırım filmleri arasında, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir / La Vita E Bella” (1997), Yahudi bir babanın götürüldüğü toplama kampının korkunç gerçeklerini oğlundan saklamak için her şeyi bir “oyun” olarak göstermesini anlatır. Agnieszka Holland’ın “Europa / Europa”sı (1990), Nazi Almanyasında oğlunu kurtarmak için Hitler Gençliği’ne katılan Yahudi bir babanın, konusunu gerçek hayattan alan bir film. Michael Haneke’nin “Beyaz Bant / Das Weibe Band”ı 1. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın kuzeyindeki küçük bir köyde yaşayan garip olaylara çocuk gözüyle bakan, Altın Palmiye Ödüllü bir başyapıttı. “Hoşçakalın Çocuklar / Au Revoir Les Enfants”da (1987) Louis Malle Holokost sırasında bir Katolik yatılı okulunda Yahudi çocukları korumaya çalışan Fransız bir rahibi merkezine alan otobiyografik bir filmdi.
George Stevens’ın “Anna Frank’ın Hatıra Defteri / The Diary of A.F.”ı Hollandalı Yahudi bir kızın Nazilerden saklanırken tuttuğu günlüğe odaklanan filmdi. “Grave of the Fireflies” (1988) 2. Dünya Savaşı sırasında 2 Japon kardeşin hayatta kalma savaşını anlatan animasyon filmiydi. Elem Klimov’un “Gel de Gör / Come and See” (1985) Belarus’lu 13 yaşındaki çocuğun Nazi işgaline karşı savaşını anlatıyordu. “Boyalı Kuş / The Painted Bird” (2019) Jerzy Kosinski’nin romanından Vaclav Marhoul’un uyarladığı filmde, 2. Dünya Savaşı sırasında yetim kalan ve sığınacak kimsesi olmayan bir çocuğun yolculuğunu izlemiştik. Mark Hertman’ın “Çizgili Pijamalı Çocuk / The Boy in the Stiped Pyjamas”ında (2008) Nazi bir subayın oğlu tel örgülerin ardında tanıdığı Yahudi yaşıtıyla arkadaşlık kurar.
Almanya’da bir Türk Ailenin oğlu olarak doğan Fatih Akın’ı (52) sinema dünyası kariyerini bu ülkede yaptığı için Alman yönetmeni olarak tanır. Uluslararası başarısını, intihar eğilimli bir genç kadının yaşadıklarını anlatan “Duvara Karşı / Gegen Die Wand” (2004) ile tanıdı. Berlin’de Altın Ayı ve FİPRESCİ Ödüllerini kazanan film Sibel Kekili ve Birol Ünel’i vitrine taşıdı. “Paramparça (2017) kocası ve oğlunu bir bombalı saldırıda kaybeden bir kadının intikam öyküsüydü. “Yaşamın Kıyısında / the Edge of Heaven” (2007), babasının eski sevgilisini bulmak için İstanbul’a gelen bir Türk’ü merkezine alıyordu. Film Cannes’da En İyi Senaryo ve Ekümenik Ödülü kazanmıştı. “Aşka Ruhunu Kat” (2009) ile Venedik’te Jüri Ödülü kazandı. “Altın Eldiven / Der Goldene Handschuh” (2019), 1970’lerin Hamburg’unda dehşet saçan bir seri katili öyküsüydü
Yönetmen : Fatih Akın
Senaryo : Fatih Akın, Hark Bohm
Görüntü Yönetmeni : Karl Walter Linderlaub
Müzik : Stefan Hainbach Götsch
Kurgu : Andrew Bird
Oynayanlar : Jasper Billerbeck, Laura Tonke, Diane Kruger, Detlev Buck, Lisa Hagmeister, Matthias Schweighifer
Almanya / Tarihi-Savaş-Dram / 93 Dk.