Naim : Cep Herkülü
Gölgede duranın gölgesi olmaz..
Değerli yapımcı arkadaşım Mustafa Uslu, Naim Süleymanoğlu‘nun yaşamını filme çekeceğini söylediğinde çok heyecanlanmıştım. Nasıl heyecanlanmayayım ki.. Yakın tarihte dünya spor tarihine ismini altın harflerle yazdırmış, herkesin hayran olduğu dünya ve Türkiye için çok önemli bir sporcunun yaşamı anlatılacaktı. İşin içinde Mustafa Uslu‘da olunca iyi bir iş çıkacağından adım gibi emindim. Ama, basın gösteriminde filmi izleyince hayal kırıklığına uğradım, yanılmıştım. Suç, daha çok senaryoyu yazan Barış Pirhasan‘ın. Anlaşılan o ki Barış senaryoyu yazarken Naim‘i çok fazla önemsememiş. Mustafa bey ve danışmanları, keşke senaryoyu iyi okuyup müdahale etseydi.
Olay bununla da kalmamış. Mustafa beyin teknik ekibi o kadar özensiz ve dikkatsiz ki dünya halter tarihine mal olmuş bir ismin olimpiyatlara katılış tarihini (Offline’a düştüğü söylenen Basına gösterilen kopyada) yanlış yazıyor kimsenin dikkatini çekmiyor, ölüm tarihini yanlış yazıyor kimsenin dikkatini çekmiyor. Ve sayamayacağım bir çok hata ve gaf. Bu benim açımdan anlaşılabilir bir durum değil. Bu, yapımcı adına bir skandal. Mustafa beyin yerinde olsam bu hata üzerine hata yapan, bir çuval inciri berbat eden ekibin işine hemen son veririm.
Bir insan çok şeyi değiştirebilir..
Filmde, Bulgaristan’da yaşayan Naim‘in küçük yaşta halter sporu ile nasıl tanıştığı, yaşı büyütülerek nasıl milli olduğu, ailesinin ve orada yaşayan Türklerin ne zor şartlar altında yaşadığı ve Türkiye’ye nasıl iltica ettiği anlatılıyor. Birleşik Devletlerin vatandaşlık teklifini kabul etmeyip orada Bulgaristan’da yaşayan Türklerin gördüğü zulümü anlatması filmin kayda değer sekanslarındandı. Bir sahne de, Naim‘in bir halter kaldırışından sonra elini yumruk yaparak ileri uzatan zafer sevincini özgürlük heykelinin meşale tutan ileri uzanmış eli ile özdeşleştirme keyifliydi.
Naim‘in Türkiye’ye ilticasından sonra dizanteri hastalığına yakalanıp asker hastanesi GATA‘da tedavi olması, o zamanlarda ki sağlık sistemimizi yerden yere vuran sekanslardan. Naim, o hasta haliyle korumaları ve doktoru ile hastaneden çıkıyor, halter çalıştığı salona geliyor ve olimpiyatlara hazırlanmak için kırk gün boyunca o salonda yatıp kalkıp çalışıyor. İşin tuhaf tarafı antranörü olmadan tek başına çalışıyor. Türkiye’nin o yıllarda hiç mi halter antrönörü yoktu merak ettim doğrusu. Yokmuşsa da bu Türkiye’nin ayıbı olsun.
O dönemin Başbakanı Turgut Özal‘ın Naim’e seni benim teyyare ile getirdim demesi beni güldürdü. Benim teyyare:)) Filmin bir sahnesinde ise Naim’i evlerinde saklayan Türklerden birisinin, Bulgarlar tarafından Naim’in yaşının yükseltilmesine verdiği ”-Bizim memlekette de 17 yaşında ki çocuğun yaşını büyüttüler asmak için” yanıtı Türk adalet sistemine gönderme niteliğindeydi. Bilmeyenler için yazayım, 1980 darbesinden sonra o yaşı büyütülerek asılan gencin ismi ”Erdal Eren” di.
Ben şahsen, filmide Naim‘in yarıştığı Dünya şampiyonaları ve olimpiyatlardan daha çok görüntülere yer verilmesini arzu ederdim. Özellikle, en büyük rakibi ve arkadaşı Yunanlı halterci Valerios Leonidis ile yarıştığı kareler anlatılan hikayede çok şık dururdu. Kaldı ki Valerios Leonidis Naim’in cenazesine gelmiş, hakkında övgü dolu sözler sarfetmiş ve tabutuna omuz vermişti.
Filmde Naim rolünü canlandıran Hayat Van Eck‘i beğendim. Oldukça doğal ve içten gelen bir oyun sergilemiş. 19 yaşındaki Hayat‘ı ilk filmi ”Daha” filminde de çok beğenmiştim. Hayat, oyunculuk kariyerinde üzerine koyarak hızla yol alıyor. Şansı bahtı açık olsun. Diğer beğendiğim oyuncu ise Naim‘in annesini canlandıran Selen Öztürk oldu. Duygu yoğunluğunu, vücut dili ve mimikleri ile çok güzel yansıttı. Filmin senaryosunu, kurgusunu beğenmedim. Müzikleri ise fena değildi. Yönetmeni ise bana göre bu film için oldukça yetersiz bir isim.
Sözün Özü : Film, her ne kadar hatalar, gaflarla dolu olsa da Naim‘i bilip özleyenler için çok iyi fırsat. Efsanevi halterci Naim Süleymanoğlu‘nun yaşadığı yeri, çocukluğunu, ailesini, Türkiye’ye kaçışını ve halter kaldırışını yeniden görmek umarım sizi de mutlu eder.