Ma
Ben sizin annenizim!
Konusu itibariyle korku sinemasında çok özgün sulara açılmasa da, filmin yönetmeninin ve başrol oyuncusunun isimleri ve kariyerleri, Ma’nın benzerleri arasında sivrilebileceği izlenimi veriyordu. Senaryosu bazı diğer korku filmlerinde olduğu gibi klasik şablonları izlese de, zaman zaman bu tür gerilim filmlerinin de etkileyici yönetmen dokunuşları, şaşırtıcı senaryo virajları ve güzel kurulmuş bir atmosfer sayesinde, belki çok özgün değil ama tatmin edici sonuçlar verdiğine şahit olmuştuk. Üstelik filmin dümeninde Tate Taylor gibi gerilim ve fantastik türüne yabancı olmayan (‘Trendeki Kız’ ) bir yönetmen-oyuncu olması ve başrolünde ise gerektiğinde senaryonun bütününü sırtlayacak kapasitede Octavia Spencer gibi bir oyuncu bulunması ortalamanın üstünde bir korku/gerilim filmi izleme umudumuzu pekiştiriyordu. Bütün bunlara rağmen sonucun ikna edici olduğunu söylememiz biraz zor…
Erica ve kızı Maggie, ailenin babası onları terk ettikten sonra yıllar önce bıraktıkları California’ya geri dönmüşlerdir. Erica şehrin kumarhanesinde bir garsonluk işi bulmuş ve evini geçindirmeye, kızı Maggie ise yeni geldiği liseye ve yeni arkadaş çevresine uyum sağlamaya çalışmaktadır. Maggie bir gün sınıf arkadaşlarıyla içki satın alıp eğlenmek için (kendisinin ve arkadaşlarının yaşı tutmuyor) Sue Ann adlı bir kadından yardım ister. Bu ilk yardım ve böylece oluşan bağ, daha sonra, yalnız yaşayan Sue Ann’nın onlara ve birçok arkadaşlarına evinin bodrumunda partiler yapmaya izin vermesiyle gelişir. Kısa zamanda gençlerin Ma adıyla seslendikleri Sue Ann’nın sempatik ve Anaç görüntüsünün altında sakladığı sırlar ortaya çıkmaya başlar.
İki türü harmanlamak.
90’lı yıllarda çekilen korku/gerilim filmlerinde asıl olarak gözümüze çarpan iki tür yaklaşım vardı: Bunlardan ilki özellikle ergenleri katleden bir seri katil hikayesini sunan (başka bir deyişle slasher-movie’ler) diğeri ise bir
arkadaş grubuna veya aileye sızan tehlikeli bir ‘yabancı’yı gösteren filmler. Yönetmen ‘Ma’ filminde sanki bu iki tür hikaye tarzını harmanlıyor ancak çıkan sonuç, ikisinden de güç alan değil aksine ne tamamen biri ne de öteki olabilen ‘Kokteyl’ gibi bir film oluyor. Bu başarısız ‘Aynı potada eritme’ isteği, biraz güçlü bir hikaye ve şaşırtan karakterlerle filmi ayrı bir kulvara taşıyabilecekken, daha çok sürprizlerin önceden tahmin edilebilmesine, karakterlerin film boyunca ciddi bir değişim yaşamamasına (bizce büyük bir handikap!) ve sonuç olarak filmin lokomotifi ana karakteri bile tam bir yere oturtamamamıza yol açıyor.
Ma’nın kötülüğü…
Filmin kuşkusuz en önemli karakteri Sue Ann’nın nam-ı diğer Ma’nın göründüğü biri gibi olmadığını, gizli kapaklı işler çevirdiğini ve arkadaşlık kurduğu kişilere bir anlamda ‘yapışacağını’ tahmin edebiliyoruz ancak asıl problem Ma’nın ‘Kötülük’ derecesinin tam belli olmamasında daha doğrusu film boyunca sürekli değişmesinde yatıyor. Mesela Ma filmin ilk bölümünde, sırları olan, rahatsız edici derece ısrarcı, sorunlu ve yalnız bir kadın gibi gösterilirken film ilerledikçe eylemleri giderek daha şiddetli, daha sert, daha kanlı ve daha kötü olmaya başlıyor. Bu tanışma-yakınlaşma-durgunlaşma-uzaklaşma ve sonunda düşman olma evreleri ‘Yabancıya karşı aile (veya arkadaşlar)’ filmlerinde izlenen bir klasik akıştır ancak burada bu ‘kötülük tohumları’ en baştan beri Ma karakterinin içinde var mıydı yoksa bağ kurduğu gençler ona sırt çevirince mi işler bu raddeye geldi, kestiremiyoruz.
Yönetmen filmin başından beri bazı flash-back parçalarıyla Ma karakterinin geçmişinde bir travma bulunduğunu, çok yalnız bir kadın olduğunu, çalıştığı veteriner kliniğinde patronu tarafından biraz itilip kakıldığını gösterip, başkarakterin insancıl yönüne eğiliyor. Bu yaklaşımı kabul edersek nasıl böyle bir karakterin film ilerledikçe bu derece gaddarlaştığını ve (tabii ki sürpriz bozmamak için açıklayamayacağımız) gerçekten korkutucu eylemlerde bulunduğunu tam olarak anlayamıyoruz.
Yan karakterlerin tek boyutluluğu…
Filmin merkezini ve can alıcı noktasını asıl ana karakter temsil etse de onunla bir denge noktası oluşturacak diğer önemli karakter(ler)in en azından belli ölçülerde ilginç olmasını bekleriz. Buradaki ergen grubu parti yapmak ve birbirleriyle flört etmek dışında pek başka amaçları yokmuş gibi davranıyorlar. Diğer önemli karakter Maggie’nin, annesi Erica’yla tartışmaları minimum düzeyde de olsa sahnelere biraz hareket katıyor ancak bunların da hikayeye ciddi bir katkısı olmuyor. Oysa ki bizce, hikayeye parti yapan ergenlerin ebeveynleri daha fazla ve erken müdahil olsalardı senaryo daha ilginç bir yöne gidebilirdi. Bu anlamda sadece Maggie’nin erkek arkadaşı Andy’nin babası Ben olaya biraz dahil oluyor ve tam da bu sekanstan sonra olaylar daha heyecanlı hale geliyor ancak bu sekansın da devamı gelmiyor daha doğrusu grotesk’e varan bir sahneyle noktalanıyor. Maggie’nin annesi Erica ise oldukça geç bir şekilde ucundan kıyısından hikayeye dahil oluyor.
Sonuç olarak ‘Ma’ filmi çok iddialı olmayan ama keyif verebilecek, sevdiğimiz türden bir gerilim olabilecekken, çok sağlam olmayan ve kopuk bir hikaye, çok özel çizilmemiş yan karakterler, bazı basit sürprizler ve gereksiz derecede kanlı bir finalle etkilemeye çalışan vasat bir yapım olarak nitelendirilebilir. Filmi izledikten sonra aklımızdan geçen asıl düşünce ‘Octavia Spencer’e yazık olmuş!’ oluyor.
Yönetmen : Tate Taylor
Oyuncular : Octavia Spencer, Diana Silvera, Juliette Lewis, Corey Fogelmanis, Dominic Burgess, Dante Brown, Tanyell Waivers…
Ülke : ABD
Çok beğendiğim bir film, yazınız çok başarılı…
Film bittiginde sadece sunu dusundum.Octavia Spenser tek basina filmi göturmus.Cok basarili bir oyuncu.Insanlarin acimasizligi uzerine kurulu bir film.Asagilanma ve dislanmaya ugramis ruhun kendini ve kendine zarar verenleri yavas yavas feda etmesi,Eden bulur