72. Cannes Film Festivali’nde neler yaşandı?
72. Cannes Film Festivali’nde İnarritu başkanlığındaki jüri Almodovar’ı yine ödül listesinin dışında bıraktı. Güney Kore’nin ilk Altın Palmiyesini 21 filmlik seçkide öne çıkan iki filmden biri Bong Joon-Ho’nun ‘Parasite’i ipi birincilikle göğüslerken, diğer favori Almodovar’ın ‘Acı ve Zafer’ini jüri görmezden geldi. Yarışmanın en kötülerinden ‘Atlantiques’ Büyük Ödülü alırken, hiç kimsenin dikkatini çekmeyen Emily Beecham En İyi Aktris seçildi.
Jüri Ödülü yenilikçi ‘Les Misarebles’ ile Brezilya filmi ‘Bacurau’ arasında paylaştırıldı. Antonio Banderas kariyerinin belki en iyi performansında En İyi Aktör Ödülü ile taçlandırıldı. Celine Sicamma’ya verilen En İyi Senaryo Ödülü’ne kimse anlam veremedi. Jürinin en isabetli kararı Filistinli Eli Suleiman’a ‘It Must Be Heaven’ ile verilen Özel Mansiyon idi. 72. Cannes Film Festivali geçen yıl olduğu gibi, Asya sinemasının zaferiyle sonuçlandı. Bong Joon Ho ‘Parasite / Gisaengohung’ ile ülkesi Güney Kore’yi ilk Altın Palmiyesi’ni kazandırdı.
Alejandro Gonzales İnarritu başkanlığındaki jüri heyeti Cannes jürilerinin Pedro Almodovar’a 20 yıldır sürdürdükleri Altın Palmiye eziyetine son vermedi. İspanyol yönetmen ‘Acı ve Zafer / Dolor y Gloria’nın aktörü Antonio Banderas’ın kazandığı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ile teselli bulmadığını gösterircesine ödül törenine katılmadı.
Yine düş kırıklığı yaşayan Madrid’li yönetmenin son derece kişisel filmi, festival boyunca herkes tarafından festivalin iki favorisinden biri olarak gösteriliyordu. Bir filmin içerdiği sanatsal meziyetler kendisine bir festivalde en büyük ödülü getirmesine yetmiyor. Filmin jüri üyelerinin her birini etkileyecek hasletlerle sahip olması da gerekiyor. Jane Campion 2014’te başkanı olduğu jürinin ‘Kış Uykusu’nu Altın Palmiye’ye layık görmesini şu cümleyle açıklamıştı: “Filmi izlerken tümümüz büyülenmiş gibiydik. Filmin bitmesini hiç istemiyorduk.”
ALTIN PALMIYELİ BEŞ YÖNETMENİN DÖRDÜ ÇUVALLADI
72. festivalin bende bıraktığı intiba, önceki yıllarda Altın Palmiye kazanmış beş yönetmenin filmleriyle düş kırıklığı yaşatmaları oldu. Dardenne Kardeşlerin, Quentin Tarantino’nun, Abdellatif Kechiche’in filmleri eski yaptıklarının seviyesinin çok uzağındaydılar.
Terence Malick ile Ken Loach’ın filmleri başyapıt sayılmasa da kaliteleriyle fark yarattılar. Eski Altın Palmiyeli bu yönetmenler arasında ödül listesine girmeyi başaran Belçikalı yönetmen kardeşlere verilen ‘Mizansen Ödülü’ çok tartışıldı. Çünkü hiçbir özelliği olmayan, sıradan bir mizansendi.
Bu yılın seçkisine girmeyi başaran 21 filmi üç kategoride toplamam mümkün: Fantastik, polisiye ve komedi.
Bu son türe giren ‘Parasite’ ile toplumsal eleştiriye, ‘Atlantique’ ile Afrikalı göçmenlere, ‘Genç Ahmed / Le Jeune Ahmed’ ile radikalizmin tehlikesine, ‘Les Misserables’ ile banliyöde yaşayan kızgın gençliğe, ‘Bacarau’ topraklarından kovulmak istenen köylülere, ‘Little le Joe’ ile genetik manipülasyonlara, ‘portrait de la Jeunne Fille En Fue’ ile kariyerlerinin ve arzularının bilincindeki kadınlara, Elia Suleiman’ın ‘It Must Be Heaven’ ile tüm dünyanın ülkesi Filistin kadar tehlikeli bir yer haline geldiğini gören sanatçıya, jüri verdikleri karar ile kendilerini yakın bulduklarının mesajını verdi.
Gelelim jürinin eleştirilen ödüllerine: Hiçbir özelliği olmayan, ilkel sinematografisiyle konusunu iyi anlatamayan, naif bir film olan (Mati Diop’un ilk uzun metrajlı filmi) ‘Atlantique’e yarışmanın ikincilik ödülünün verilmesi tek kelimeyle fiyasko idi.
Tek özelliği görsel estetiği olan, ensest ilişki filmi ‘Portrait de la Jeune Fille En Feu’ye senaryo ödülünün verilmesini kimse anlayamadı.
‘Sibyl’deki Virgine Elfira’nın, ‘Gizli Hayat’taki Valeria Pacher’in, ‘Portrait de la Jeune Fille En Feu’deki Adele Hanael – Neomie Merland ikilisinin görkemli performansları dururken, hiç kimsenin dikkatini çekmeyen ‘Little Joe’daki sıradan Emily Beachan’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne anlam vermek zordu.
JÜRININ GARİP KARARLARI
İşin garibi dokuz kişilik jürinin (Elle Fanning) dışındaki sekiz üyesinin mesleğinin yönetmenlik olmasıydı. İnarritu ödül dağıtımından önce yaptığı uzun konuşmasında, (her konuşmasını çok uzun tuttuğu için geveze olduğunu söylemek mümkün) başkanı olduğu jüri heyetinin seçimlerinde sosyal ve politik ön yargının olmadığının altını çizdi: “Ödüle layık gördüğümüz dokuz film de toplumsal açıdan ‘doğru filmlerdi’” dedi. Ödül listesinin bir başka mağduru veteran İtalyan usta Marco Bellocchio idi. Uluslararası eleştirmenler tarafından çok beğenilen ‘Hain / İl Traditore’ İtalyan tarihinde mafyaya vurulan en büyük darbeyi, Tommaso Buscetta’nın itiraflarından sonra 475 Cosa Nostra mensubunun tutuklanmasını anlatıyor.
İtalyan kökenli Coppola, Scorsese, De Palma, Ferrara gibi Amerikalı yönetmenlerin aksine Bellocchio Mafya’yı yücelterek anlatmıyor. İzleyici Sicilya’daki mahkeme sahnelerini bir tenis maçı heyecanıyla izliyor.
Antonio Banderas ödül töreninde “Canlandırdığım karakterin, Pedro Almodovar olduğu bir sır değil. 40 yıl önce tanıştık. Birlikte sekiz film yaptık. Onu seviyor, hayranlık ve saygı duyuyorum. O benim mentörümdür. Hayatıma çok şey kattı. Ödülümü ona ithaf ediyorum. 113 filmde oynadım. Kariyerimin en büyük keyfini ‘Acı ve Zafer’in çekim aşamasında yaşadım” dedi.
72. Cannes Festivali’nde en büyük yenilgiyi Amerikan sineması aldı. Yarışmadaki Terrence Malick (Gizli Hayat), Quentin Tarantino (Bir Zamanlar Hollywood), Jim Jarmush (Ölüler Ölmez) ve İra Sacks (Frankie) gibi dört ağır topunun mevcudiyetine rağmen Hollywood Cannes’da sınıfta kaldı. Ancak önceki yıllarda görüldüğü gibi Oscar yarışında intikam alma şansları var.
ASYA SİNEMASI İKİ YILDIR ZİRVEDE
Asya sineması son iki yıldır Cannes’a damgasını vuruyor. Hirokazu Kore-eda geçen yıl, hırsızlıkla geçinen fakir bir ailenin öyküsünü anlattığı ‘Arakçılar / Shoplifters’ ile Altın Palmiye Ödülü’nün sahibi olmuştu.
Aralarında akrabalık bağı olmayan ama aynı evde yaşayıp, aynı masa etrafında yemek yiyen beş kişilik bir aile, aralarında aldıkları fakir bir kız çocuğuyla mutlu bir hayat sürüyorlardı. Bu yılın Altın Palmiye Ödüllü filmi ‘Parasite’te, bodrum katında yaşayan tümü işsiz dört kişilik ‘Ki Taek ailesi’ hile ve entrika ile zengin bir evde işe alınınca şımardıkça şımarıyor.
Son iki Altın Palmiyeli filmin fakir aileleri başta karınlarını doyurmak için hırsızlık yapıyor, ayakta kalabilmek için her türlü yolu mubah sayıyordu. Japon aile hileyle bir ayağı çukurda yaşlı kadının sigortasını dolandırma peşindeyken, G. Kore filminde işi girme şansını bulan fakir aile açgözlülük de sınır tanımıyor.
Ödül töreninden sonra Bong Joon Ho’nun basın toplantısına katıldım. Altın Palmiyesi elinde Koreli yönetmen, “Filme başlarken yerel bir konuyu işlediğim için batıda ‘Parasite’in anlaşılamamasından korkuyordum. Ancak evrensel bir konuyu işlediğimi görerek endişem dağıldı” dedi. “Senaryosunda değişik türleri nasıl birleştirdiniz?” sorusuna ise Koreli usta “Senaryo yazılımında türleri hiç düşünmem, sadece karakterlerime odaklanırım” cevabını verdi.
Sinemadaki tercihi konusunda Bong Joon Ho, “Hayranı olduğum Fransız sinemasından çok ilham aldım. Sıkı bir Henri Georges Clouzot ve Claude Chabrol hayranıyım. 12 yaşından beri sinema fanatiği idim. Nitekim onu meslek olarak seçtim” dedi.
Değişik sosyal sınıflara mensup G. Koreli iki ailenin yolunun kesişmesinden, Bang Joon Ho etkileyici bir toplumsal eleştiri çıkıyor. Film bu yönüyle Jean Renoir klasiği ‘La Regle de Jeu’yü akla getiriyor.
DARDENNE KARDEŞLER VE ELİA SULEİMAN
Cannes’da yarışmaya katıldıkları sekiz filmde iki Altın Palmiye, bir Jüri Büyük Ödülü, bir Senaryo Ödülü ve bir En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanan Jean Pierre ve Luc Dardenne, bu yıl ‘Genç Ahmed / Le Jeune Ahmed’ ile Cannes’dan En İyi Mizansen Ödülü ile ayrıldılar.
Amatör ve tanınmamış oyunculara filmlerinde yer vermemeleriyle tanınan Belçikalı Kardeşler, bu özelliklerini son filmlerinde de tanınıyorlar. Ahmed’i oynayan İdir Ben Addi adlı bir yeniyetme.
Dardanne’ler kendilerine Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü kazandıran ‘Lorna’nın Suskunluğu’ (2008) filminde göçmen sorununu işlemişti. Yine üç yıl önce Cannes’da yarıştıkları ‘Bilinmeyen Kız / La Fille İnconnue’nün genç kadın doktor kahramanı bir göçmen kızın cinayetindeki gizemi çözmeye çalışıyordu.
‘Genç Ahmed’ babasız büyüyen 11-12 yaşlarındaki göçmen bir çocuk. Kuranın köktendinci bir yorumuyla kendisini etkileyen imamın sözünden dışarı çıkmayan Ahmed, sevgilisi Yahudi olan Müslüman öğretmeni İnes’i öldürmeyi aklına koyar. Dardanne Kardeşler cesur ve duygu sömürüsünden uzak, taraflara eşit mesafede duran bu filmleriyle, insanın içini acıtan, dokunaklı ve etkileyici öykülerini sürdürüyorlar.
‘Kutsal Direniş / İntervation Divine’ ile Cannes’da 2002’de Jüri Ödülü kazanan Nazareth doğumlu (59) Filistinli yazar – artist – yönetmen Elia Suleiman bu yıl Cannes’dan eli boş dönmedi.
Uluslararası Sinema Yazarları Birliği’nin (FIPRESCI) En İyi Film seçtiği ‘It Must Be Heaven’ı İnarritu başkanlığındaki jüri özel bir mansiyonla ödüllendirdi. Bu otobiyografik filmde ‘dünya vatandaşı’ konumundaki Suleiman, kendisini oynarken dünyanın üç köşesinden (Paris, New York ve Nazaret)ten ‘insanlık durumu’ tespitlerini yapıyor.
FIPRESCI ödülün gerekçesini şöyle açıkladı: “Mizahtan beslenen içeriğiyle ‘It Must Be Heaven’ kültürel farklılıkları, politik kriterler ve dinlerüstü bir hikaye anlatıyor. Dikkatli bir gözlem gücünün eseri olan film, sergilediği koreografik sinematografisiyle, absürt tonuyla iki yüzlülüğümüze ayna tutuyor.
Film boyunca başından eksik etmediği şapkasıyla, ciddi bir yüzle kameraya dik bakışlar atan, Buster Keaton ve Jacques Tati gibi hiç konuşmayan (bir iki cümle dışında) Elia Suleiman tespitleriyle usta bir filozof olduğunu kanıtlıyor. Festivalin son gününe konan bu minimalist filmi, Cannes’dan erken ayrılanlar izleme olanağını bulamadı. Ama iki jüri heyeti filme ilgisiz kalamadı.
Ülkesinden kaçarak hayatını New York’ta sürdüren, İsrailli Amos Gitai ile 1997’de ‘Guerre et Paix A Vesoul’da iş birliği yapan Elia Suleiman’ın filmlerinde ülkesi Filistin’in kendisini gölge gibi takip ettiğini gözlemleriz. ‘It Must Be Heaven’ın New York ve Paris sokaklarında geçen absürt komedisinde, her gördüğünün kendisine ülkesini hatırlattığını anlıyoruz. Seyahat dönüşü ayağımın tozuyla yazdığım bu yazıyı burada bitirmek zorundayım. Ödül listesindeki diğer filmlerin değerlendirmesine haftaya devam edeceğim.
CANNES ÖDÜLLERİ
l Altın Palmiye : Parasite / Gisaenchung (Bang Joon-Ho)
l Büyük Ödül : Altantique (Mati Diop)
l Mizansen Ödülü : Le Jeune Ahmed – Jean Pierre, Luc Dardenne
l Jüri Ödülü :
1- Les Misarebles (Lady Ly)
2- Bacarau (Kleber Mandoça Filho ve Juliano Dornalles
l En İyi Erkek Oyuncu : Antonio Banderas – Pedro Almadovar’ın Dolory y Gloria filmiyle
l En İyi Kadın Oyuncu : Emily Beecham Jessica Hausner’ın Little Joe filmiyle
l En İyi Senaryo : Celine Sciamma – Portrait de la Jeune Fille eu Feu
l Özel Mansiyon : Elia Suleiman – It Must be Heaven