Nil’de Ölüm / Death on the Nile

Kenneth Branagh’nın ikinci Hercule Pirot’su…

Aslında “Nil’de Ölüm” 2020’de gösterilmeye hazırken, Covid 19 salgını sebebiyle ancak yenilerde vizyona girmekte olan bir film. Pandemi yüzünden geciktirildiği söylense de, asıl sebebin oyunculardan Armie Hammer hakkındaki aşırı psikolojik, duygusal ve cinsel şiddet içeren tecavüz suçlamalarının unutulmasının zaman bırakılması olduğunu tahmin etmek için ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot almak gerekmiyor.

Call me by Your Name” ile ünü doruğa çıkan, ilk gençlik aşkı ile yıllarca mutlu bir evlilik sürdürmüş olan iki çocuk babası Armie Hammer’in eşiyle 13 yıllık beraberliklerini bitirmelerinin ardından, tecavüz ve taciz iddialarının ortaya çıkması skandala yaratmış, oyuncu bu iddiaları reddetse de, sürdürdüğü veya anlaşması yapılmış birçok projeden çıkarılmıştı. “Nil’de Ölüm” yapımcılarından Ridley Scott, bir süre önce “All the Money in the World” filminde benzer sebeplerle itibardan düşen Kevin Spacey’in sahnelerinin Christopher Plummer’le yeniden çekilmeleri benzeri bir çözüm önermiş, ancak Simon Doyle karakteri filmde öne çıktığı ve Armie Hammer’in tüm diğer oyuncularla beraber çok sayıda sahnesi çekilmiş olduğu için, önce öneriyi dikkate alan Disney yetkilileri, zarar kontrol dışı boyutlara erişeceğinden yeniden çekimlerden vaz geçerek filmi bir süre bekletmeye karar vermişlerdi. Bu sebeple uzunca bir süre raflarda bekletilmiş olan “Death on the Nile / Nil’de Ölüm” ancak bugünlerde vizyona giriyor.

Bilindiği gibi “Nil’de Ölüm”, çoğu Anglo-American yolculardan oluşan gezgin gurubunun 1930’ların sonlarında Nil nehri üzerinde, buharlı ve yandan çarklı bir gemide yaptıkları Mısır gezisindeki ürkünç bir cinayeti, ve yolcular arasında bulunan ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot’nun, tabii ki bu yazıda açıklanmayacak olan, kimin katil olduğunu bulmasının öyküsü.

Murder on the Orient Express / Şark Ekspresinde Cinayet”in (2017) ardından bir ikinci Agatha Christie uyarlaması için yeniden bir araya gelen yönetmen Kenneth Branagh ile senarist Michael Green olaylarda Christie’nin 1937’de yazmış olduğu metne sadık kalırken, kişilerde kimi değişiklikler yaparak homofobi, zenci düşmanlığı gibi konulara da değinmişler. Jennifer Saunders ve Dawn French Marie Van Schuyler ile eşlikçisi Mrs Bowers’ı, ünlü komedyen Russell Brand, beklenmedik derecede sakin ve silik Dr Linus Windlesham’ı, Sophie Okonedo ile Letitia Wright siyahi caz şarkıcısı Salome Otterbourne ile menajeri/yeğeni Rosalie’yi canlandırıyor. Rosalie, bu geziye yeni evlendiği eşiyle katılan, Linnet Ridgeway-Doyle’un (Gal Gadot) yatılı okuldan arkadaşı. Linnet’in kocası Simon’u, büyük olasılıkla sinemada son kez izlediğimiz Armie Hammer, Simon’un terk ettiği kindar eski nişanlısı Jacqueline’i Natalie Wood’un gençliğini anımsatan Emma Mackey oynuyor. Linnet’in avukatı ve kuzeni Kaçaturyan (Ali Fazal), hizmetçisi Louise (Rose Leslie), “Şark Ekspresi”nden anımsadığımız Poirot’nun genç arkadaşı Bouc (Tom Bateman) ile Bouc’un huysuz annesi Euphemia (Annette Bening) bu kalabalık kadroyu tamamlıyor. Hercule Pirot tabii ki yine Kenneth Branagh.

Olağanüstü bir siyah beyazla çekilmiş jenerik öncesi giriş bölümünde film, bilgisayarla ustaca gençleştirilmiş olan Poirot’nun I. Dünya Savaşı sırasında yaşamış olduğu bir olaya odaklanıyor. Poirot’ya daha insanî bir boyut katmaya çalışan Branagh, bu sekansta hem karakterinin ömür boyu sürecek duygusal yalnızlığını, hem de görkemli bıyığının varlığını açıklayan mantıklı bir çözüm üretiyor.

Ancak bu müthiş etkileyici girişin ardından gelen bölümler beklentileri karşılamaktan epey uzak kalıyor. Öncelikle görsel olarak Gize, Sfenks, Piramitler ve o benzersiz Abu Simbel, fazla temiz, fazla parlak, fazla yeni, kısaca fazla yapay. O kadar ki, izleyici kendini hiç 1930’ların Mısır’ında hissedemiyor. Filmi izledikten sonra yaptığım araştırmada bu izlenimin öznel olmadığını, görüntü yönetmeni Haris Zambarloukos’un filmi İngiltere ile Fas’ta çekmiş olduğunu öğrendim. Dijitalin sinemaya getirdiklerini çok önemseyen ve beğenen, “Şark Ekspresinde Cinayet”e getirmiş olduğu “Snowpiercer”i anımsatan müthiş görselliğinden de etkilenen biri olarak o yapımda cuk oturduğunu düşünsem de, eski dingin görkemiyle gerçeği aynen dururken filmi yapay ve sahte bir Nil nehrine taşımanın hikmetini çözebilmiş değilim.

John Guillermin’in 1978 tarihli filminin yerinde çekilmiş o hafif puslu görselliğinden zamanında çok etkilendiğimi anımsayarak, üşenmeden filmi arşivimden çıkarıp yeniden izledim. “Nil’de Ölüm”ün Mia Farrow’lu, Jane Birkin’li, Peter Ustinov’lu, Bette Davis’li, George Kennedy’li, Maggie Smith’li, Simon MacCorkindale, Angela Lansbury’li ve David Niven’li o ilk yapımını sadece görsel olarak değil, içerik olarak da çok daha başarılı buldum.

Agatha Christie’nin tüm şüphelilerin geçerli birer cinayet işleme sebebi olduğu, katilin en beklenmeyen kişi olarak çıktığı yöntemi ilk filmde daha inandırıcı temellere oturuyordu.

Ayrıca Kenneth Branagh her iki uyarlamada da radikal bir karar vererek bütün o eksantrik takıntılarına karşın aşırı “ciddi” bir Hercule Poirot portresi çizmeyi tercih etmişti.

Bir Agatha Christie tutkunu olarak gençliğimde neredeyse tüm eserlerini okumuş biri olarak gerek yazdıklarında, gerek sinema uyarlamalarında her dem duyumsamış olduğum o tadına doyulmaz mizah duygusu, o benzersiz “british humour” neredeyse tamamen yok olmuştu.

Halbuki, gerek Miss Marple’ı canlandıran Angela Lansbury, gerekse Hercule Poirot’ya getirdiği o müthiş yorumu beş filmde daha ustalıkla yenileyen Peter Ustinov bu mizah anlayışını özümseyerek harika karakterler yaratmışlardı.

Her yaratıcı sinemacının elindeki malzemeyi özgürce yorumlama hakkı olduğuna inanan bir seyirci olarak Branagh’ın bu kararına saygı duysam da, filme adını veren mekâna ulaşmanın yarım saati bulduğu, cinayetin ise film başladıktan bir saat kadar sonra gerçekleştiği göz önüne alındığında, bu mizah duygusu eksikliğinin, anlatının akıcılığını ve temposunu bir miktar aksattığı kanısındayım.

Kenneth Branagh, hem yazar, hem yönetmen hem oyuncu olarak gurur duyacağı çok sayıda iş yapmış, klasiklere ve özellikle Shakespeare’e çok parlak yorumlar getirmiş önemli bir sinemacı. Nefis bir siyah-beyazla çektiği müthiş etkileyici “Belfast”ının bu yıl Oscar’lardan eli boş dönmeyeceğini düşünüyorum.

Ancak bu son Agatha Christie uyarlaması, aynen bundan bir önceki gibi, gösterişli, parıltılı, izlenmesi heyecanlı ve keyifli, eli yüzü epey düzgün, ama filmografisinin en iyileri arasında yer almayacak, biraz kof bir çalışma. Zevkle izlenip kolayca unutulacak bir film.

Yönetmen : Kenneth Branagh

Senaryo : Michael Green, Agatha Christie

Görüntü Yönetmeni : Haris Zambarloukos

Kurgu : Úna Ní Dhonghaíle

Müzik : Patrick Doyle

Oyuncular : Kenneth Branagh, Gal Gadot, Annette Beningh, Armie Hammer, Rose Leslie, Emma Mackey, Jennifer Saunders, Adam Garcia, Letitia Wright, Russell Brand, Tom Bateman, Sophie Okonedo, Nikkita Chadha, Dawn French, Niamh Nynch

ABD / Polisiye-Suç-Gerilim-Gizem / 127 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz