Pablo Escobar’ı Sevmek
BENİ ÖLDÜRÜN!
Bir uyuşturucu Baronunun hikayesi Pablo Escobar’ı Sevmek! Oyuncuları ve yarattığı etkisiyle kaçırılmaması gereken bir yapım.
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim mi? Bir ülkede bir yanda büyük yoksulluk, bir yanda da büyük zenginlik varsa, yani toplumun gelir dağılımı uçurum haline gelmişse, o ülkede her türlü karışıklığı çıkarabilir, her türlü kötülüğü yapabilirsiniz. Çünkü o yoksulları ve geri bıraktırılmış insanları birer silah gibi kullananlar gücü ellerine geçirir, şiddet şiddeti doğurur ve bundan herkes zarar görür.
Javier Bardem’in prodüksiyonunu da üstlendiği ve eşi Penelope Cruz ile birlikte Kolombiyalı uyuşturucu karteli sahibi Pablo Escobar’ın hayatını canlandırdığı film, hem bir aksiyon, hem bir dram, hem siyasi analiz, hem de romantik bir film olarak değerlendirilebilir, çünkü hepsini içeriyor, bu yüzden de bir solukta izleniyor. Diyebilirim ki filmde rahatsız olduğum tek bir nokta vardı: hayranı olduğum Javier Bardem’in Pablo Escobar olmak için geçirdiği fiziksel değişim: O yakışıklı adamı koskoca bir işkembe ile çırılçıplak koşarken görmek çok iğrenç! Yüzüne de ciddi dolgu yapılmış ve karmakarışık kıvırcık saçlarıyla tam Pablo olmuş.
Kahramanının rolüne girebilmek için de hayatının her bölümüne derinlemesine dalmış. Bir insan büyük bir uyuşturucu taciri olmak için elbette her türlü yasa dışı yolu kullanır, bunların başında şiddet gelir. Escobar’ın rakiplerine, kendisine ihanet edenlere uyguladığı işkence ve şiddet o kadar korkunç ki kurban sonunu anlayınca “beni öldürün” diye yalvarıyor! Sadece birini söyleyeceğim, sırtına bir kurt köpeği bağladıkları “hain”i sopayla dövdükleri köpeğin can havliyle ısırması sonucu öldürmek!
Pablo Escobar sadece şiddeti kullanarak kokain satan bir yasadışı figür değil elbette. Bunu “sosyal adaleti sağlamak” yani bir tür Robin Hood görüntüsü altında yapıyor ve bunun nedenleri çok iyi işlenmiş. Çöplükten geçinen, gökdelenlerin altındaki gecekondularda yaşayan, hiçbir gelecekleri olmadığı için Escobar’ın silahı olarak kullanılmak üzere eğitilen gençler, birkaç kuruşa yatağına verilen küçücük kızlar, her an gözümüze sokuluyor.
Yoksulları ve uyuşturucuyu kullanarak devasa bir servet edinen, bunu diğer uyuşturucu satıcılarıyla birleşerek kartele dönüştüren Escobar, parayla yetinmiyor, saygı görmek, seçilmek, milletvekili olmak da istiyor. Bunun için popüler bir televizyon gazetecisini kullanacak ve onu sevgilisi de yapacaktır. Güzeller güzeli Penelope Cruse, işveli tv muhabiri Virginia’ya hayat verirken lüks ve şatafat içinde yaşamanın bedelini nasıl ödediğini, en tepeden nasıl da en alta yuvarlandığını, ölüm tehdidi ve korku içinde yaşama mahkum edilişini çok iyi yansıtıyor.
Pablo Escobar’ı sevmek ve sevgilisi olmanın bedeli çok ağır olur. Ve Escobar, bütün bunların yanında bir de aile babasıdır! Karısına, oğlu ve kızına son derece düşkün, bir tek onlar için her türlü riski alacak ve onları korumak isterken yakalanacak kadar. Çünkü hiçbir insan siyah ve beyaz olmadığı gibi Escobar da değildir.
Filmde Escobar’ın bu kadar büyük bir uyuşturucu kartelini yönetebilmek için kullandığı siyasi zekası ve kurnazlığını da görüyoruz; oğluna kokaini tanıtırken “Bunu üretiriz, ama biz kullanmayız, satar para kazanırız. Hem de kendi ülkemize değil, ABD’ye satarız. Böylece Kolombiya hükümeti de, içeriye para geleceği ve uyuşturucu burada satılmadığı için bize dokunmaz!”
ABD ise gençlerini uyuşturucuya alıştıran bu büyük kartele, eli kolu bağlı seyirci kalmaz tabi. Suçluların iadesi yasasını kabul ettirerek hükümete baskı yaparken Escobar’a sevgilisi kanalıyla ulaşmayı dener. Ama Virginia’yı ikna etmek o kadar da kolay olmayacaktır. Bu bölümler de casusluk filmi gibi. Diyorum, iki saat beş dakikada her türlü filmi izliyorsunuz! Hele Escobar’ın hükümetle yaptığı pazarlık sonucu ABD’ye verilmemek için inşa ettirdiği ve içinde “keyif çattığı” cezaevi bölümleri tam bir komedi!
VİRGİNİA VALLEJO’NUN HAYATI..
Film, “benim hayatımı yaz” dediği Virginia Vallejo‘nun otobiyografik romanından senaryolaştırılmış. Tam da burada Virginia Vallejo’nın sıra dışı yaşam öyküsüne de göz atmak gerek. Virginia Vallejo, Pablo’un aksine, Kolombiya’nın zengin kesiminden. Büyük babası ekonomi, amcası eğitim bakanlığı yapmış. Zengin ve güçlü ailesi sayesinde ülkesinin en iyi okullarında eğitim yapan Virginia, televizyonda program sunmaya başlar ve kısa zamanda kendi programını yapacak kadar hızlı ilerler. Bir çok ödül alır, Harper’s Bazaar ve Cosmopolitan gibi dergilerde kapak bile olur.
Hatta bir iki filmde küçük roller alır. Escobar ile yaptığı bir tv röportajıyla tanışır. Ve gecekonduda yaşayan o yoksul insanların kendilerine sosyal konutlar yaparak hayatlarını değiştirecek Escobar’a nasıl sahip çıktığını görür. İlişkileri de böyle başlar ve malum kötü sonla biter. Bütün yaşadıklarından sonra ABD’den sığınma izni alan Virginia Vallejo, mahkemede Escobar aleyhine tanıklık yapmayı da kabul eder ama Kolombiya Hükümetini de kartelle iş birliği yapmakla suçlar.
Bu tanıklıktan önce kendini korumak için kayda çekip bir televizyon kanalına yolladığı bant o gece oynanan Dünya Kupası finalinden bile daha çok izlenir! Hayatını yazdığı kitap ise karşı çıkmasına rağmen Netflix tarafından kısa dizi olarak yayınlanınca tekrar gündeme gelir. İlk gösterimi Venedik Film Festivali’nde yapılan film yazın tam ortasında vizyona giriyor diye sakın ola ki atlamayın. İspanyol yönetmen Fernando León de Aranoa’nın çektiği film, izlenmeyi gerçekten hak eden bir yapım, kaçırmayınız.