Sekiz Dağ / Le Otto Montagne

EPİK BİR DOSTLUK ÖYKÜSÜ

Belçikalı Van Greoningen ve Vandermeersch’in “8 DAĞ”ı Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandı

Çocuk yaşta bir dağ köyünde tanışan 2 erkeğin gerçek hayat hikayesini anlatan film, edebiyatla sinema buluşmasının başarılı bir örneği. Birbirlerini kıskanmayan, sınırsız seven 2 erkeğin örnek arkadaşlık öyküsünü film inandırıcı bir dille anlatıyor. Konusu değişik coğrafyalarda ve dönemlerde geçen bu hüzünlü, melankolik ve duygu yüklü dostluk ilişkisini film, 2.5 saatlik süresinde temposu düşmeyen dinamik bir mizansen eşliğinde anlatıyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Paolo Cognetti’nin 2016’da yayınlanan romanından alınan ve Charlotte Vandermeersch ile Felix Van Greoningen tarafından senaryosu yazılıp yönetilen “8 Dağ / Le Otte Montagne”, 75. Cannes Film Festivalinde edebiyatı sinemayla buluşturan filmlerin en iyisiydi. Nitekim jüri filmi Jüri Ödülüne, Jerzy Skolimowski’nin “EO”suyla ortak etti.

Daha önce Van Greoningen’in “Kırık Çember / The Broken Circle Breakdown”un (2012) senaristliğini yapan Vandermeersch8 Dağ” ile ilk yönetmenlik deneyimini yaşıyor. Van GreoningenKırık Çember” ile Oscar adayı oldu ve “Belgica” (2016) ile Sundance Bağımsız Filmler Festivalinde büyük ödülü aldı. 1977 Flandres doğumlu Belçikalı yönetmen- senaryo yazarı- yapımcı, “Belgica” adlı dram filminde bar işleten iki kardeşin öyküsünü anlatmıştı. İlk İngilizce filmi olan “Beautiful Boy” (2018) uyuşturucu bağımlılığıyla ilgili yürek burkan bir dram idi. Film esrarkeş oğluna (Timothée Chalamet) yardım etmek için çırpınan çaresiz bir babanın (Steve Carell) gerçek hayattan alınan öyküsünü anlatıyordu.

PASTORAL TADLAR BARINDIRAN BİR FİLM

Felix Van Greoningen’in hayat arkadaşı olan Charlotte Vandermeersch 40 filmlik kariyerinde yeteneğini kanıtlamış ünlü bir oyuncu. 48 yaşındaki güzel Belçikalı 75. Festivalin ödül törenine damgasını vuran olayların birinin kahramanıydı. Filmlerinin ödül aldığı ilan edildiğinde sahneye fırlayıp mikrofonu kapıp uzun bir teşekkür konuşması yapan Vandermeersch, yanında sessizce bekleyen Van Greoningen’e dönüp “seni çok seviyorum” deyip dudaklarına şehvetli bir öpücük kondurdu. Arkalarından sıradaki ödülü takdim etmek için sahneye çıkan Fransız aktris Carole Bouquetben burada yalnızım ama öpücüğü hak ediyorum” deyince jüri başkanı Vincent Lindon hızla yanına gelip Bouquet’yi dudaklarından öptüğünde salondan çılgın alkışlar koptu.

Magazin basınına bolca malzeme sunan bu alışılmadık öpüşme şovunu bir kenara bırakıp filme dönelim. “8 Dağ” birbirlerini kıskanmayan, sınır tanımadan seven, hatalarına hoşgörüyle yaklaşan, derin bir bağla bağlı olan 2 erkeğin engin, örnek arkadaşlık ve dostluk öyküsünü, inandırıcı bir sinema diliyle anlatıyor. Bu filmde ilginç bir baba-oğul ilişkileri anatomisi de yapılıyor. Film, konusu farklı coğrafyalarda ve değişik dönemlerde geçen bu hüzünlü, melankolik ve duygu yüklü dostluk ilişkisini, 2,5 saatlik süresinde temposu düşmeyen bir mizansen eşliğinde anlatıyor.

Hayaller, pişmanlıklar, kayıplar, gerçekleşmemiş idealler ve insan doğası gibi güçlü temaların hakkını veren “8 Dağ”ın lirik ve etkileyici bir sinema dili var. Yönetmenlerin Alplerde ve Himalayada çekimlerini yaptıklarını söyledikleri film, Cannes’da “En Güzel Manzaralı Film Ödülü” olsaydı, rakip tanımadan kesin kazanırlardı. 51 yaşındaki ünlü Belçikalı görüntü yönetmeni, Felix Van Greoningen’in fetiş kameramanı Ruben İmpens yine harikalar yarattığı “8 Dağ”ın başarısında katkı sahibi.

Ödül töreni sonrası yapılan basın konferansında Charlotte Vandermeersch görüntü yönetmeni Ruben İmpens’in iş disipliniyle ilgili çarpıcı bir örnek verdi: “bir vadideki gün doğumunu filme alabilmek için görüntü yönetmenimiz Ruben İmpens ile birlikte geceyi 3000 metre yükseklikteki bir sığınakta geçirdik.

HAYALLER, GERÇEKLEŞMEMİŞ İDEALLER

Filmin konusuna gelince… Küçük yaşta bir dağ köyünde tanışıp dost olan Pietro (Luca Marinelli) ve Bruno’nun (Alessandro Borghi) yaşadıklarını ve dostluklarını anlatan film, uzun yıllara yayılan gerçek bir dosluk öyküsünü epik film formatında işliyor. Pastoral tadlar barındıran film tabiata yakın yaşayan, şehir hayatından nefret eden, kendi kendine yeten insanların dünyasına eğiliyor. 2 yakın arkadaşın çocukluk yıllarından başlayıp, uzun yıllara yayılan ilişkisini anlatan film, 2 kahramanımız üzerinden temelde insanın ait olduğu yeri aramasına odaklanıyor. Pietro’nun anne-babasının en büyük tutkusu İtalya’nın dağlarıdır. Yaz tatilki için Val D’Aosta Vadisindeki Grana köyüne giden aile, buranın Pietro için en uygun yer olduğunu düşünür. Burada hayvanlarla ilgilenen yaşıtı Bruno ile tanışan Pietro, onunla dağ çayırlarında, ormanlarda ve dik patikalarda dolaşır.

Babalarının çizdiği yolda gitmeyi reddeden Pietro ile unutulmuş bir dağ köyünün son çocuğu Bruno’nun, yıllara yayılan dostluk öyküsünde, doğduğu topraklara sadık kalan, yerini terketmeyi reddeden Bruno’dur. Ciddi bir birliktelik yaşamasına rağmen, arkadaşı çağırdığında sevgilisini terkedip yanına koşan, destek veren, gidip gelen hep Pietro’dur. Bambaşka düşüncelerle köyden ayrılmasının üzerinden geçen 20 yılın ardından yeniden Grana’ya giden Pietro, burada geçmişiyle hesaplaşmaya çalışır. Şehirde doğup büyümüş, yaşamı arayışlar içinde geçen bu fedakar insan ile sonraları “dağ evine” kapanıp dış dünyaya kapılarını kapayan, her türlü değişimi reddeden Bruno’nun karakter tahlilleri, Paolo Cognetti’nin romanında da, Van Groeningen- Vandermeersch ikilisinin senaryosunda da çok ustalıklı yapılmış.

Bu konuda, filmin basın toplantısında Charlotte VandermeerschPaolo Cognetti bizlere çekim boyunca destek verdi, filmin çekimlerinde yanımızdan hiç ayrılmayıp yönlendirmelerde bulundu. Yabancısı olduğumuz coğrafyada lojistik destek verdi” diyerek Milanolu genç yazara övgü yağdırdı. İlk yönetmenlik denemesini yaşayan Belçikalı sanatçı, ödül töreni sonrası yapılan basın toplantısında “8 Dağ”ın yapım aşamasını anlattı: “Arkadaş olmak ne demektir ? sorusuna mükemmel bir cevap veren film aynı zamanda büyümek ve dünyadaki yerimizi bulmakla da ilgili. Paolo Cognetti ile tanışmak için Felix ile Val D’Aosta’ya gittik. O coğrafyanın özünü yakalamak, yerin güzelliğini algılamak için, çekimler için seçilen köyde birkaç ay yaşamaya gittik. Romanın ruhuna sadık kalmak için o coğrafyayı keşfetmek şarttı. Filmi tanımadığımız bir ülkede, bilmediğimiz bir lisanda (İtalyanca) çektik.

Filmin işlevsel müziklerini besteleyen İsveçli Daniel Norgen’in ormanın ortasında yaşayan ve bestelerini ormanda yürürken yazan bir müzisyen olduğunu Vandermeersch’in konuşmasından öğrendik. Filmin 2 yaratıcısı: “Belçikalıyız ama filmimizi İtalyada yaptık. Filmimiz yarışmanın başında gösterildiği için ülkemize döndük. Ödül töreni için geldiğimizde, Dardenne’ler, Lukas Dhont ve bizimle 3 Belçika filminin ilk kez Cannes tarihinde ödül listesine girdiğine tanık olduk. Bilmediğimiz bir coğrafyada ve bir lisanda film yapmak bizim için zorlayıcı bir deneyim oldu. Flaman yönetmenlerin uluslararası arenadaki atılımı Cannes’da kendini belli etti. Edebiyatla sinemayı buluşturan filmimiz Paolo’nun müthiş yardımlarıyla oldu. Kendisine ilham veren insanlarla bizi tanıştırdı ve müthiş bir 30 yıllık bir arkadaşlık öyküsünü inanılır kılmamızda yardımcı oldu” dedi.

Yönetmen / Senaryo : Charlotte Vandermeersch, Felix Van Greoningen

Görüntü Yönetmeni : Ruben Impens

Kurgu : Nico Leunen

Oyuncular : Luca Marinelli, Alessandro Borghi, Filippo Timi, Elena Lietti

İtalya-Belçika-Fransa / Dram / 147 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz