Toscakana’da doğan ümidin sesi
“Yine mi sessizlik?” der Eleonara. Ona bakan, ancak görmeyen Amos, sessizliğini korur ve tekrar piyanosuna yönelir. Sessizlik, o karanlık dünyadaki büyük arayış, beklenti ve güç…
Geçen günlerde bir haber heyecan uyandırdı. Günümüzün en önemli tenorlarından Andrea Bocelli, internet kanalı vasıtasıyla Milano’dan seslenecekti. Milyonlar ekran başına geçti, kentin en bilinen gotik mimari yapılarından “Duomo Katedrali“nde verdiği konserde Bocelli, yer yer ekrana gelen Bergamo/Brescia görüntüleri ile birlikte ilahi aryalar olarak değerlendirilebilecek “Ave Maria“, “Sancta Maria” ile ne de uyumlu gözüküyordu. Gözleri görmeyen Bocelli, insandan arınmış meydana gelerek İngiliz şair John Newton‘un sözlerini yazdığı “Amazing Grace” şarkısını seslendirdi. Göz görmese de, ilahi yakarışlar, merhamet dilenmeler eşliğinde yardım isteniyordu yaratıcıdan. Bocelli, insanların kurtuluşuna dair ümidini hiçbir zaman yitirmemişti, öncesinde hümanist kimliğinin etkisi ile bir çok yardım faaliyetinin tam içinde yer almıştı. Ayrıca yaşadıkları, ümitsizliğe asla yer olmayan bir hayatın tam kendisiydi. Bunları üstelik yazdı da.
Bocelli’nin Kuruluş ve Yükselme Dönemleri
“La musica del silenzio” isimli otobiyografi nitelikli kitabından hareketle, dilimize “Sessizliğin Müziği” olarak çevrilen 2017 tarihli filmde sanatçının 1958 tarihinde Toscana’da başlayan hayatının, 1990’lı yıllara uzanan dilimini görüyoruz. Film karanlıklarla başlar, ancak gittikçe yaklaşan enstrüman seslerine, dinleyici olarak bekleyenlerin fısıltıları karışır. Sonra Bocelli çıkar karşımıza, kendisi bilgisayar başındadır ve izleyenleri neyin beklediğinin haberini verir. “Sevgili günlük, bu Amos adlı bir çocuğun hikayesidir, onu eskiden beridir iyi tanırım. Amos Bardi, neden Amos, bu ismi sevdiğimden.” Ama esasında bahsettiği kendisidir. Sonra yardımcısı hazırlık odasına gelir ve “beş dakika kaldı bay Bocelli” der. İlerlerken sahneye doğru, “doğduğumda adımı seçebilseydim onu seçerdim” cümlesi çıkar ağzından. Ve artık tezahüratlarla sahnededir alışkın olduğumuz o gülümsemesi ile. Aslında ne güzel bir ortamda ve ailede doğmuştur ancak ne de zor bir çocukluktur onunkisi.
Şarap üreticisi olan baba Alessandro (Jordi Molla) ile fedakar ve cefakar anne Edi’nin (Luisa Ranieri) çocukları olan Amos’un (Toby Sebastian), doğumunu müjdelerler komşuları. “Erkekmiş. Erkek!” Ancak o da ne, çocuğun gözünde sürekli bir problem olduğu görülür. Glokom rahatsızlığı vardır, az görür. Bir gün hastanedeyken çocuk Amos, gelen ses üzerine başını duvara yaslar, yan odaya geçtiğinde bir başka görme engelli kişinin klasik müzik dinlediğini ve ona elleri ile tıpkı bir şef gibi komutlar verdiğini az da olsa görür, müziği duyunca da sessizleşir. İlk kez orada anlaşılır çocuğun müziğe olan yatkınlığı. Hastalık nedeni ile oldukça az olan görme yetisini, on iki yaşlarında iken okulda bir futbol maçı sırasında yüzüne çarpan topun etkisi ile tamamen kaybeder.
Her iki gözün artık seçicilik özelliğini kaybettiğini anladığında annesine sarılması ve ikisinin, anne-oğul ağlamaları sanırım filmin en dramatik anlarındandır. Evet, ağlıyordur, ama hiç bir zaman ezilmez Amos. Hep dik durur. Lise’de bazı arkadaşlarının ve öğretmenlerinin onun görme engelini sorun eden yaklaşımlarına boyun eğmez. Annesine ve babasına hep güven verir, kimsenin kendisine acımasını istemez. Ama yanında hep bulunan ve ona güç veren biri daha vardır, o da amca Giovanni’dir (Ennio Fantastichini). Amca, daha çocukluk dönemlerinde elinden tutup yerel yarışmalara sokar onu, küçümseyen bakışlara inat güven aşılar. Doğrusu Amos da bu güveni boşa çıkartmaz. Aldığı özel derslerin etkisi ile Pisa Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılır.
Filmde çok da işlenmese de Bocelli’nin avukatlık ruhsatı aldığını, hatta hukuk doktorasının da bulunduğunu biliyoruz. Ancak tüm bu süreçte müzik ile olan alakasını hiç kesmez. Babası, kendisinin küçükken hayranlıkla baktığı hayvan barınağını tam bir müzik atölyesi haline getirir. Amos ya da Bocelli, gece kulüplerinde çıkar sahneye. “Boccacio” isimli mekanda, küçümseyen bakışlara inat opera aryalarını seslendirir. Bir gün, bir arkadaşının doğum günü partisine katılan Eleonara’yı (Nadir Casseli), eşsiz sesi ile ağlatmayı başarır. Konuşmalarında kimileyin mantıksız argümanlar ileri sürmesi, beklenenin aksine birbirlerini daha da kenetler sevgiye… Ve sonrasında evliliğe giden yol açılır. Ancak zor birisidir aslında Bocelli. Ona göre görme engellilere, ya masörlük, ya piyano çalma veya şarkı söyleme yakıştırılmıştır. O şarkı söyleyecektir, ancak en büyüklerden olacaktır. Fakat bunun gerçekleşmesi için iyi bir müzik kulağı yetmez, eğitim de şarttır. Oysa, ne çok küçümseyen bakışlara ve yorumlara şahit olmuştur öyle. Bir kere Umberto’nun (Anthony Souter), başka bir defa kulüpte şarkı söylerken alkollü bir müşterinin tacizlerine maruz kalır.
Daha çocukken katıldığı bir kilise içindeki düğünde seslendirdiği Ave Maria aryası sırasında sesinin kesilerek etraftan alaycı sözlere maruz kalması da hep hatırındadır. Ancak bu tavırların en ürküncünü bir gün çaldığı kulübe gelen dönemin ünlü opera eleştirmenlerinden birisinden duyar. Bu kişi Amos’un yüzüne karşı, opera için yetersiz olduğunu, hatta görme engelli olması nedeni ile orkestra ve maestro ile uyum sağlayamayacağını da söyler. Bunu kabul etmez Bocelli. Tabi eleştiri karşılığını sadece hayattan almaz. Amca Giovanni sert yanıt verir densizliğine eleştirmenin. Ancak amcası gibi insanlar eksik değildir. Bunlardan birisi, günler geçmekteyken, onu gündüzleri adliyeye, geceleri de gece kulübüne gitmesi nedeni ile yorgunluktan uyur halde görür ve ona “…neden bu çöplükte çalışıyorsun ki? Sesin çok güzel, senin opera söylemen gerek” der ve çok ünlü bir maestro olan Franco Corelli gibilerle çalışan İspanyol kökenli Suarez İnfiesta‘yı (Antonio Banderas) tanıdığını ve kendisi ile tanıştırabileceğini söyler.
Banderas‘ın oldukça başarılı bir şekilde canlandırdığı maestro, Amos’un sesine bayılır ancak kendisi ile çalışabilmesinin, sıkı disiplin gerektirdiğinden bazı bedellerinin olacağını söyler. Disiplin gerekir herşeyden evvel, gece 22.00’de yatılıp, sabah 7.00’de uyanılacaktır. İçki içilmeyecektir ayrıca. Amos tüm denilenlere riayet eder. Artık eğitimli, başarılı bir opera sanatçı adayıdır. Günler sonra uzun bekleyişler ardından 1992 yılında Pavorotti‘nin yerine ünlü İtalyan rock yıldızı Zucchero ile düet yapar. San Remo yarışmasına katılır ve zirveye tırmanır. Filmin sonlarında Bocelli ile ilgili, örneğin kasetlerinin milyonluk satış rakamları da olmak üzere, hayatına dair kalan kısım bilgileri de sunulmakta.
Hızlı ilerleyen ama hayranlarını muhakkak tatmin edici…
Film belirli bir dönemi, bir yıldız olma sürecini ele almakta. Gerek çocuk Amos, gerekse filmin çoğunda gördüğümüz olgunluk dönemindeki Amos’u canlandıran Toby Sebastian oldukça başarılı. Eşi rolündeki Nadir Casselli‘de rolünün hakkını varmış. Ayrıca filmin çekiminden bir sene sonra hayatını kaybeden amca rolündeki ünlü İtalyan oyuncu Ennio Fantastichini de oyunculuğuyla görkemli bir veda etmiş izleyicilerine. Tüm bunların yanı sıra, maestro rolündeki Antonio Banderas‘ın oyunculuğuna şapka çıkartmamak mümkün değil. Film, Toscana’nın o kasaba hayatını sunma bakımından dönemin ruhuna karşılık gelen başarılı bir kurgu içinde ilerliyor. Daha önce “Postacı“, Al Pacino‘lu “Venedik Taciri” gibi filmlerin de yönetmenliğini yapan başarılı yönetmen Michael Radford‘un yönettiği filmde, sunum başarılı olmakla birlikte, çocukluk dönemi sonrasında, okul sürecindeki mücadeleleri, aile içi tartışmaları, dine yönelimleri gibi Boccelli‘nin kitabında bahsedilen hususlar hızlı zaman atlamalarla geçiştirilerek yüzeysel anlatıldığı gibi, ayrıca bu izleyiciye yapımdakilerin filmin süreye uygun yetiştirme telaşı içinde oldukları algısını yaratıyor.
Tüm bu eksikliğine rağmen, özellikle Celine Dion‘un “Tanrı’nın şarkı söyleyecek bir sesi olsaydı, Andrea Bocelli’ye çok benzerdi” dediği, Bocelli‘nin o kendine has tınılarından esen “O Sole Mio“, “Con te Partiro“yu dinlemek için bile izlenmesi gereken başarılı bir biyografi filmi var karşımızda. Bocelli müziğin evrenselliğini, korona günlerinde verdiği konserle herkese bir daha ispatladı. Bir röportajında söyledikleri, anılardan, çocukluktan yıldızlığa süzülen bu filmle birlikte yansıyan yaşamıyla ne de çok örtüşüyor ayrıca: “…Benim için en temel şey elimden gelenin en iyisini yapmak ve çocuklarım için örnek bir insan olabilmektir. Her gün hiçbir değeri olmayan fani şeylere daha az bağlanmak için çabalıyorum. Sonuçta geriye sadece değerlerimiz kalacak…“
Yönetmen : Michael Radford
Senaryo : Andrea Bocelli, Anna Pavignano, Michael Radford
Görüntü Yönetmeni : Stefano Falivene
Müzik : Gabriele Roberto
Oyuncular : Toby Sebastian, Antonio Banderas, Nadir Caselli, Jordi Mollà, Luisa Ranieri, Alessandro Sperduti, Antonella Attili, Paola Lavini, Daniel Vivian, Francesca Prandi, Anthony Souter, Francesco Salvi, Ennio Fantastichini, Cesare Cremonini
İtalya / Müzik-Biyografi-Dram / 115 Dk.