“Suçluyorum” (Émile Zola)
“Adalet uğruna gerçeğin açıkça savunulması!
Bundan daha kahramanca bir savaş olamaz.”
(Émile Zola)
“Dreyfus Davası” Fransa’nın hâlâ kanayan yarasıdır ve bu yarayı aradan 115 yıl geçmesine rağmen sarmakla meşguldür. Açıkça bunun şahidi oldum, bundan 14 yıl önce 2006-2007 Eğitim Öğretim Yılında tayinimin Dreyfus’un doğduğu kent olan Mulhouse’a yapılması sonucunda kentin nasıl günah çıkarttığına bizzat gözlerimle şahit oldum. Aslında kent, Yahudi de olsa kendi evladına sahip çıkıyordu. Şu tesadüfe bakın ki, Dreyfus’un doğumunun değil, ölümünün de değil davanın yüzüncü yılında bütün yıl boyunca anma etkinlikleri yapılıyordu. Ve Émile Zola’nın o meşhur broşürü! “SUÇLUYORUM”, kağıtlara basılmış elden ele dolaşıyordu. Ben de alıp saklamıştım!
“J’ACCUSE” yaniTürkiye’de “Subay ve Casus” ismi ile vizyona giren film Roman Polanski’nin kamerasından yeniden sahnede yerini aldı. Emile Zola’nın o vurucu manifesto niteliğindeki başlığıyla! Kelimelerin ne kadar vurucu ve etkili olduğunu bu bu siyasi mektup yeniden anlamamıza vesile oldu.
Fransız Genelkurmayında yüzbaşı olarak görev yapan Alfred Dreyfus (Louis Garrel), Yahudi asıllı, zengin ve soylu bir aileden gelen oldukça dürüst ve çalışkan, görevini layıkıyla yapan bir askerdir. Ne ki genelkurmaya gelen gelen yazılı kağıt parçaları Yüzbaşı Dreyfus’un hayatını da parçalara ayıracaktır. Paris’te çöp sepetinde yırtılmış mektup karargahta yapıştırılarak bir araya getirildiğinde; Alman ataşesine yazılan mektupta Fransa’ya ait bilgilerin verilmesi vaad edilmektedir ve yazanın baş harfinin “D” olması; aynı zamanda yazının Dreyfus’un yazısına benzemesi nedeniyle çok detaylı araştırmaya girilmeden yüzbaşı Alfred suçlanır. Aslında bu suçlamanın kolay olmasının tek sebebi vardır, Dreyfus Yahudidir!
Şeytan Adası’na gönderilir.
Soruşturmayı yürüten Albay Georges Picquart (Jean dujardin) liyakat sahibi bir askerdir.Alman Elçiliğinde hizmetli olarak çalışan Fransız Gizli Servis üyesi kadın; bir Alman Subay’ının Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirir, müsveddeyi inceleyen Albay Piccquart yaptığı uzun araştırmalar sonucu yazının Binbaşı Easterhazy’e ait olduğunu farkeder ve kanıtlama yolundaki mücadelesine görevden atılma, sürgün olma gibi vakaları sığdırır ama mücadeleden vazgeçmez; basını işin içine katmaya karar verir ve bu olayda en az Dreyfus kadar kahraman olan ÉMİLE ZOLA’ya rastlar….
Evet şimdi biraz filmin balkonuna (yani dışına) çıkıp Emile Zola’nın o görkemli mücadelesine ve her biri tarihe geçen o sözlerine bakalım…
“Şayet bir yanılgı varsa, yapılacak en güzel şey onu düzeltmektir. Ve asıl yanılgı, inatlaşarak yanılmış olmayı kesin kanıtlar karşısında bile kabul etmemekle başlar.” Aslında başka bir zorluk yoktur. Bir hata yapılmış olabileceğini, sonra da bunu kabul etmenin sıkıntısı karşısında tereddüte düşüldüğünü bilmeye karar verilirse,” işler yoluna girecektir. Bilenler beni anlayacaklardır.
Zola, natüralizmin öncüsüdür ve insan doğasını onun kadar betimleyen bir yazar daha yoktur. Başta “Germinal” olmak üzere (1990 yıllarında filmi de çekildi, çok başarılı bir uyarlamaydı, üniversite yıllarımdı ve “Germinal” filmi benim yazdığım ilk film eleştirimdi, edebiyat tarihi hocama inceletmiştim.)
”Nana”, “Meyhane” “Therese Raquen” (Pek kimse bilmez bu romanı, müthiştir, fakültede yıllarca üzerinde konuştuğumuz bir romandır), “bir Aşk Sayfası” gibi romanların sahibidir. Evet bir de “İtiraflar” ı var ki çevisini sınıf arkadaşım Marmara Üniversitesinde profösör olan Selim Yılmaz yaptı. Bu kitabı da en kısa zamanda edinip okuyacağım. Zira Zola’yı bir deha olarak görüyorum ve onun her eserinin mutlaka okunması gerektiğine inanıyorum…
Tabii bir yazar çağının en büyük tanığı olmakla kalmayıp ona müdahale etmeyi de başarıyorsa o zaman işte gerçek bir aydındır. Emile Zola toplumu ikiye ayıran bu davanın baş rolünü üstlenerek davanın seyrini değiştirdi ve bütün bedellerini de ödedi….
“Suçsuzun Yahudi, Katolik ya da Müslüman olması benim için hiçbir şeyi değiştirmez. Yıkıma uğrayan bir insanın yardımına koşuyordum.”
Emile Zola bu davayla birlikte vatan haini ilan edildi, kitapları yakıldı… Toplumun ikiye ayrılması ise şu şekilde olmuştur. ırkçılar sokaklara çıkıp “ Yahudilere Ölüm” diye bağırarak Dreyfus’un suçlu olduğunu ateşle savunuyorlar, diğer kesim ise Dreyfus’u destekleyerek baskı ve zulümlere maruz kalıyordu. Hatta sağcılık ve solculuk kavramının da bu davada ortaya çıktığı öne sürülür. Dreyfus’ü destekleyenler mahkemenin sol tarafına, onun aleyhinde olanlar ise mahkemenin sağ tarafında yerlerini almışlardır…
Emile Zola’nın bu azgınlara cevabı gecikmeyecektir gene;
“Toplumun kötülükçüleri, gerçeğin gün ışığına çıkacağını düşündükçe kudurmuşlardır. Azgın öfke içinde neler yaptıklarını gördük”
Şimdi bu eleştiriyi yazarken düşünüyorum da; dünyanın maestroları yine sahnedeymiş. İkinci Dünya Savaş’ının tohumları o zamandan atılmış demek. Yahudi düşmanlığının sebepleri neydi bunu da araştırmak ve bulmak lazım.. Dreyfus davası, Avrupa coğrafyasında o dönemde tohumları atılmış olan ve birkaç on yıl sonra tüm dünyanın üzerine çökecek olan faşist karanlığın provası olma işlevini görmektedir bir yanıyla. insanların kardeşliğini bozacak ve mümkünse savaş ile de bağını kuracak somut bir olaya ihtiyaç vardır…
Tabii her zaman olduğu gibi tarihe ters pabuç giydirmeye çalışanlara karşılık ayakkabıyı kapının önüne döndürüp koyanlar vardı; Zola gibi:
“Ağır suç işlemiş lekeli kişilerin suçsuz oldukları açıklanırken, bir yandan yaşamı boyunca lekesiz kalmış, şerefli bir insan cezalandırılıyor! Bir toplum bu duruma geldi mi, kokuşmaya yüz tutmuş demektir.”
Dava süresinde Zola’ya destek olan başka sanatçılar da vardır; Mallarme, Claude Monet, Anatole france, Blum gibi yazar ve sanatçılar davanın yeniden görülmesi gerektiğine dair dilekçe yazarlar. Dilekçenin adı “Aydınlar Bildirisidir”
Dreyfus bu korkusuz ve cesaretli insanların çabası sonucu affedilir, 1906 yılında ülkesine geri döner ve rütbesi iade edilir, ne ki bu davanın sorumluları onu suçlayanlar da karambole getirilerek çıkan afla mahkum olmadan özgürlüklerine kavuşurlar, Zola’nın bu duruma da cevabı şöyle olacaktır: “Gerçeği gömmeniz boşuna, toprağın altında yol alıyor; bir gün her yandan fışkıracak, öç bitkileri olarak fışkıracak”…
Bu davada taraf olduğu için “suçluyorum” bildirisini kaleme aldığı için bir yıldan fazla hapis cezası ve para cezası alır.
“Benim tek bir tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu haketmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka bir şey değil. Beni ağır ceza mahkemesine çıkarmayı göze alsınlar ve soruşturma gün ışığında, apaçık yapılsın.?”
Gerek romanlarında, gerek yaşamında gerçeğin peşinde olan yazarın kendi cümlelerinden okuyalım:
“Ben ne bir polemik adamıyım, ne de böylesi kavgalardan kendisine pay çıkaran bir politikacı… Yaşamında tek tutkusu gerçeğin peşinden gitmekte olan bir yazarım. Bir yazar olarak şimdiye dek bu gerçek uğruna her cephede savaştım….”
Evet şimdi balkondan içeriye girip, biraz da yönetmenin penceresine bakalım. Corona belası ortaya çıkana kadar Polanski her gün haberlerdeydi. Fransız kadınları Polanski’nin filmin galasına katılmasına bile izin vermedi. Yönetmen filminin galasına katılamadı.Ama Fransa’nın Oscar’ı olarak görülen Cesar’da “en iyi yönetmen” “en iyi kostüm”, “en iyi uyarlama senaryo” ödüllerini topladı, ödülleri almaya geldi, büyük fırtınalar koptu gene, birçok kadın oyuncu kendisini protesto ederek salonu terkettiler. Sebebini bilmeyenler için yazayım; 70’li yıllarda 13 yaşındaki bir kıza tecavüz etmek suçunu işledi…
Film aylardır Fransa’da gösterimde, Türkiye’de gösterilecek mi bilmiyorum, kesinlikle gösterilmesi gerekir diye düşünüyorum. Filmi izledim ve Dreyfus konusu ve Emile Zola bilhassa alan konum olduğu için özellikle eleştirisini yazmak istedim. Yönetmen hakkındaki düşüncemi ise ortakoltuk.com yöneticisi Nusret Şen’e söylediğim söz özetliyor. “ Suçluyorum” filmini izledim, çok beğendim. Ne de olsa yönetmeni Roman Polanski. Adi adam!
Son sözümü söylemeden geçemeyeceğim, söyleyeceğim şeyler sanatçıya bakış açımı da açıklayacaktır. Yukarıda uzun uzun Emile Zola’yı anlattım, filmden çok yazara yer ayırdım. Gerek eserleriyle, gerek mücadelesiyle ve hayat değerleriyle çağının örnek sanatçısı olmuştur. Sanatçı hem yaşantısıyla hem de eserleriyle birlikte değer bulmalıdır. Eserleri paha biçilmez olup yaşantısı ucuzluk pazarına düşmüşse ; bu durum eserlerinin kıymetini de süpürüyor… Ayrıca, bu filmle birlikte o şahane “Germinal”i ve Emile Zola’yı (anlatan film çekilmiş ben de yeni rastladım, vakit geçirmeden izleyeceğim) izleyin derim…
Film Notum : *****
Film 2 saat’lik süresi ile uzun sayılabilir. Dönem filmi olarak çok başarılı buldum. Filmde adalet için Fransız yahudisi olan bir subayın tarafını tutmaya çalışsanızda bugünkü yahudilerin yaptıkları o günlere gitmenizi engelliyor.
Roman Polanski’nde Fransa’da yaşayan bir yahudi olduğu için böyle bir filme eğilmiş sanırım.
“Suçsuzun Yahudi, Katolik ya da Müslüman olması benim için hiçbir şeyi değiştirmez. Yıkıma uğrayan bir insanın yardımına koşuyordum.”
Size Emile Zola’nın sözleriyle cevap vereyim.