Tam Bana Göre

KLİŞE KONUSUNA RAĞMEN SEYİRCİYİ YORMUYOR

Yönetmen Celine Song’un filmi, klişeye kayabilecek konusuna rağmen yaratıcısının usta dokunuşu ve kurgusuyla özgün bir form kazanabilen, yumuşak bir üslupla keskin bir gerçekçilik dokusu oluşturabilen, sade / yalın diyalog örgüsüyle seyircisini yormayan fakat hoşça vakit geçirme imkanı sunabilen ve oyuncuları tarafından duyguyu dokunaklı bir şekilde verebilen bir yapım.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Ve Perde

İlk uzun metrajlı film denemesi “Başka Bir Hayatta (Past Lives)” ile dünya çapında yankı uyandıran, uluslararası birçok mecradan ödülle dönen ve 96. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Özgün Senaryo” ve “En İyi Film” dallarında adaylık elde eden başarılı yönetmen Celine Song’un merakla beklenen ve Dakota Johnson, Pedro Pascal ve Chris Evans gibi isimlere yer verdiği yıldızlar geçitli ikinci filmi “Tam Bana Göre (Materialists)” 13 Haziran itibariyle sinema perdesindeki yerine kavuştu. Mistik ögelerle harmanlanan romantizm ile dram yüklü bir ilişkiyi ve göçmen olmanın getirdiği zorlukları ele alan çıkış filmi “Başka Bir Hayatta’ya” karşılık, Song ikinci filminde modern ilişkileri masaya yatırıyor ve merceğine aldığı ilişki üzerinden bu ilişkilere yumuşak fakat eleştirel bir bakış atıyor.

Yayımlanan afişlerinden de anlaşılacağı üzere, seyircisini bir ilişki üçgenine ve ilişkilere dair çetrefilli yapılara hazırlayan filmin kadrosunu oluşturan isimler, film henüz vizyona girmeden seyircilerin dikkatini çekmeyi başarıyor. Sinema sezonu açısından salonların dinlenme dönemi olarak kabul edilen yaz dönemine kıyasla oldukça kalabalık sinema salonu da bu tezi doğruluyor. Pedro Pascal gibi görece tecrübeli bir oyuncuya eşlik eden ve gün geçtikçe oyunculuklarına değer katan Dakota Johnson ve Chris Evans’ın başrol için tercih edilmeleri filmin hikayesini yerinde bir biçimde destekliyor ve yansıtıyor.

Hikaye

Newyork’un parlak ve gösterişli rüzgarlarının estiği filmde, Dakota Johnson, 30’lu yaşlarının ortalarına ulaşan, maddi imkanı yerinde bir kesime ilişki bulmakla ilgili hizmet veren ve büyük bir şirkette verdiği bu hizmeti aldığı doyurucu ücret karşılığında pahalı ve profesyonel bir konuma taşıyan Lucy isimli çöpçatan bir karakteri canlandırıyor. Şirketin kutlamalarının merkezini ve çalışanların performansı belirleyen hedef tahtasında, bir araya getirilen çiftlerin evlilik kurumunu taçlandırmaları oturuyor. Nasıl bir partnerle birlikte olmayı arzuladıklarından bahsettikleri başvuru anından itibaren nihai hedefe yani evliliğe ulaşana değin müşterilerine hizmet veren şirket çalışanları, hem belirgin özelliklerinden yola çıkarak müşterilere dair bir profil oluşturuyorlar hem de ideal benliklerine aykırı hareket ettikleri gölge yanlarında onların kötü hissetmemelerine yardımcı olarak bir nevi danışmanlık hizmeti sunuyorlar. Lucy, şahsi hayatındaki yalnızlığına ve içe çekilmişliğine rağmen, şirketin gözde, enerjik ve etkileyici bir çalışanını temsil ediyor.

Filmin hikayesi, Lucy’nin bir müşterinin düğününde tanıştığı, zengin, verdiği kararlarda ne yaptığını bilen biri izlenimi veren, lüks bir yaşamın doruklarında yaşayan, hediyeleriyle ve götürdüğü mekanlarla partnerini şımartmayı seven, her bakımdan ideal bir eş adayı imajı çizen ve maddi açıdan herhangi bir ihtiyaç hali içerisinde olmadığı için kendisini duygusal yönden destekleyebilecek bir partner arayışında olan Harry (Pedro Pascal) ile yıllar önce maddi zorluklar sebebiyle ayrılmak durumunda kaldığı, yakışıklı, oyunculuk mesleğini icra eden, oyunculuktan elde ettiği gelir yeterli gelmediği için bir yemek firmasında garsonluk yapan, koşulları “iyiden” uzak bir evi iki kişiyle paylaşmak zorunda kalan John (Chris Evans) arasında kalışına odaklanıyor. Lucy’nin kendi ayakları üzerinde durabildiği, neyi aradığından emin olduğunu düşündüğü ve başarıyı deneyimlediği hayatının bu döneminde yoluna çıkan ve oldukça kusursuz görünen Harry ve yolunun yeniden kesiştiği, duygusal nedenlere bağlı olmadan uzun vakit önce ayrıldığı, sevme kapasitesiyle ilgili ona umut aşılayan ve bir nostaljiden daha fazla anlam taşıyarak duygularını canlı tutan John ikileminde bir pozisyon alamayışı filmin temel çatışma alanını oluşturuyor.

Pazarlanan İlişkiler / Etiketli Partnerler

Çöpçatanlık firmasının insani ilişkileri bir pazar sahasına dönüştürdüğü filmde, adayların sahip olduğu çekicilik düzeyi, ekonomik gelir, boy, aile yaşantısı, medeni durum, ırk ve yaş gibi kriterler algoritmik bir değere temas ediyor. Denklik anlayışının güdüldüğü ve algoritmanın en uygun adayı işaret ettiği yerde de partnerlerin birbirlerine dair olumlu bir duygu/düşünce içerisine girmesi bekleniyor. Peki bu kriterlere dayalı yapılan tanımlamalar ilişkilerin geleceği adına ne denli belirleyicilik arz ediyor? İnsanları bir ürün, onları biricik kılan özellikleri bir market değeri / etiket olarak görmek ve ilişkilerin gidişatını matematiksel hesaplar üzerinden değerlendirmek gerçekten mümkün mü? Song, romantik olarak addedebileceğimiz bir film içerisine yerleştirdiği randevu sekanslarıyla seyircinin aklını bu sorularla meşgul etme şansını elde ediyor. Yönetmenin de örtük biçimde vurguladığı haliyle, beşeri ilişkiler gibi soyut ve tahmin edilemez bir alanda, rakamsal değerler her zaman bir anlam taşımıyor. Yalnızca bununla da sınırlı kalmıyor, film yalnızlıktan ve yalnızlığın potansiyel olarak yol açtığı olumsuz duygulardan sıyrılmak için insanların sığındığı ilişki limanlarında, onları daha da mutsuz kılan tüketim sistemi çarklarının döndüğünü fark etmemizi istiyor.

Bir İhtimal Daha Var

Randevulaşmak Filmin seyircisini sevk ettiği bir diğer açmaz da aşık olmak ile randevulaşmak arasında kolaylık yönünden yaptığı ayrım. Yönetmenin savına göre, aşık olan iki insanın bir araya gelmesiyle randevu için iki insanın bir araya gelmesi bir çok yönden farklılaşıyor. Aşık olduğunuz zaman partnerimizle ilgili önden gayri resmi bir kabulün olması, herhangi bir zorlamanın gerekmeyişi ve kolay olmayanın da aslında kolay görülmesi mevzu bahisken; randevuya çıkmak reddedilme, yeterince beğenilmeme, partnerin beklentisini kestirememe ve yoğun bir biçimde çabalamak durumunda kalma gibi çeşitli riskleri beraberinde getiriyor. Yönetmenin ilişkiler koordinatında aşık olmayı randevulaşmaya göre “daha kolay” dediği bir noktaya yerleştirerek vurgulamak istediğinin, randevu için bir araya gelen kişilerin bir olumsuzluk deneyimlemeleri halinde zarar görme ve en kırılgan yerlerinden yara ama olasılığının bulunması olduğuna ağırlık versem de, aşık olmanın daha kolay olmasının altında yatan faktörün “doğallık” olduğunu düşünüyorum. Doğal olanın yani yaşamın kendiliğinden sunduğunun ve “yaratmak” için uğraş gerektirmeyenin, bizi ilişkiler yumağında “daha kolay” olana ve onun sağladığı güzelliklere götürmesi kaçınılmaz oluyor.

İlişki Menüsü

Yazının daha önceki bölümünde de bahsedildiği üzere, randevulaşmak çeşitli hasarları da omzunda taşıyabiliyor. Çöpçatanlık şirketinde, Lucy’nin bir müşterisinin randevusunda da başına benzeri ve hoş olmayan bir olayın gelmesiyle, Harry ile sürdürdüğü ve bir peri masalını andıran ilişkisinde birtakım kırılmalar oluşuyor. Belki de uzun süredir sahip olmayı arzuladığı lüks objelerle çevrili yaşamında, gerçekte nerde ve kiminle olmayı sorgular vaziyete geliyor. Maddi bir kaybın veya eksiğin bulunmadığı bu ilişkide, aşkın, sevginin ve tutkunun yokluğu soğuk bir su misali yüzüne çarpıyor. İlişkilerin matematiği üzerine kurulu ve müşterileri adına icra ettiği mesleğinde kazandığı başarıların başarısızlık tereddüdüne evrilmesiyle birlikte, savunmasız yanı ortaya çıkıyor ve şahsi yaşamındaki romantik ilişkilerinde yaşadığı karmaşıklık filmin ironik tarafını besliyor. Harry ile olan ilişkisinin ciddileşmeye varma eşiğinde, menüde bulunan ve ona sunulan bütün o lezzetli yemeklerin, masada aşk olmadığı müddetçe bir anlam ifade etmediği sonucuna da böyle varıyor.

Pozitif İyimserlik / Bilinçli Farkındalık

Çöpçatanlık firmasının bir hediye paketi hazırlarcasına müşterilerini diğer müşterilerine sunduğu modern dünya düzeninde; ilişkileri yapaylaştıran, tatsızlaştıran ve tüketen “kriterler” mi diye sormamız gerekebilir. İnsana ait hiçbir kalite/niteliğin bir diğer kalite/nitelikten üstün tutulamayacağı ve muhtemel partnerlere dair beklenti ve arayışların olağan olduğu düsturundan hareket edersek, kabahati kriterlere de atmamız yersiz kalıyor. O kriterlerin içini gerçekten biz mi dolduruyoruz, yoksa toplumun ve pazar evreninin bizden istediğine uyumlanmak zorunda mı hissediyoruz? Yolumuza çıkan partnere ait bir kriteri nasıl değerlendirdiğimiz, o kritere dair ne şekilde bir görüş inşa ettiğimiz ve o kriter içeriğiyle ilgili nasıl bir yön tayin edeceğimiz “bilinçli bir farkındalık” ışığında gerçekleşiyorsa, kriterler değil biz insanlar ön planda oluyoruz. Song’un filmin başında ve sonunda ilk insanların romantik ilişkileri hakkında kesitler gösterme amacı biraz da bununla bağlantılı. Uygarlığın henüz gelişmediği ve toplumsal etkinin baskısını henüz tatmadığımız bir dönemi işaret ederek, yönetmen ilişkilerdeki maddeciliğimizi hiçlik düzeyine indirgiyor ve madalyonun bu tarafından bakmamızı talep ediyor.

İlişki Bizden Ne İstiyor?

Aile ve çift terapisti sevgili hocam Murat Dokur konuyla bağdaşık olarak “İlişki emek istemez. İlişki için iki sağlıklı birey yeterlidir.” diyor. Harry ile olan ayrılığı sonrasında kendini John’un evinin önünde bulan ve ilişkilerine bir şans vermek isteyen Lucy ve John’un filizlenmekte olan ilişkileri bu cümlenin paralelliğinde ilerliyor. Yıllar önce maddi imkanlar yetersizliğinde ayrılma teşebbüsünde bulunduğu, bu imkansızlıklar sebebiyle sık sık çatışmak yaşamak durumunda kaldığı ve kendisine iyi bir yaşam sunamayacağına inandığı John ile ilişkisinde girdiği yeni dönemeçte, onu neyin beklediğinin içgörüsünde bu defa Lucy. John da sevgilisi tarafından yetersiz ve çaresiz hissettirilerek terk edilen, bir eril olarak bu sorumluluğu tek başına göğüslemesi gerektiği şeklinde yanlış bir inanıya sahip ve belki de hiçbir zaman sevgilisine istediği koşulları sunamayacağının ayırdında. Bu nedenle, ikilinin ilişkiye yeniden başlamaları bir fedakarlığın değil bir içgörünün neticesi olarak anlaşılabilir. İlişkinin onlardan istediğiyse, bir emek verme/fedakarlıkta bulunma hali değil, yalnızca mutlu olmayı istediklerini itiraf edebilmeleri oluyor. İranlı şair Mehdi Akhavan-Sales’ın şiirinden yola çıkan yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin 2010 yapımı “Aslı Gibidir” filminde dediği gibi, “Yapraksız bir bahçenin güzel olmadığını söylemeye kim cesaret edebilir?

Filme Dair

Song’un elinden çıkma “Tam Bana Göre” filmi, klişeye kayabilecek konusuna rağmen yaratıcısının usta dokunuşu ve kurgusuyla özgün bir form kazanabilen, yumuşak bir üslupla keskin bir gerçekçilik dokusu oluşturabilen, sade / yalın diyalog örgüsüyle seyircisini yormayan fakat hoşça vakit geçirme imkanı sunabilen ve oyuncuları tarafından duyguyu dokunaklı bir şekilde verebilen bir film olmuş. İzlemek isteyenler için vizyonda seyircilerini bekliyor. Şimdiden herkese iyi seyirler!

Yönetmen / Senaryo : Celine Song 

Görüntü Yönetmeni : Shabier Kirchner 

Kurgu : Keith Fraase 

Müzik : Daniel Pemberton 

Oyuncular : Dakota Johnson, Pedro Pascal, Chris Evans, Marin Ireland, Lindsey Broad, Sawyer Spielberg, Louisa Jacobson, Dasha Nekrasova, Nedra Marie Taylor, Halley Feiffer 

ABD / Komedi-Romantik / 109 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz