The Lobster, 1973 doğumlu Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un Hollywood’da yönettiği ilk İngilizce film. Yurt dışı festivallerinden ödüllerle dönen yönetmen daha önce O Kalyteros Mou Filos (2001), Kinetta (2005), Köpek Dişi (2009), Attenberk (2010) ve Alpler (2011) filmlerini yönetti. The Lobster, Türkiye’de gösterime girmeden önce gösterildiği festivallerde büyük ilgi gördü ve çok beğenildi. Bunun nedeni The Lobster’ın değişik bir konuya sahip olması.
Konuyu kısaca özetleyelim ve yorumumuza devam edelim. David, karısı tarafından terk edilir. Bunun üzerine, yalnız yaşayan insanların 45 gün içinde kendilerine eş bulmalarının zorunlu olduğu bir otele yerleşir. Burada, 45 günlük sürede ruh eşini bulamayanlar kendi seçtikleri bir hayvana dönüştürülür. David, bir süre sonra birisini bulur ama bu zorlama beraberlik onun farklı yönde harekete geçmesine neden olur..
Öykü kısaca böyle. İnsanların zorla çift olmaya yönlendirildiği, yalnızlığın yasak olduğu olduğu bir ülke! İlginç değil mi? İlginç olmasının yanında beyinleri zorlayan, seyirciye “ne, niye, niçin, neden” gibi soruları oldukça fazla sorduran bir film Lobster. İnsanlar, var oldukları tarihten bu yana belli kurallar konarak hep yönlendirilmiş ve nasıl yaşayacakları dikte ettirilmiş. İnsanlar, kendi başlarına yaşayamazlar mı? Gerçekte, yalnızlık yaratana özgü bir yaşam biçimi mi? Karşı cinse veya hemcinslerine muhtaç olarak yaşamak kaderleri mi? Mutlu olmak için illa ki birileri ile ilişkiye girmek zorunda mı?
Lobster, seyirciye işte böyle deli sorular sordurtan ve insanlığımızı sorgulatan tuhaf bir film. (Colin Farrel’da bir röportajında film çekilirken filmi ve rolünü anlayamadığı için yönetmene sürekli sorular sorduğunu söylüyor ve ekliyor “-Çekimler bitti, ben filmi hala anlayamadım”). Colin’in bile anlayamadığı bu farklı dünyada ruh eşini bulamadığın sürece evli yaşamakta zor, bekar yaşamakta. Yani, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Böyle acayip bir durum. Şimdi diyeceksiniz ki, herkes bu duruma boyun mu eğiyor, bunlara dur diyecek kimse yok mu? Elbette var. Onlarda zorlama evliliği kabul etmeyip yalnızlığı savunuyorlar ve zorla dayatmaya karşı duruyorlar. Ama onlarda ayrı bir manyak! Onlarda, sen sadece tek olabilirsin çift olamazsın diyorlar. Karşı cinsle temas, aşık olma, yakınlaşma kesinlikle yasak.
Yönetmen, bana göre filminde bu kara gelecek tasviri ile insanoğluna sıkı bir ders vermeye soyunmuş. Riyakar, ikiyüzlü, sahte, yukarıda da belirttiğim gibi birilerinin yazdığı rolleri oynayan insanlarla, yani aklınıza gelebilecek her türlü sahtelikle altını kalınca çize çize dalgasını geçmiş ve “eyy yöneticiler, insanoğlunun yakasından düşün, onları rahat bırakın, bırakın özgürce diledikleri gibi yaşasınlar” mesajı vermiş.
Birçok uluslararası oyuncuyu bünyesinde barındıran filmin oyunculuklarıNI beğendim. Keza filmin müziği de olay örgüsü ile örtüşmüş. Bir tebrik de, renk seçişini ilginç bulduğum filmin görüntü yönetmenine gitsin.
Sözün Özü: Güldüren, güldürürken düşündüren, insanlığımızı sorgulatan, dilediğimiz gibi özgür yaşamanın önemini vurgulayan ve deli soruların beynimizde dolaşmasına neden olan haftanın en ilginç filmini kaçırmayın. İyi seyirler.