Üç Hayat
Yasaklı yönetmen Jafar Panahi ”Üç Hayat” ile Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.
ÜÇ KADIN ÜZERİNDEN İRAN TOPLUMU
Ülkesinde yedi yıldır filmlerini gizli olarak çeken yönetmen, her yeni yapıtıyla, dünya festivallerinde ödül kazanmayı sürdürüyor. Film festivalleri de, mağdur sinemacıları sahiplenme görevini üstlenmeye devam ediyorlar. Panahi’nin filminde ki üç kadın, İran’ın geçmişini, günümüzü ve geleceğini temsil eden birer sembol. Mizahla dramı ustalıkla harmanlayan bu film, İtalyan Neo Realist akımı yapıtlarını akla getiriyor. İran’ın sosyakültürel açmazlarını sergilerken, Panahi toplumsal geleneklerin altında ezilen halkını, insanın içini ısıtan sıcacık bir mizahla anlatıyor. VİKTOR APALAÇİ
SE ROKH
Yönetmen : Jafar Panahi
Senaryo : Jafar Panahi-Nader Saeivar
Görüntü Yönetmeni : Amin Ja’fari
Kurgu : Mastaneh Mohajer
Oynayanlar : Behnaz Jafari, Jafar Panahi, Marziyeh Rezaei, Shahrzad, Maedeh Erteghaei, Narges Delaram, Fatemeh İsmaeilnejad, Yadollah Dadashnejad
Kendi ülkelerinde mağdur olan sinemacıları sahiplenme görevini yıllardır üstlenen film festivallerinden Cannes, Mayıs ayında Jafar Panahi’nin ”Üç Hayat / Se Rokh” unu İtalyan yönetmen Alice Rohrwacher ile birlikte En İyi Senaryo Ödülü’ne ortak etti.
Asistanı Abbas Kiyarüstemi‘nin manevi oğlu olan Panahi, bu duygu yüklü, hüzünlü ve iyimser yapıtı ile İran sinemasının yasaklı ama saygın bir temsilcisi olduğunu kanıtlıyor. Yedi yıldır ev hapsi hayatı yaşayan yönetmen, üç yıl önce dolmuş şoförü olarak halkın arasına karıştı. Toplumun muhtelif kesimlerinden arabasına binen insanlar üzerinden İran toplumsal hayatı hakkında ”Taxi Tahran” ile müthiş tespitler yaptı.
Berlin’de Altın Ayı kazanan bu filmi ve tüm yapıtlarıyla, İran’ın sosyokültürel açmazlarını sergilerken Panahi, toplumsal geleneklerin altında ezilen halkını, insanın içini ısıtan sıcacık bir mizah diliyle gözler önüne seriyor.
Sanat dünyasını, İran toplumunun huzursuzluğunu keskin gözlemciliği ile mercek altına yatıran Panahi, bu kez yolunu medeniyetten uzak, susuz, elektriksiz bir Azeri köyünden geçiriyor.
Son iki filminde olduğu gibi benzer bir ana temayı işleyen yönetmen, çeşitli kesimlerden çizdiği insan portreleriyle İran’ın toplumsal hayatından resimler sunmayı sürdürüyor. Yaşadığı zorlu coğrafyanın zaaflarını, hasletlerini, insan ilişkilerini işlemekten yorulmayan Panahi, bu kez ülkesinin kara yazgılı kadınlarına odaklanıyor.
Birincisi, instagramdan paylaştığı video ile, intihar süsü vererek dikkat çekip, Tahran’da ki giriş sınavını kazandığı konservatuara gitmek isteyen bir genç kız. İkincisi, genç kızın imdat çığlığını alan, onu kurtarmak için yola koyulan ünlü bir kadın televizyon dizisi oyuncusu. Üçüncüsü ise, gençliğinde hafif meşrep bir aktris olduğu için devrim sonrası gözden düşmüş, toplumdan dışlanmış yaşlı bir kadın.
Köylü kızı geleceği, imdadına koşan aktrist günümüzü, ahlaksız olarak damgalanmış yaşlı oyuncuyu geçmiş olarak simgelediği bu filmle Panahi en feminist filmine imzasını atıyor. Yönetmen gericiliğe, bağnazlığa karşı mücadele eden bu üç kadının ortak çabasını filmin başlığına taşıyor. Panahi’nin senaryolarında ele aldığı olaylar, aslında çözüm beklediği, düzelmesini istediği sorunları.
AZERİ KÖYÜNE YOLCUKUK
Panahi, politik bir yönetmen değil. Ülkesinin toplumsal portresini çıkarmaya odaklanan sinemasıyla, ”Üç Hayat” da bizleri, Türkiye-İran sınırında ailesinin memleketi olan Azerice konuşulan bir köye götürüyor.
Filmin açılış sekansında, başı örtülü bir genç kızın intihar etmeye kararlı olduğunu anlatan bir video kaydını izliyoruz. Kız, mağaranın içinde yol alırken, babası ile ağabeyinin okula gitmesini engellediklerini ve istemediği bir erkekle evlenmeye zorlandığını anlatıyor. Bu video kaydını, ülkenin ünlü tv. yıldızı Behnaz Jafari‘ye göndermesi için en yakın arkadaşını görevlendiren genç kız, derdine çare bulunmazsa intihar edeceği tehdidinde bulunuyor. Filmde kendi adı ile oynayan Jafari, panik içinde tanıdığı bir yönetmen olan Panahi‘den yardım istiyor.
Filmin ikinci sekansında bir arabada yol alan aktris ile yönetmen, video kaydının bir muziplik olsun diye mi yollandığını, yoksa ciddi bir intihar girişimi mi olduğunu tartışırlar. Kafalarındaki şüpheye yanıt aramak üzere ikilinin, genç kızın yaşadığı İran’ın kuzey batısındaki dağlık bölgeye doğru yol aldığını görürüz. Köye vardıklarında köylülerin günlük yaşamlarını, tutucu geleneklerin baskısı altında sürdürdüklerine tanık olurlar.
Başta Azerice konuştuğu ikiliye yakın davranan köylüler, misafirlerin amacı belli olduğunda genç kızın akibetinin irdelenmesini işlerine müdahale olarak görürler. Bağnaz köy halkı tutumunu değiştirerek istenmeyen misafirlerine kaba davranırlar. Film, gizemli genç kızın arama çabasına odaklanır.
Sosyal medyanın popülerliğinden yola çıkan Panahi, kendisini ve ailesini bir sosyal medya olayının tam merkezine yerleştiriyor. Ailesinin yıllardır yaşadığı bir coğrafyaya kamerasını doğrulturken yabancılık çekmeyen Panahi (kendi adı ile oynadığı filminde), köy halkıyla Türkçe konuşuyor.
”Taxi Tahran” da olduğu gibi arabasını film stüdyosuna dönüştüren yönetmenin, ülkesinin toplumsal hayatına ayna tutmadaki kararlılığını gösteriyor. Tembel ve işlevsiz köylüler, ellerine birer kazma alıp tek şeritli yolu genişletmek yerine kolaya kaçıp, korna ile işaretleşerek geçiş sırasına karar veriyorlar.
Mizahla dramı harmanlayan, usta işi sinemasıyla ”Üç Hayat” da İtalyan Neo Realist sinemasının filmlerini akla getiren Panahi, her daim olduğu gibi duyarlı, sade ve doğal.
MİNİMALİST FİLMLERİN USTASI
Cannes’da festival yönetiminin, filmini takdim etmek üzere ülkesinden çıkmasına izin verilmesini talep ettiği yönetmenin, üstünde ismi yazılı koltuğu yine boş kaldı ne yazık ki.. Panahi, kapanış galasında da kendisine verilen En İyi Senaryo Ödülü‘nü de jürinin elinden alamadı. Senaryoyu müştereken yazdığı kızı Nader Saeivar, babası adına ödülü Chiara Mastroianni‘nin elinden aldı.
2030 Yılına kadar ülkesini terk etmesi yasaklanan Panahi, ertesi gün Tahran havaalanında karşılamaya gittiği kızının elinden aldı ödülünü.. Nader Saeivar, ödül töreninde yaptığı konuşmada (ödül aldığı taktirde) ustası Abbas Kiyarüstemi‘nin adını anmasını arzuladığını söyledi.
Filmin kurgusunu Panahi ile birlikte yapan Mastaneh Mohajer, filmlerinin uluslararası yarışmalarda kazandığı başarısının İran’da vizyon görme şansını yakalamasına yol açtığını söyledi.
Yönetmen-aktör-yapımcı-senaryo yazarı Jafar Panahi, 1960 yılında Azerbaycan’da doğdu. Tahran’ın fakir bir semtinde bir badanacının oğlu olarak geçirdiği gençlik yıllarında, sinema kariyerini seçmesinde, İran’ın gelmiş geçmiş en ünlü yönetmeni olan Abbas Kiyarüstemi‘nin rolü oldu. 35 yaşındayken bu ustasının yazdığı senaryo üzerine bina ettiği ilk uzun metrajlı film ”Beyaz Balon / The White Balloon” ile Cannes’da ”En İyi İlk Film” e verilen Altın Kamera Ödülü’nü kazandı. Aynı festivalin Belirli Bir Bakış Bölümü‘nde 2013 de ”Kanlı Altın / Talaye Sorkh” ile Jüri Ödülü’nün sahibi oldu. Berlin’de ”Ofsayt / Offside (2006)” ile Jüri Büyük Ödülü, ”Perde / Closed Curtain (2013)” ile En İyi Senaryo Ödülü ve en nihayet festivalin en büyük ödülü olan ”Altın Ayı Ödülü” nü ”Taxi Tahran” ile kazandı.
Jafar Panahi, 2011’de 6 yıllık ev hapsi, 20 yıllık yurt dışına çıkış ve film çekme yasağı ile cezalandırıldı. Bunun gerekçesi şuydu : 2009’daki İran başkanlık seçimlerinde Mahmut Ahmedinejad’ın tekrar cumhurbaşkanı seçildiğini iddia etmesi, İran’da 76 kişinin ölümüyle sonuçlanan tepkilere ve gösterilere yol açmıştı. Panahi, o protestocular arasındaydı.
İran İslam Cumhuriyeti rejimine karşı propaganda yapmak suçundan aldığı ceza bütün dünyanın tepkisiyle karşılanmıştı. Panahi, 2011’den bu yana, başta ”Bu Bir Film Değil / İn Film Nist” olmak üzere yaptığı dört filmi gizlice çekti. Minimalist filmlerin bu büyük ustası, İran toplumunu otopsi masasına yatırdığı filmlerinde kadınlara hep birinci sırada yer verdi. ”Taxi Tahran” filmini yalnız Fransa’da 580 bin kişi izlemişti. Fransa kültür bakanı Françoise Nyssen ”3 kadın” ın Cannes’daki galasında hazır bulunarak, film ekibini kırmızı halılı merdivenin başında karşıladı. Aralarında bulunan baş kadın oyuncu Behnaz Jafari‘yi ünlü yönetmen Baman Ghobadi ile birlikte rol aldığı Samira Makhmalbaf‘ın ”Siyah Tahta (2000)” filminden hatırlıyoruz.