Eşitlik Savaşçısı / On the Basis of Sex
EŞİTLİKTE BURAYA KOLAY GELİNMEDİ..
Arkadaşlarım beni uyardı; bu filmi mutlaka izlemelisin! “Eşitlik Savaşçısı”, Kadının İnsan Hakları için savaşan bir hukukçu kadının hayat hikayesi ekseninde aslında ABD’deki eşitlik, özgürlük ve hukuk savaşını konu alıyor. Sinema aşkı bir yana, bir “eşitlik savaşçısı neferi” olarak gidiyorum izlemeye. Amerikalıların en sevdiğim yanı nedir biliyor musunuz? Aslında beter bir ülke; her türlü eşitsizliğin, haksızlığın, yanlışın, yalanın, muhafazakarlığın, tutuculuğun olmasına karşın bir yandan da bunları eleştirme, eleştirebilme özgürlüğü var! Hem de en iyi örnekleriyle sinemada. Kendi yanlışlarıyla yüzleşebiliyor, kendilerine ayna tutabiliyorlar, çünkü henüz hukuk kokmamış! Adalet var. Ve belki de bu yüzden hiçbir ülke sinemasında olmadığı kadar mahkeme filmi çekiliyor Amerikan sinemasında. Jüri sistemini tuhaf bulurum; hakimlerin çoğu da beyaz, muhafazakar ve üst gelir gruplarındandır ama vicdanlarının ve hukukun sesini dinleyerek karar vermelerinden olsa gerek, filmlerde de hukuk değilse de adalet üstün geliyor.
Bu uzun girişten sonra “Eşitlik Savaşçısı” nda kelime kelime aklımda kalan ve çok doğru bulduğum, filmin özü diyebileceğim replik ise şu: “Karar hukuka uygun olabilir ama hukuk anayasaya uygun değilse hukuku düzenlemek gerekir.” Bunu Yüksek Mahkeme Yargıçlarına kahramanımız Avukat Ruth Bader Ginsburg söylüyor. Ve devam ediyor, “Hatta Anayasa, gelişen toplumun ihtiyaç ve gerçeklerine uymayabilir, o zaman Anayasayı da düzenlemek gerekir.” Ruth Bader Ginsburg, yasalardaki kadın erkek eşitliğine aykırı hükümleri değiştirtmek ve Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun hale getirtebilmek için muhafazakar yargıyı alt etmenin yolu olarak tersten gitmeyi düşünür.
Yasaya göre hasta anne ve babasına bakmak zorunda olan bir kadın, bunun için bakıcı tuttuğu zaman bunu vergisinden düşebilmektedir. Oysa bir erkeğe bu hak tanınmamıştır. Çünkü kanun koyucu, bir erkeğin bekar olabileceğini ve buna karşın yaşlı annesine bakacağını hiç hesaba katmamıştır! Bu durumda olan bir erkeği bu yüzden vergi kaçırmakla suçlamaktadır? Belki inanmayacaksınız ama ABD’de kadınların işi bizden zordu. Belli başlı hukuk fakültelerine kabul edilmek, avukat ve hakim olabilmek için çok mücadele ettiler.
Ruth Bader Ginsburg, çok zeki ve çalışkan bir genç kız olarak ülkenin en iyi hukuk fakültelerinden Harward’a kabul edilen birkaç kız öğrenciden biri oldu. Onun fakülteye ilk geliş sahnesi, bence filmin en etkileyici sahnelerinden biri: yüzlerce takım elbiseli, kravatlı, beyaz, üst orta sınıftan genç adam, pırıl pırıl boyalı deri ayakkabılarıyla, düzenli adımlarla anfiye yürümektedir. İçlerinde kısa topuklu ayakkabısı, tayyörü ile bir genç kızı izler kamera. O da dekan tarafından lütfen kabul edilmiştir fakülteye. Sınıfta 9 kız öğrenci vardır çoğu hocaları tarafından adeta görülmezler, hayat onlar için hiç de kolay değildir. Ankara’da gazeteciliğe başladığım ve Meclis’te çalıştığım 70’lı yıllarda erkeklerin arasında benim için de hiç kolay olmadığı gibi!
Ruth evli ve bir küçük bebeğin annesidir. Üstelik de başlarına bir felaket gelir. Film, uzun bir yaşam sürecini ve bir hukuk mücadelesini anlatmaya odaklandığı için yıllar içinde zıplamalar fazlı hızlı ve zaman zaman hikayeden koparıyor. En büyük eleştirim buna. Gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkıldığı için diyecek bir şey yok.
Ruth ve her kadına nasip etsin, kendisi gibi hukukçu olan ve karısının en büyük destekçisi eşi Marty, mesleklerinde hızla ilerliyor. Vergi uzmanı eşinin yanında Ruth, hem kadın, hem Yahudi olduğu için avukat olarak iş bulamayınca üniversitede “Kadının insan hakları” konusunda ders vermeye başlıyor. Büyük bir devrime yol açacak davayı ve avukatlığı da bu arada yakalıyor; Kanun erkeğe de eşit değil. O halde? Yüksek Mahkeme’yi bu eşitsizliği düzeltmeye ikna edebilirse emsal göstererek kadınlara karşı eşitsizliklerin de düzeltilmesi istenebilir? Üstelik buna devleti temsil eden taraf farkında olmadan büyük bir katkıda bulunur: kadın erkek eşitsizliği içeren tüm yasaların dökümünü kendilerini savunmak için verir, 200’e yakın yasa!
Filmi, bütün eşitlik savaşçılarının seyretmesini tabii ki öneriyorum. Sinemaseverler için ise çok büyük beklentilere kapılınmamalı. Karakter seçimleri, dönem atmosferi yaratma, kostümler, beyaz ve zengin sınıfın vurgulanması çok başarılı. Amerikan filmlerinin bu dönemini anlatırken bol bol sigara tüttürülmesine de neymişiz ne olmuşuz diye bakıyorum! Ancak konuyla çok ilgilenmeyenlerin dava dosyalarının çetrefilli maddeleri arasında kaybolmasından da endişe ediyorum. Hele yıllar ışık hızıyla ilerlerken kim kimdi, buraya niye gelindi, izlemekte zorlanılıyor.
Filmin yönetmen koltuğunda o dönemleri yaşamış bir kadın yönetmen Miriam Leder oturuyor. Bu iddialı rolde ise Felicity Jones, ufak tefek ama sert, dikbaşlı, hukukçu kadını başarıyla canlandırıyor. Bütün hukuk öğrencilerine şiddetle tavsiye ediyorum!