Van Gogh ve Auvers Sur Oise
RESİM SANATI İLE SİNEMAYI BULUŞTURAN FİLM..
Paris’in kuzey batısındaki Auvers Sur Oise kasabası, 19. Yüzyılda Van Gogh, Gaugin, Cezanne, Daubiguy, Millet gibi ressamlara ev sahipliği yaptı. Dahilikle delilik arasında gidip gelen, eserlerinin önemi yaşamı esnasında anlaşılmadığı için, 37 yıllık kısa hayatını yoksulluk içinde geçiren, resim sanatının belki de en talihsiz figürü Vincent Van Gogh, son iki yılını geçirdiği Auvers’te intihar etti. Yaptığı 800 tablodan sadece biri satıldı. Ressamın Auvers’de yaşadıklarını yağlı boya tablolarıyla anlatan ‘Loving Vincent’ animasyon filmi özgün ve sıra dışı bir ustalık göstergesi.
Paris seyahatlerimi renklendirmek amacıyla, taşrasında günübirlik gidilebilecek yerlerine keşif yolculuklarına çıkmaktan keyif alırım.
Bu yıl sıra Paris’in kuzey batısında bulunan, 27 km. mesafedeki Auvers sur Oise’daydı.
Önceki seyahatlerimde, adı Claude Monet ile özdeşleşen Giverny’ye, trenle Rennes üzerinden, yılda 1 milyon kişinin ziyaret ettiği Mont Saint Michel’e, 1. François döneminde inşa edilen Fontainblaue Şatosu’na, onun ihtişamını geride bırakmak üzere, 14. Louis tarafından yapılan Versailles Sarayı’na gitmiştim. Oise nehri kıyısındaki şirin bir kasaba olan Auvers’e Vincent Van Gogh’un son yıllarında yaşadığı coğrafyayı görmek amacıyla gittim.
Burası yalnız Van Gogh’un değil, 19. Yüzyıl boyunca Paul Cezanne, Charles François Daubiguy, Paul Gaugin, Camille Pissaro, Jean-Baptiste Corot olmak üzere birçok ressamın yaşamak için seçtiği ve tabiatından ilham aldıkları bir belde.
Van Gogh gibi post-empresyonist ressamlar Gaugin ve Cezanne, Barbizon ekolünden Daubigny, köylü sınıfına dair tablolarıyla tanınan Millet, Auvers’in büyüleyici coğrafyasından etkilenip, hayatlarının bir bölümünü burada geçirmişler.
Yağmurlu bir kış günü, taksi şoförünün beni kapısında bıraktığı Turizm Enformasyon Bürosunda, Van Gogh’un yaşadığı yerleri görmek istediğimi söyledim.
Kasabanın en ünlü yolunun, “Ressamların Yolu” adı verilen, buğday tarlaları arasından geçen ve Van Gogh’a ünlü tablolarını çizmesi için ilham kaynağı olan patikalardan oluştuğunu öğrendim.
Aradığı iç huzuru, başta doğup büyüdüğü Hollanda olmak üzere hiçbir yerde bulmayan Van Gogh, kısa ömründe 38 adres değiştirdi. 20 Mayıs 1888’de Paris’ten trene binerek ulaştığı Auvers Sur Oise son adresi oldu.
Protestanlığı ve intihar etmesi nedeniyle dini tören yapılmayan Van Gogh, kardeşi Theo’nun girişimiyle oturduğu pansiyonun lokantasında düzenlenen merasimle son yolculuğuna uğurlandı. Theo, ağabeyinin ölüm acısına dayanamayıp 6 ay sonra öldü. Mezarı 1914’te karısının girişimi ile ağabeyinin yanına taşındı.
RESİM SANATININ EN GİZEMLİ, EN TALİHSİZ FİGÜRÜ
İzlenimcilik akımının yayılmasında rolü olan Vincent Van Gogh 30 Mart 1853’te Hollanda’nın güneyindeki Brabant bölgesinde, bir köy papazının oğlu olarak dünyaya geldi. Kafasının her şeyi gayet yavaş kavraması yüzünden eğitimi yarıda kaldı.
1875’te Londra’da kiracı olarak kaldığı evin kızı Ursula Loyer’ye yaptığı evlilik teklifinin reddedilmesi üzerine ilk ruhi bunalımını geçirdi. Gittiği Paris’te de tutunamayınca köyüne döndü, sefalet içinde yüzdü, sadakayla yaşarken kardeşi Theo buraya gelip ölmek üzere olan Vincent’i Brüksel’e götürdü.
Ruhi dengesi buzulmuşken, kendisine paraca yardım eden ressam Ridden Van Rapport’tan perspektif ve anatomi öğrendi. Etten şehrine yerleşmiş olan ailesinin yanına dönünce kuzini Kate’e âşık oldu, ancak evlenme teklifi yine reddedildi.
Bir süre Christine adlı bir fahişeyle yaşadı. Komşusu Margot Begemann ile birlikteliğini evliliğe dönüştüremedi. Ailesi evlenmelerine razı olmayınca Margot’nun intihar girişimi Vincent’ın hayatını büsbütün alt üst etti.
Babası 1885’te ölünce, sanat simsarı olan kardeşi Theo’nun Paris’teki evine yerleşti. Burada Toulouce Lautrec, Pissaro, Degas, Seuraf ve Gaugin ile tanıştı.
1888’de Lautrec’e uyarak Güney Fransa’nın daima güneşli Arles kasabasına gitti. Gaugin ona misafir geldi. Ancak bir gece, kendisine küstah tavırlar takınan Gaugin’in ustura ile gırtlağını kesmeye kalktı Hırsını alamayınca kendi kulağını kesti ve genelevde tanıdığı bir kıza götürüp verdi.
Yatırıldığı akıl hastanesinde hayaller görmeye başladı. Arles’da hayatının en güzel 200 tablosunu yapan Vincent, Paris’te Theo’nun evinde kısa bir süre geçirdikten sonra Auvers’e taşındı.
Van Gogh buradaki üzerinde uçan kargaların, buğday hasadına yaslanıp dinlenen köylülerin, çiftlik evlerinin, eseriyle ölümsüzleşen Auvers kilisesinin tablolarını yaptı. Akıl hastanesinden çıktıktan sonra Auvers’de tedavisini üstlenen, ressamlığa hevesli doktoru Paul Ferdinand Gachet’nin, piyano çalarken güzel kızı Marguerite’in ve mektuplarının ulaştıran postacı Joseph Roulin’in portrelerini yaptı.
27 Temmuz 1880 günü Auvers’te tarlada resim yaparken, daha önce tedarik ettiği tabancasını çekti, göğsü ile karnı arasına ateş etti. Theo yetişti, ancak iki gün yaşayabildi.
Ekspresyonist ressamları etkileyen, kendinden öncesi dönemlerin, çok sağlam sanılan geleneklerini bir hamlede yıkan Vincent ‘çizgi halindeki tuşlar’ ile çalışmasıyla resim sanatına yenilik getirdi. 37 yıllık ömrünün son 3-4 yılında yaptığı tablolar ile resim dünyasının ölmezleri arasına girdi.
RESİM İLE SİNEMA SANATINI BİRLEŞTİREN FİLM
Auvers Sur Oise’i terkedip, aktarmalı trenle Paris’in Gar edu Nord’una indim. İstanbul’a vardığımda, Van Gogh’un Auvers günlerini anlatan ‘Loving Vincent’ filminin basın için yapılan ön gösterimine davetli olduğumu öğrendim.
Gerçek oyuncularla çekilen, yağlı boya tablolarla göz alıcı bir teknikle animasyon haline getirilen bu film, türünde bir kilometre taşı oluşturuyor. 2008’de Kısa Film Oscar’ı kazanan İngiliz Hugh Welchman ile Van Gogh ile yanı yaşta resme başlayan Polonyalı Doroto Kobiela’nın bu görkemli yapıtı 6 yıllık bir çalışmanın ürünü.
Film, 5000 ressam arasında seçilen (60’ı Polonyalı) 125 ressamın tek tek yaptığı, Van Gogh stilinde 65 bin kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle gerçekleşti. Van Gogh’un 130 tablosundan esinlenerek yapılan her tabloda oyuncularla çekilen kareler baz alındı.
Filmin her saniyesi için 120 tablo gerekti, bunların fotoğrafları çekilip bilgisayarda birleştirildi. Bu özgün ve sıra dışı film, teknolojinin sinemada ulaştığı zirvenin 7. Sanatın hizmetinde olduğunu kanıtlayan bir ustalık göstergesi.
‘Loving Vincent’, canlandırma sinemasında bir devrim olarak karşılanan, Robert Zemeckis’in 2004 tarihli ‘Kutup Ekspresi / The Polan Express’ filmindeki ‘performansı yakalama’ tekniğini tekrarlıyor.
Bu özel ve özgün sanat güzellemesi sinemanın ilk yağlı boya animasyonu olma özelliğini taşıyor. Van Gogh’un Auvers’deki günlük hayatındaki tanıklıklar ve geri dönüşlerde, Welchman – Kobiela ikilisi siyah beyaz tabloları kullanmayı tercih etmişler. Senaryo, Vincent’in kardeşi Theo’ya yazdığı yaklaşık 800 mektuba dayanıyor.
Film, Van Gogh’un başına neler gelebileceğine dair gerçek bir kriminal araştırmanın öyküsü. Film, ressamın hayatının son haftalarında neler oldu, intihara olan meylinin temelinde neler olabileceği sorularına cevap arıyor. Emektar postacı Joseph Roulin, Vincent’in kardeşine gönderdiği ancak bir türlü yerine ulaşamayan mektubu elden vermesi için oğlu Armand’ı Auvers’e gönderir.
Armand, ressamın esin kaynaklarına ve ölümüne giden sürece dair çok şey öğrenir. İzini sürdüğü kasaba sakinleri, Van Gogh’un ölümsüz tablolarına modellik yapmış kişilerdir. Konuştuğu bu kişilerin çelişkili ifadeleri kendisine sanatçının öldürülmüş olduğu kuşkusunu getirir.
‘Loving Vincent’e özetle inatçı bir araştırmacının, psikolojik rahatsızlığı olan ressamın gerçek ölüm nedenini ve hayatını son bölümünün gizemini çözme çabalarına odaklanıyor.
2017’nin son günlerinde vizyona giren bu animasyon filmi, büyük beğeni kazanarak, türünde bir rekor kırarak aylarca afişlerden inmedi.
SİNEMADA VAN GOGH
Sinema, resim sanatının en mutsuz, en gizemli, en sorunlu figürü, Hollandalı izlenimci ressam Vincent Van Gogh’a odaklanan birçok biyografik filmi perdeye taşıdı.
Bunların en ünlüsü Vincente Minelli’nin ‘Ölmeyen İnsanlar / Lust For Life’ıdır (1956). Film Van Gogh’un canlandıran Kirk Douglas’ı şöhrete ulaştırırken, parsayı toplayan, En İyi Yardımcı Aktör Oscar Ödülü’nü kazanan Anthony Quinn olmuştu. ‘Şeytanın Güneşi Altında’ (1987) ile Cannes Festivali tarihinin en çok yuhalanan Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan Fransız Maurice Pialat’ın ‘Van Gogh’una (1991) ressamı, şarkıcı aktör Jacques Dutronc canlandırmıştı.
Ünlü yönetmen Robert Altman’ın ‘Vincent and Theo’sunda (1990) Van Gogh’u Tim Roth oynamıştı. Avustralyalı Michael Rubbo’nun ‘Vincent and Me’sinde (1990), Sefarad bir baba ile Rum bir annenin oğlu olarak İstanbul’da doğan Tchecky Karyo, Van Gogh’u canlandırmıştı. ‘Loving Vincent’ Hollandalı ressamın enteresan kişiliğini anlatan filmler zincirine katılan son halka.