Tufan / Daehongsu / The Great Flood
İNSAN IRKI FELAKETLER YÜZÜNDEN YOK OLACAK
Görsel efektleri ile şölen sunan Güney Kore bilim-kurgu filmi “Tufan”, insanlık için tehdit olan doğal afetlerin yanına yapay afetleri de (yapay zeka) ekleyerek tam bir kıyamet sahnesi sunuyor. Böylece insan kendi elleriyle yarattığı doğal-yapay felaketlerin içinde yaşama, var olma mücadelesine yeniden giriyor. İnsanlığı yaşatabilmenin en temel ve içgüdüsel duygunun “Annelik” olduğundan yola çıkarak bir çıkış yolu arıyor ama ders almayıp cehenneme çevireceğimiz gidecek başka gezegenimiz var mı bilmiyoruz. “Tufan”da hikaye biraz boğulmuş fakat ders alacak anekdotlar çok…
POSEİDON’UN İNTİKAMI
Homeros; “Yerleri sarsan, toprağı titreten kara saçlı” olarak seslenir Poseidon’a, “Kara saçlı” diye çağırmasının nedeni onu ilkel, korkutucu. kontrolsüz bir güç olarak gördüğü içindir. Başka dizelerinde ise şöyle çağırır Poseidon’u : “Artık ölçü yetmiyor / sarsılmaya ihtiyacımız var” Bu dizelerden esinlenerek filme uygun şöyle bir dörtlük kurayım :
“Ey yerleri sarsan, suyu delirten Tanrı
kara saçlı öfken süzülüyor çağlardan
asi ordu gibi göğe yükselen dalgalarınla
yerle bir edersin düzeni gözyaşlarınla”
Atilla ilhan‘ın felaketi onu sevmeyen bir kadından kaynaklanıp ağladığı gibi : (gözlerin gözlerime değince / felaketim olurdu ağlardım/beni sevmiyordun bilirdim/bir sevdiğin vardı duyardım) bizim de felaketimiz dünyanın ağlamasından daha doğrusu bizim dünyanın anasını ağlatmamızdan kaynaklanacak…
“The Great Flood”, yönetmen Kim Byung-woo imzalı, bilim kurgu ve felaket temasını harmanlayan bir Güney Kore filmi. Başrollerini Kim Da-mi ve Park Hae-soo paylaşıyor ve hikâye, yıkıcı bir küresel sel felaketinde hayatta kalma mücadelesi üzerine kuruluyor…
ALÇAK YERDE YATMA SEL ALIR YÜKSEK YERDE YATMA YEL ALIR!
Yazık ki atasözlerimiz güncelliğini yitiriyor artık. Sel yeli yeniyor ve binalar ne kadar yüksek yapılırsa yapılsın azgın suların gazabından kurtulamıyor. En azından filmin anlatmak istediği öykü böyle başlıyor. Önce felaketin uğultulu sesi duyuluyor. O ses eşliğinde sabah yatağından zorla uyanan bir annenin anaokuluna giden oğluyla yarı uykulu sohbetine tanık oluyoruz. Yataktan kalkma seremonisi her evde olduğu gibi bu evde de görülüyor. Kahvaltı hazırlarken anneanneden gelen telefona cevap veren kızı An-na (Kim Da-mi) bıkkın ve yorgundur.
Annesi ise her anne gibi evladını düşünüp iyi beslenmesi için ona sabah sabah yemek tarifleri vermektedir. (Daha ilk sahnede annelik vurgusu yapılıyor) Dışarıda deli gibi yağmur yağmaktadır ve su yavaş yavaş 30 katlı evin üçüncü katında oturan An-na ve oğlu Ja-in katına kadar çıkmıştır. Ne yağan yağmur sıradandır ne de o anne-çocuk sıradandır… Yağmur gözünü karartmıştır, dünyayı yıkayıp temizlemeye ve insan lekelerini çıkarmaya kararlıdır…
ÇAĞIMIZIN TANRISI YAPAY ZEKA!
Anne sıradan değildir, önemli bir kurumda yapay zeka geliştirme çalışmaları yapmaktadır. Yapay zekada eksik olan duygu motorunu faaliyete geçirme denemeleri sürdürmektedir…
Çocuk Ja-in sıradan değildir, yapay zeka tarafından yaratılmış insan özelliklerini tümüyle taşıyan ancak hiç büyümeyen bir çocuktur. Nazım Hikmet Kız Çocuğu şiirinde diyor ya “Yedi yaşında bir kızım / büyümez ölü Çocuklar” Ja-İn de hep altı yaşında, yaşayan ama hiç büyümeyen bir oğlan.( Amacım spoiler vermek değil, filme başlarken anlamak için bilinçli izlerseniz iyi olur.)
Yağmur sıradan değildir, asteroid düşmesi sonucu coşmuştur, öyle ki insan yapımı yüksek binaları bile sular altında bırakmaya kararlıdır…Binalarda mahsur kalan insanların çaresizliği, hayatta kalma mücadelesi gözler önüne serilirken An-na da doğurmadığı oğlunu kurtarmak için ölesiye mücadele vermektedir. Doğurmasa da yapay oğlu ona annelik içgüdüsünü tamamıyla hissettirmektedir ve onsuz yaşamanın, kurtulmanın bir manası olmayacağını bizzat yaşayarak görmektedir…
Modern Frankenstein’in çocuk örneği olan Ja-in’in insan tarafından değil yapay zeka tarafından yaratılması tüyleri ürpertiyor ve ister istemez “Acaba böyle bir şey mümkün olur mu” sorusu aklınızdan geçiyor. Felaketle mücadele eden An-na’nın tişörtündeki numaraların giderek yükselmesi (4006 / 4007 / 7993 13417 / 21499) sanki gösterilen tarihler de bir gün insanın ırkının değişeceğinin işaretini veriyor. Zaten bu kadar insan arasından özel olarak kurtarılmak istenen yalnızca An-na’dır, sebebi yeni bir insan ırkı yaratacak güçte olması, çünkü konuyla ilgili deneysel çalışmaları yapan sadece iki kişi vardır. Birisi An-na diğeri de üst makamdan Hyeon-Mo’dur Onun da insan özelliklerini tümüyle taşıyan yapay çocuğu vardır ama o çocuğuyla birlikte sulara kapılmıştır. Geriye insan ırkını kurtaracak bir kişi kalmıştır. An-na!…
An-na’yı kurtarmaya çalışan üst güç kimdir? Dünyada büyük bir felaket varken çalışmalarını nerede yapacaklar gibi bir yığın soru açıkta kalıyor. Senaryo dağılmayıp daha tutarlı ve inandırıcı olsaydı kuşkusuz iyi oyuncular, dijital de olsa müthiş efektler sayesinde çok daha iyi olacaktı.
Filmin görsel sunumu ve etkileyici dijital efektleri, selin büyüklüğünü ve tehdit seviyesini etkili şekilde yansıtıyor. Özellikle ilk yarıdaki felaket sahneleri, teknik açıdan dikkat çekici ve gerilim yaratma konusunda oldukça başarılı; ancak hikaye karmaşık.
Filmin söylediği şu : insan ırkı bir gün felaketlerden yok olacak. İnsanların yaptıkları devasa yapı siteleri hiçbir işe yaramayacaktır. Gökyüzüne bile şehirler kursalar felaket oraya kadar çıkacaktır, iyisi mi biz bir insan modül örneği alalım, yeni tohumlar ekelim başımızın çaresine bakalım. Duygu motoru üzerinde çalışmalarını sürdüren An-na deneylerinde başarılı olursa yeni bir insan ırkı dünyaya dönüş yapacaktır. (Dünyaya dönüş yapan yeni ırkın hepsi de iyi olsa bari!)
Bilim-kurguya gerek yok, bana kalırsa dünyayı kurtarırsa yine anneler kurtaracaktır. Aslında film de özünde bunu söylüyor…
Yönetmen / Senaryo : Byung-woo Kim
Oyuncular : Da-mi Kim, Park Hae-Soo, Kim Kyu-na, Yuna, Kwon Eun-sung, Jung Min-joon
Güney Kore / Bilimkurgu-Aksiyon-Dram / 105 Dk.,








