Bana Bir Soygun Yaz 2
“Bana Bir Soygun Yaz 2” Sonrası Akılda Kalanlar..
Sonda yazacağımı başta yazayım, İyi niyet! Akılda kalan sadece, iyi niyet.
Oyunculardan ilk göze çarpan isimler Şafak Sezer, Çetin Altay… İkisi içinde, komediyi bilmediklerini düşünmek; olanaksız. Şafak Sezer kalitesini ispatlamış, Çetin Altay, görece Şafak Sezer’e göre yeni olmasına rağmen; en az onun kadar kalitesini ortaya koymuş biri.
Peki, bu filmi izledikten sonra neden akılda komik bir sahnesi kalmıyor? Çünkü komik değil.
Komediyi argo tabir ile “laf sokma” durumuna indirgerseniz eğer, yer yer gülebilirsiniz. BKM ile başlayan bu furya, Recep İvedik serileri ile doruk noktasına çıktı ve bütün komedi sinemamızı peşinden sürükledi. Şimdi ise istisnasız bütün büyük yapımlarda bunun peşinden gidiyor. İyi veya kötü güldürüyorlar. Ama “Bana Bir Soygun Yaz 2” güldüremiyor!
Yönetmeni, korku filmlerinden komedi filmlerine geçiş yapan Murat Toktamışoğlu. Bu filmde tempoyu yüksek tutmayı başarmış. Film bittiğinde, ne zaman başladı, sorusunu kendinize sorabilirsiniz. Yönetmen bunu sürekli açı değiştirerek yapmış. Sürekli açı değişince seyircide; filmde bir şeyler oluyor hissi yaratıyor. Öykü de tempoya müsait olunca, film bir solukta izlenebiliyor. Ama ne izleniyor!
Kaldı ki, komedi filmlerinin olmazsa olmazı tempo ve ritimdir. Fakat tempo ve ritim bu filmin sorunu haline gelmiş. Çünkü filmde eylem yok! Komedi, eylem olmadan olmaz. İster söz komedisi, ister durum komedisi, ister tip komedisi ne gelirse gelsin aklınıza oturduğunuz yerden komedi yapılmaz. İlla ki Çelişme olacak!
Eylemsizlik de bir komedidir. Çevresindeki yoğun eylemin içinde eylemsiz duran kişinin gerginliği, eğer film komedi ise istisnasız seyirciyi güldürür… Ve bu da bir eylemdir. Karagöz oyunları aklımıza geldi ise, karagöz figürlerini bir düşünün, hangi tip olursa olsun hepsi bir eylemi içinde çizilmiştir. Tipini belli eden bir eylem. Filmin ana oyuncuları da bu konuda başarılı. Şafak Sezer, Çetin Altay, Umut Oğuz ve Hakan Elmas tiplerini oldukça başarılı ortaya koyuyorlar. Senaryoyu göz önüne alınca bu başarı bir başka önem arz ediyor.
Birazdan senaryoya değineceğim. Filmimizde komedinin doğabileceği sahnelerin çoğu öyküden izole bir konuşma havasında geçiyor. Öyküden İzole; hikayenin doğurduğu çelişmeler değil, karakterlerin hikayeden bağımsız “konuşmaları”… Örneğin; karakterin aptal olması, öyküye olumlu veya olumsuz hiçbir katkıda bulunmuyor. Kaldı ki, filmin başında aptal görünen karakter bazen akıllı oluyor. Akıllı görünen karakter bazen aptal oluyor, yani tutarlılığı olmadan ilerliyor. Komediyi öyküden izole biçimde yaratmaya karar vermişler diyelim. Olabilir. Filmin kalitesini düşürür ama koşullar gereği tercih edilmiş olabilir.
Peki, eylemsizlik neden? Karşılıklı “laf sokarak” komedi yapmak istemek neden? Sağa sola yürümek, bir yerlere çarpmak, bağırmak, koşmak, düşmek bunlar bir eylem. Ama olup olmadık yerlerde düşene çocuk tiyatrosunda çocuklar güler. Olup olmadık yerde bağırana da… Recep İvedik akıllara geliyor olabilir. Tip komedisi ve durum komedisini ve hatta hareket komedisini başarılı bir şekilde birleştirmiş bir filmdir Recep İvedik, ama filmin izlenebilir yaş aralığını düşürerek daha çok kitleye hitap etmek isterken kalitesini koruyamamış ve bu nedenle başarısız olmuştur.
Yüzyıllardan beri geleneksel Türk halk tiyatromuz var ve bu tiyatromuzun neredeyse bütün örnekleri komedi üzerine… Yani komediyi sular seller gibi biliyor olmamız lazım. Ve hatta bütün dünyayı komedi filmlerimizle güldürecek kadar, komedi hakkında birikime sahibiz. Gel gör ki, komedimiz; sağa sola yürümek, bir yerlere çarpmak, bağırmak, koşmak, düşmek eylemlerine
indirgenmiş durumda ne yazık ki..
Yani “Bana Bir Soygun Yaz 2” filmi Recep İvedik’in peşinden gidip; yine, filminin izlenebilir yaş aralığını düşürüp gişede çoğunluğu yakalamak istemişler. Kabaca İvedik taklidi… Şöyle sorayım, Facebook dışında binlerce ve bazıları Facebook’tan daha iyi, Facebook gibi sosyal medya platformları var. Hangimiz o diğerlerini kullanıyor? Aslı varken neden taklidini tercih edelim? Filmimizde komediyi yaratacak “eylem” yok. Onun yerine senaryodan bağımsız “eylemler” var. Yönetmende bu nedenle olsa gerek her yere müzik serpiştirmiş. Ama bu durum “eylemsizlikle” birleşince, filmin bir yerinde kendinizi filmi izlerken değil, müziği dinlerken bulabilirsiniz.
Akıllara şu soru gelebilir? Filmdeki mizansene yani rejiye yani eyleme, yönetmen karar vermiyor mu? Evet yönetmen karar veriyor. Fakat senaryoya bakıp karar veriyor. Romeo ve Juliet’in aşkını körükleyen, o aşkın imkansızlığı idi. Çünkü insan tarih boyunca imkansızı istemiştir. Ama çoğu zaman gerçekçi olmayı unutur. Romeo ve Juliet’in unuttuğu gibi… Bu filmde de gişede “başarı” istemişler ama gerçekçi olmayı unutmuşlar.
Paragrafın ilk cümlesinde aşktaki neden sonuç ilişkisini kısaca yazdım. Romeo ve Juliet tiyatro metninde ise bu neden sonuç ilişkisinin altı çok iyi doldurulmuş. Bütün dünyanın kültürünü etkileyen bir oyun olmuş. Filmimizde ise “kaba” bir neden sonuç ilişkisi var, yer yer aksasa da… Ama altı doldurulmamış. Hem de hiç doldurulmamış. Filmden bir örnek; çirkin resmedilmiş bir karakter, orta yaşlı bir kadına yanlışlıkla öpücük atıyor. Kadın da çirkin resmedilmiş karaktere sırılsıklam aşık oluyor. Bu kadınla ilgili birçok sahne seyrediyoruz. Ama bu kadının öyküsü ana öyküye bağlanmıyor. Sadece bir sahnede kadının ana hikayeye bir etkisini görüyoruz. Ve ne yazık ki senaryonun neredeyse tamamı böyle ilerliyor. Ana hikayeye bağlanmayan ve ne olduğu bilinmeyen yan hikayeler…
Yine aynı sorunla karşı karşıyayız. Yaş aralığını düşürerek daha çok seyirci yakalamak. Ne kadar çok alt metne inerseniz, seyirciyi yakalamak için o kadar güçlü bir metin yazmanız lazım. Alt metin için; kabaca, nedenden sonuca giderkenki olan olaylar diyelim şimdilik… Senaryonun yazarı Ulaş Çobancı, “Şartlı Tahliye” isimli bir televizyon filminin senaryosunu yazmış. Bir de “Yalancısın Sen” isimli Serkan Kuru ve Feride Çetin’in başrollerini paylaştığı, tv dizisinin senaryosunu yazanlardan biri… Senarist, senaryoda alt metne fazla inmemiş. Ama sadece neden sonuçlar anlatılırsa film yarım saat olur. O nedenle yan hikayeler eklenmiş.
Ana hikaye, Şafak Sezer, Çetin Altay ve Umut Oğuz’un değil, Hakan Elmas’ın ekseninde geçiyor. Ama filme gişe yaptıracak kişiler Şafak Sezer ve Çetin Altay ve Umut Oğuz ikilisi. Bu nedenden dolayı da yan hikayelerle, hikayenin ekseni kaydırılmış. Şafak Sezer’in gişe yaptıracağı belli… Çetin Altay ve Umut Oğuz’da ilk “Bana Bir Soygun Yaz” filminden dolayı gişe yaptıracak. İlk filme de değinmeden olmaz, yan hikayeleri de var… Sonuç hüsran.
Eylem, eylemsizlik, alt metin, hikayeden izole, ana hikaye… Bütün bunları özetlersek; alt metnin çok az anlatılması, neden sonuç ilişkilerini zayıflatmış. Alt metin az olunca, alt metinden doğacak eylem çok az olmuş ve komedi büyük oranda neden sonuç ilişkisindeki eylemlere kalmış. Neden sonuç ilişkisi zayıf olunca komediyi yaratacak eylem de zayıf olacağı için, eylemi; bağırma, düşme, vurma gibi durumlarla süslemişler. Bu da yapılan eylemi, senaryodaki neden sonuç ilişkisinden koparmış. Eylem senaryonun doğurdu eylem değil artık. O vakit de “eylemsizliğe” geçiş başlamış. Neyi neden yaptıkları belli ama bayağı duran hareketler.
Alt metinin çok az anlatılması, ana hikayeyi kısaltmış. Bu nedenle Şafak Sezer’i ve Çetin Altay-Umut Oğuz ikilisini daha çok gösterme kaygısı ile yan hikayeler çoğaltılmış. Yan hikayelerin alt metni neredeyse hiç anlatılmamış. Ana hikayedeki “eylemsizlik” durumu, doğal olarak yan hikayelerde de oluşmuş . Yan hikayeler neredeyse ana hikayeye hiç bağlanmamış. Yan hikayelerin ana hikayeye bağlanmaması, ortaya komik olmaya çalışan bayağı sahneler çıkarmış. Diyeceksiniz ki, iyi niyet bunun neresinde? Her şey bu kadar olumsuzken, oyunculukların performansının görece iyi olmasının nedeni, iyi niyetleri ile dört koldan yaptıkları işe sarılmalarıdır, fikrimce…