Güzel Oğlum / Beautiful Boy
Beyoğlu sineması!
Bir masa, hatıra kalsın diye fotoğraf çektiriyoruz.
Atilla Dorsay “ışık! biraz daha ışık” diyor, “Goethe” diyorum.
Sinema salonuna giriyoruz. Işık sönüyor, film dönmeye başlıyor.
Gençlerin yaşam ışığını söndüren, onları karanlığa gömen bir hayat hikayesinin çıkmaz sokaklarında dönüp duruyoruz, kahroluyoruz…
Uyuşturucu kullananların gerçek anlamda ışıktan nasıl rahatsız olduklarını düşünmeden edemiyorum. Gerçek ve mecaz birbirine karışıyor…
Goethe’nin ölüm döşeğinde söylediği söz, filmdeki babanın artık her şeyden umudu kesip ışığı söndürdüğü film sahnesinde yeniden zihnimi aydınlatıyor.
“Işık! Biraz daha ışık..”
Oysa her şeyden artık umudunu kesen babanın sihirli sözü olan “her şeyden” sıfat tamlaması ona kapıları açan en önemli anahtar olmuştur. Küçüklüğünden beri oğluna her sarılışında “her şeyden” diyen baba aslında “seni her şeyden çok seviyorum” demek istiyordur, kendi aralarında cümleyi kırpıp, sözcük halinde bıraktıkları kelimenin anlamını çok büyültüp derinleştirmişlerdir aslında. Ve bu iki yarım kelime oğulun parçalanmış hayatını bütünleştiren en önemli yapıştırıcı olmuştur.
“Güzel Oğlum” Kafayı güzelleştirmek uğruna hayatları çirkinleştiren ve hiçleştiren uyuşturucuların; başta kullanıcısı olmak üzere çevresindekileri nasıl bir çıkmaza soktuğunu anlatan bir film. Can yakıcı bir konu, akıl alıcı bir hikaye ve inanılmaz bir mücadele etrafında dönen bu gerçek yaşam öyküsünün baş rollerindeki iki kahraman; baba ve oğulun müthiş oyunculuğunu da eklediğimiz zaman direk hikayenin içinde buluyoruz kendimizi…
Elimde Tayfun Uzbay’ın “Hazdan Bağımlılığa” adlı kitabını okurken bu filmi seyretmem iyi bir tesadüf oldu, olayları daha bilimsel değerlendirme avantajına sahip olarak seyrettim “Güzel Oğlum”u. Bu konuda birçok bilimsel araştırması ve makaleleri olan; nihayetinde bu bilgilerini kitaplaştıran Sayın Uzbay : “Kontrol edilemeyen bağımlılık bir beyin hastalığıdır” diyor ve devam ediyor “Bağımlılık beyni hariçten etkileyen çevresel ve küresel birçok etmen ile ilişkilidir” Bağımlılığın tanımını yaparken de “Bir nesneye, kişiye ya da bir varlığa duyulan önlenemez istek veya bir başka iradenin denetimi altına girme durumu olarak tanımlanabilir ve insanın zihinsel aktivitesi ile ilişkili anormal veya olumsuz bir durumun sonucudur bağımlılık” diyor.
Uyuşturucular konusuna da kitabında geniş bir yer vererek uzun uzadıya tarihi ve örnekleriyle beraber açıklıyor…
Kitapta da bahsedildiği gibi “Bağımlılık beyni hariçten etkileyen çevresel ve küresel bir çok etmenle ilişkilidir” sözünü doğrulayan olaylar mevcuttur Nic’in yaşamında David Sheff ve Nic Sheff’in gerçek öyküsünden uyarlanan filmde Nic’in babası David ve annesi Vick ile ayrılır, Nic’in velayeti anneye verilse de David oğluyla ilgilenmeyi ihmal etmemiştir. Ne ki oldukça başarılı bir öğrenci olan Nic’in değişitiğini gören baba yaptığı araştırmalar sonucunda acı gerçekle karşılaşır. Nic kristal meth adlı bir uyuşturucunun bağımlısı olmuştur. Bundan sonra yazar olan babanın zorlu mücadelesi başlar artık. Bu mücadelenin temeline oğluna duyduğu sevgiyi koyar, yazarlığını da bu mücadele esnasında sonuna kadar kullanır, zira sözlerdir insana en fazla dokunan şey….
“Oğlumu gördün mü, güzel oğlumu? Görürsen ona selam söyle… Kaybolduğu zaman bu sözleri yazıp David Nic’in masasına bırakmıştır. Bilir ki ölmemişse bir gün dönecek ve o sözleri görecektir…Nic eve döndüğünde babasının bıraktığı notu okuduğunda bir kez daha kahrolur ve uyuşturucuyu bırakma mücadelesine bir kez daha girer…
Filmle birlikte yeni bir uyuşturucu adı daha öğrenmiş oldum ki; bu en tehlikeli olanlardanmış. Kristal meth ya da metamfetamin! Filmde bu uyuşturucunun etkilerinden; beyni fiziksel olarak değiştirdiğinden, korkunç bir kısır döngüye soktuğundan, beynin “amigdala adlı bölgesindeki korku ve öfke duygularını doğrudan kontrolü altına aldığından (bilimsel terimleri “Hazdan Bağımlılığa” kitabından bildiğim için direk anladım zaten), uyuşturucuların içinde en korkuncu olduğundan söz edildi; yetinmeyip gelip evden de araştırma yaptım ki sadece beyni değil bütün vücut fonksiyonlarını alt üst ediyormuş!..
Filmin en çarpıcı ögesi ise müzik, notalar adeta birer usta oyuncu gibi rollerinin hakkını vermişler. Müzik güzel olur, filme uygun olur tamam ama müziği bu kadar etkili kullanan bir filme ilk defa rastladım. Harekete, duyguya, düşünceye göre yapılan müzik güzelliğin ötesine geçiyor…Nabza göre müzik deyimini rahatlıkla kullanmak mümkün…Müziğin yanında havuzdaki fıskiyenin, ağaç dallarının görüntüleri son derece güzeldi. Son sahne müthiş diye de not almışım…
Yapımcısı Brad Pitt olan filmin senaryosu gerçek kahramanlar olan David ve Nic Sheff’e ait. Bir kitap uyarlaması olmasına rağmen senaryo oldukça başarılı. Yönetmen koltuğunda ise 1977 doğumlu Belçikalı Felix Van Groeningen oturmuş. Baba David rolünde Amerikalı ünlü oyuncu Steve Carell, Nic rolünde ise Timothée Chalement var.
Bu filme bütün ebeveynler ve gençler gitmeli. Hiç kimse “benim çocuğum uyuşturucu asla kullanmaz” diye düşünmemeli. Nic’in kitaplarla dolu bir evde yeşilliklerle dolu bir bahçede; kısaca mutlu olunması gereken bir yerde uyuşturucuya bulaşmasını nasıl açıklayabiliriz?… Aile ayrılmış olsa da entellektüel iyi bir baba, sorumluluğunu bilen bir anne ve Nic’i kendi çocuğu gibi seven, onun sorunlarını çözmeye çalışan ikinci bir anne (David’in ikinci eşi) varken; keza başarılı, zeki ve temiz bir öğrenciyken Nic’in uyuşturucu kullanmasını nasıl açıklayabiliriz?…İşte bütün bunların önünü kesebilmek için bilinçlenmeli ve yaşanan bu örnekleri göz önüne almalıyız…
Sahte bir cennette bir kaç saat geçirmek uğruna hayatları tam bir cehenneme çeviren uyuşturucuları kullananlara ithaf edilsin bu film….
“Evet ölenlerin yasını tutmak uzun sürmez; oysa hayatta olanların ve yaşayan bir ölüden farksız olanların yasını tutmak çok daha uzun; hatta bir ömür sürer…”