İçerdekiler
İçerdekiler, bir Melih Cevdet Anday oyunu. Hatta ilk oyunu. İki perdelik oyun, kitap olarak da çok ilgi görmüş, oynandığında tiyatro eseri olarak da. Ben de severim Melih Cevdet Anday’ın oyunlarını. Mikado’nun Çöpleri’ni Fransızca’ya çevirmişliğim bile vardır, ilk ve tek çevirim! İçerdekiler bu oyunun sinemaya uyarlanmışı. Yönetmen Hüseyin Karabey, belli ki oyunu çok beğenmiş ve çekmek istemiş, bunun için hem senaryoyu yazmış, hem de yapımcı olarak üç önemli işe imza atmış! Yani bu bir Hüseyin Karabey filmi! Caner Cindoruk ise filmi baştan sona götüren asıl karakter. Zaten Mikado’nun Çöpleri’nde de iki kişi ve bir tek mekan vardı. Burada da dış mekan yok, filmin hemen hemen tümü tek mekanda geçiyor, komiserin odası!
Yasadışı bir bildiri kaleme almakla suçlanan öğretmen, tam 185 gün, tabii ki yasadışı olarak, nezarette sorgulanıyor. Maddi ve psikolojik baskı, suçu kabul etmesi için. En klasik oyun ise iyi polis, kötü polis olayı. Klasik sorgu ve soru cevap burada da geçerli. Gerçi hiç “İçeri” girmedim, Allah düşürmesin, ama duyduklarımız hep bunlar. “Burada yasa yok, Allah yok, hak, hukuk yok, biz ne dersek o, elimizdesin, konuş, kurtul!” diyorlarmış.
Ben hep başıma gelirse ne yaparım derken şunu düşünmüşümdür, tamam hepsini ben yaptım de, hatta imza da at, sonra mahkemede söylersin baskı altında, işkence altında kabul ettim diye. Ama kabul etmek yetmiyor, itiraf etmek de yetmiyor, gammazlamak gerekiyor, üç isim vereceksin, birilerini yakacaksın ve onlar da aynı senin gibi, hiç bir şey yapmadıkları halde gelip bu eziyeti çekecekler. İşte orada duruyordum, kimsenin adını veremem. Yapmadığım şeyleri yaptım diye kabullenebilirim ama başkasına suç uyduramam! Dayağı da yerim, elektriği de, katlanabildiğim yere kadar. İnsan çok dayanıklı, katlanıyor!
Caner Cindoruk öğretmen rolünde
Sorguya çekilen öğretmeni büyük başarıyla canlandıran Caner Cindoruk, neyse ki kısa kesilen, (ben pek seyredemiyorum da) işkence seanslarından sonra komiserin odasına getirildiğinde bu kez psikolojik baskı altındadır. “İyi polis” rolündeki (Settar Tanrıöğen) komiserin baskısı altında. Komiser ona, altı ay boyunca en çok özlediği şeyi, karısını göstereceğine ve hatta onları odasında yalnız bırakacağına söz vermiştir. O da bunun karşılığında konuşsa ne olur ki, mahkemede itiraz eder. “İyi polis”in karşısında durmak daha zor. O bölüm ve diyalogları çok çarpıcı. Komiserin odası yeterince ruhsuz. Çelik dolaplar, klasik büro masa iskemlesi, jaluzili camlar ve masanın üzerindeki siyah telefon. Tek çarpıcı detay, kafesteki kuş. Komiserin gerçekten birilerini tutuklamaya ihtiyacı var! Öğretmenin Komiserle olan inatlaşması ve diyaloglarından daha da çarpıcı olan ise karısıyla buluşması. Daha doğrusu, karısını beklerken karşısında baldızını bulması!
Gergedanlaşma
Bu bölümde kahramanımızın başka bir kişiliğe evrildiğini izliyoruz: artık O, mazlum bir tutuklu değil, baskıcı bir zalimdir. Karşısında titreyen ise suçsuz ve tesadüfen orada olan şoktaki baldız! İşkencecisinin karakterine bürünen tutuklu, aynı komiserin jargonuyla konuşmakta, onun gibi akıl yürütmekte, onun gibi ikna yolunu aramakta, fikir dili de, beden dili birebir aynı! Neye ikna derseniz, sizin de seyredeceğiniz bir şey kalsın!
Bu son bölümde iki kişinin inişli çıkışlı ruh halini, bir ruh durumundan diğerine geçişini ve ne kadar bocaladıklarını izlemek etkili. Büyük bir oyunculuk gerektiriyor ve baldız rolünde Gizem Soysaldı biraz hafif kalıyor. Hikayenin sonunu, filmin nasıl biteceğini tahmin etmek kolay değil, çarpıcı bir final, bir kötülük sahnesi bekliyordum doğrusu, en tahammül edilebiliri oldu. Ve hala komiserin bu kadar düzeni gerçekten tutukluyu konuşturmak adına yaptığını düşünmek için her neden var.
Sinematografik açıdan çok fazla bir ustalık beklemek zor. Aynı mekana ve üç kişiye sıkışmış bir senaryoda en fazla ne yapabilirsiniz ki? Daha fazla efekt mi? Tutuklunun kriz geçirdiği sırada duyduğu işkence seslerinin amatör kaldığını düşünmüyor değilim. Kuş olayı da biraz daha abartılabilirdi belki.
Ödülleri var
Yerlere düşmedim ama filmi etkileyici ve düşündürücü buldum. Nitekim hala içeri düştüğünüzde başınıza ne geleceğini bilemiyorsunuz. Hala kötü muamele ve darp var. Hala uzayan göz altı sürelerinde adet yerini bulsun diye doktora götürülüp getiriliyor insanlar ama ne işe yarıyor merak ediyorum. Artık düz falaka yok da daha mekanize ve elektrik elektronik devrede muhtemelen. Ve bizim bunları sıradan şeylermiş gibi hala konuşuyor olmamız ne kadar acı!
Tabii dışarının da içeriden az farklı olduğu, ağzını açana haddinin bildirildiği, dahası işten atılıp, bütün hakları elinden alınıp KHK’lı olarak yaşam hakkının bırakılmadığı bir dönemde ha “İçerdeki” olmuşsun, ha “Dışardaki”, ne farkeder? Galiba şu: dışarıda hala yasaklayamadıkları şey, cinsellik. Ve en koyusundan bir muhalif bile altı ay içinde en çok cinselliği özleyebiliyor, onun için pek çok sıkıntıyı göze alabiliyor. Canlı türünün hayatı devam ettirebilme güdüsünü içeren cinsellik, aşktan ve sevgiden de arınıp, bir dürtü haline dönüşebiliyor ki İçerdekiler’de çaktırmadan vurgulanan bir diğer konu da bu. İlginç. Ve Erkeksi!