Midway
Pearl Harbor Amerikan tarihindeki en büyük istihbarat fiyaskosudur. Midway ise Pear Harbor’un rövanşıdır.
Gerçek olaylardan ve gerçek kahramanlardan yola çıkılarak gerçekleştirilen bu zengin bütçeli film “Pearl Harbor”un başarısını yakalar mı bilinmez ama hikayenin tamamen Amerikan askerleri gözünden anlatılması nerede taraf olmamız gerektiğini bize bir kez daha söylüyor. Ve dalgalanan Amerikan şanlı bayrağının yine tarihe nasıl bir damga vurduğunu seyrederek rahatlayacaksınız, “savaşı japonlar kazansaydı dünya nasıl bir evreye girerdi “sorusu aklınıza bile gelmeyecek, film boyunca Amerikan kuvvetleri başarsın diye içinizden dua edeceksiniz adeta; şahsen benim gibi biri bile bu duayı etti ne yalan söyleyeyim.
Nedir bu okyanusların, denizlerin, adaların, yarımadaların süper güçler elinden çektiği!
Büyük Okyanus’un kuzeyinde yer alan Midway adaları da böyle bir stratejik öneme sahiptir.
“Kaybedersek Japonlar batı kıyısını ele geçirir, San Fransisko ve losengelis yok olur” sözünden de anlaşılacağı üzere; Midway Birleşik Devletlerin batı kıyısındadır. Midway’ın Büyük Okyanustaki coğrafi konumu ve özelliği hem Japonlar , hem de amerikalılar için askeri açıdan son derece önemli ve stratejik bir öneme sahiptir…
Japonlar, Amerika’nın Pasifik Donanmasını saf dışı bırakmak ve faaliyetlerini rahatça sürdürmek için 7 aralık 1941 yılında gerçekleştirdiği Pearl Harbor baskınında başarılı olmuş, altı ay sonra da Amerika Birleşik devletlerinin Pasifikte kalan az sayıdaki gemilerini yok etmeyi ve artık okyanusun sularını tek başına içmeyi planlamıştır. Ancak amerikalılar da böyle bir göz yoktur, o suları kadehlere doldurup doldurup şerefe kaldırmayı her zamanki gibi şiar edinmişlerdir…Filmimizin teorik olarak başrol oyuncusu Patrick Wilson (gerçek kahraman Edwin Layton) Japonların hinliğini anlamıştır, bu kez Pearl Harbor’daki gibi tuzağa düşmeyecektir. Masa başında dünyaya yön veren askeri tartışmalar sürerken; Edwin stratejinin yönünü Waşington’a rağmen değiştirir; yanılmaz, bu istihbarat şifrelerin çözülmesi sayesinde Japon saldırısını püskürtmeyi başarırlar ve Edwin de madalyayı hak eder…
Midway her nekadar deniz ve donanma savaşı olarak bilinse de uçakların daha doğrusu “porte-avion”uçaklarının bu savaştaki rolünü bizzat filmde birebir görüyoruz. Savaş, uçaklarla kazanılmıştır.
Tarihin akışını değiştiren savaş olarak gösterilen Midway filminde; tarih sanki olumlu yönde değişmiş gibi beynimizin şifreleriyle de oynamayı başarıyor ve Amerika’dan başka alternatif yok algısı dayatılıyor. Amerika’nın savaşa çekilme hikayesine masumiyet kimliği kazandırma çabalarını da ben bir türlü anlayamıyorum. Midway’dan yaklaşık üç yıl sonra Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasını ve etkilerini unutmamak gerek; tarihi akışın bu yönde değiştiğini de gözardı etmeyelim!…Elbetteki bir grup Amerikan askerinin ülkelerinin savunma ve çıkarlarında verdiği kahramanca mücadeleye sözümüz yok. Savaşların kaderlerini belirleyen unsurlar önemli stratejik kararların yanısıra bu gözüpek askerlerin cesaret ile kendilerini feda etmelerinden geçmiştir.
Yönetmen, sonuçta kaybedilse de Japon askerlerinin kahramanlıklarını teğet bile geçmemiş; sadece Japon subaylarından Amiral İsoroku Yamamoto, Tamon Yamaguchi , Kaku Tomeo ve Chulchi Nagumo’yo konu etmiş.
Midway,(sanırım ayıp olmasın diye) az da olsa askerlerin psikolojik durumlarına göz atmış; özellikle tedirgin olan ve korkan genç bir askeri “kanatları altına alarak” onu cesaretlendirmeye ve korkusunu yenmesine vesile olacağını düşünen Dick Best (Ed Skrein)’in, askerin uçağı ile geminin altında kalmasına sebep olduğunu görmek bu savaş hikayesinin en acıklı sahnelerinden biriydi. Bir diğer etkileyici sahnede harekatın Amerikalılar tarafından başarıya ulaşmasından sonra savaşın kaderini değiştiren en önemli komutanlarda olan yine Dick Best’in savaş müretttabı tarafından gemide bekleme anlarıydı. Herkes artık onun savaşta ölebileceğini düşündüğü anda; kafalar yere eğilmişken birden dönmesi sevinç dalgası yarattı. Seyirci de sevindi tabii ama ben bir seyirci olarak geri döneceğinden adım gibi emindim; neden mi; uçağına saldırıya geçtiği her harekette karısının ve kızının birlikte fotoğrafını karşısına koyan Dick, (bu da savaşın bir başka ironisi) çıktığı en son harekatta tehlike çanları çalarken fotoğraf şiddetli rüzgarın etkisiyle sallanmış, düşeyazmış ama düşmemişti. İşte bu fotoğrafın düşmemesi benim Dick’in dönmesinden emin olmamı sağladı, eh sanattan anlayacaksınız az çok….
Gelelim asıl meseleye; Amerika herseyde süper güç olduğunu kanıtladığı gibi film piyasasında nasıl süper bir güç olduğunu bir kez daha kanıtladı. Hollywood’un “Grande production” yani büyük prodüksiyon, süper prodüksiyon karşısında yoksulluğunuzdan utanıyorsunuz, bizim “başka sinema” kategorisinde ucuz filmleri düşününce ister istemez boynunuz biraz yana düşüyor. “Kurtuluş Günü” “ 2012”, “Yarından Sonra”, “Beyaz Saray Düştü” filmlerinin yönetmeni Roland Emmerich’e de yakışan budur. Filmin bütçesi 60 milyon dolar; ancak geliri şimdiden aşmış bile, gişe hasılatı 80 milyon dolar…
Evet sayın seyirciler savaşın dünyayı nasıl rengarenk boyadığını, ışıkların dansını, ateşin büyüleyiciliğini nefesiniz kesilerek izleyeceksiniz, sonra da evinize gidip bilgisayardan bir savaş oyunu açacaksınız yarım kalan hevesinizi de bu oyunlarla tamamlayacaksınız.
AMA TEHLİKELİ OYUNLAR BUNLAR!…
“Kapanmış göğün mezarlığı
Hades mahşerini açmış dopdolu
genler istilası kromozomlar savaşı
tehlikeli oyunlar bunlar
“siz bilmezsiniz insanlık kollarımda can verdi”
Nurbanu KABLAN
(Aşk ile Barış şiir kitabımdan “Tehlikeli Oyunlar” adlı şiirimden)
Yönetmen : Roland Emmerich
Senaryo : Wes Tooke
Görüntü Yönetmeni : Robby Baumgartner
Müzik : Harald Kloser, Thomas Wanker
Oyuncular : Luke Evans, Patrick Wilson, Nick Jonas, Woody Harrelson, Dennis Quaid, Mandy Moore, Ed Skrein, Aaron Eckhart
ABD / Tarihi-Aksiyon-Savaş / 138 Dk.