Geleceğin dünyasında geçen yavan ve boş bir aksiyon filmi…
Yönetmen Olivier Megaton’un yönetmenlik koltuğunda oturduğu ‘Last days..’, Rick Remender ve Greg Tocchini’nin grafik çizgi romanından uyarlanmış bir macera filmi denemesi.
Bu ‘deneme’nin hiçbir şekilde başarıya ulaşamaması sadece yönetmenin kısıtlı bakışına veya esinlendiği çizgi romanın beyaz perdeye uyarlamaya elverişli olmamasına bağlanamaz. Zira yönetmen Megaton daha önce ‘Transporter 3’. ‘Taken 2 ve 3’ gibi belki pek parlak olmayan ancak en azından oyalayıcı olarak adlandırabileceğimiz aksiyon filmleri çekmişti. Aynı şekilde bu kez geleceğin ‘distopik’ dünyasında (ama Amerika ile sınırlı) geçen bir soygun, suç ve intikam yumağında örülen bir hikaye oldukça keyifli bir yapım olabilirdi. Ancak bizce sonuç, ilk yirmi dakikadan sonra kana ve küfüre fazlasıyla doyduğumuz, hikayesindeki niteliksiz ve sıradan akışa hiç aldırış etmeyen, oyuncuların genelde ne yaptıklarını bilmediği ve sırtını tamamen ‘gösterişçi’ aksiyon sekanslarına dayadığı halde, buralarda bile bir ‘ruh’ eksikliği gösteren bir fiyasko…
Muhtemel (!) bir gelecekte Amerika bir suç yuvası haline gelmiştir ve dönemin polis ve ordusu bu durumla baş etmekte zorlanmaktadır. Sonuç olarak hükümet nihai çözüm olarak bütün suç eylemlerini engelleyecek, insanları geçici olarak adeta dondurabilen bir ‘sinyal’ kullanmaya başlar. Özel ‘izin’ kağıdı alabilenler Kanada’ya giderken, Amerika’nın birkaç gün içerisinde sınırları tamamen kapalı hale gelecek ve parası değersiz hale getirilecektir. Bu paralar ise özel merkezlerde yüklenebilen dijital ‘para kartlarıyla’ değiştirilecektir. Profesyonel bir soyguncu olan Graham Bricke’e bu merkezlerden birini soymak için Kevin Cash adında esrarengiz bir adamdan teklif gelir. Ancak soygun sırasında hiçbir şey planlandığı gibi gitmez ve Bricke kendini giderek daha çok belaya bulaşmış bir şekilde bulur..
Bilindik reçete karışmış…
Aslında yakın zamanda yine Netflix kanalında gördüğümüz ‘Extraction’ filminden de hatırlayacağımız üzere başarılı bir macera (aksiyon) filminde bazı şaşmaz şablonlar bulunur: seyircinin beklentilerine karşılık verecek dövüş, silahlı çatışma, araba takip sekansları tabii ki vazgeçilmez şartların başında gelir. Ardından hikayeye romantik ve esrarengiz hava katacak bir ‘post-femme fatale’ ve son olarak bütün büyük projeyi sırtlayabilecek çapta bir oyuncu, tercihen bir aksiyon filmi starı (Vin Diesel, Jason Statham, Dwayne Johnson vb.) bu tür filmlerin diğer koşullarını oluşturur. Bütün bunların yanında bir de doğal olarak basit veya düz olsa da belli çapta bir hikaye ve olay örgüsü bekleriz.
Yönetmen Megaton ise sanki bütün bunlara sahip ancak hiçbirini kullanamamış veya en azından ‘hikayedeki yerlerini bulamamış’ gibi davranıyor. Bu, zaten özel bir yönetmenlik becerisinin hissedilmediği giriş sekansında yer alan oldukça kanlı bir açılışta ve sonrasında gelen suç dünyası tasvirinde sadece sıradan değil aynı zamanda ‘itici’ bir yol izlenmesinde görülüyor.
Her ne kadar filmdeki şiddet ve kan, (hatta arada bazı işkence sekansları da var!) aksiyon filmleri temel alındığında ‘kabul edilebilir’ düzeyde de olsa, buna eşlik etmesi gereken hikaye nereye gittiği pek belli olmayan şekilde akınca, sadece şekil almaya çalışan bir geleceğin ortamı ve bu ortamda karakterlerini çizmeye çalışan oyuncularla baş başa kalıyoruz. Ancak ilk yarım saat geçmeden neredeyse her dakika bir ‘Fuck’ sözü, düzeysiz ve genelde cinsiyetçi şakalar ve senaryoda gerekliliği tartışılır silah patlamaları ortalıkta uçuşurken film giderek dibe batmaya başlıyor. Üstelik bu tür filmlerde yönetmenin hikaye ve tür dahilinde yapabileceği, ‘gerçekçi dövüşler’ yaratma, ‘insani yönü olan karakterler’ kurma veya ‘soluklanma anları’ kullanma gibi müdahaleler de eksik kalınca film gerçekten bir ‘fiyaskoya’ doğru yol alıyor.
Taken 3’ü bile arıyoruz!
Yönetmen Megaton’un kendi kariyerinden bir film olan ‘Taken 3’ ile karşılaştıracak olursak, o film kusurlarına rağmen sanki ‘biraz haddini bilen’ bir yapımdı. Başka bir deyişle ‘Taken 3’, her ne kadar başarılı bir filmin zayıf devamı gibi dursa da yine de kendi içinde kompakt bir hikaye yapısı, insani yönleri olan (önceki bölümlerden tanıdığımız) karakterler ve ballandırılmadan dozunda tutulan bir şiddet düzeyi barındırıyordu. Dolayısıyla film kendi türünde ‘parlak’ bir örnek olmasa da en azından asli görevlerini çok yüzüne gözüne bulaştırmadan gerçekleştiriyordu.
‘The last days…’de hikayeye sonradan katılan, mafya çetesi, kirli polisler, çift taraflı çalışan muhbirler gibi zayıf bir senaryoyu zenginleştirmek için konulmuş karakterler de işe yaramıyor, zaten fena halde ‘su alan’ bir senaryoyu daha da dağınık hale sokuyor.
Filmin üç ana karakteri olan Graham Bricke, onun ortağı haline gelen Kevin Cash ve Cash’in nişanlısı, güzel Shelby Dupree’nin senaryonun merkezini oluşturan soygunu ve öncesinde yaptıkları hazırlığı izlerken, aynı anda bu hikayeden tamamen bağımsız gibi duran, inanılmaz boşluklarla ara sıra unuttuğumuz ve ana hikayeye bir şekilde ‘iliştirilen’ ama ne gibi bir katkı ve amaçla yaratıldığını kavramakta zorlandığımız bir polis olan Sawyer’in öyküsü de paralel bir şekilde akıp garip bir finalle bağlanıyor.
Geleceğin dünyası zayıf…
Bu filmde de olduğu gibi, seyirciyi etkilemek isteyen distopik bir dünya ve şehir sunulacaksa, bizce bu ortamın biraz daha ‘altı doldurulmuş’ ve ‘düşünülmüş’ olması gerekirdi. Bu tür ‘suç ortamı’ haline gelmiş büyük şehirleri John Carpenter’ın ‘New York 1997’ (1981) filminden ‘Children of men’e (2006) kadar birçok defa gördük. Burada ise başlangıçta fark ettiğimiz bir dükkan soygunu, iki kişinin yumruk yumruğa sert kavgası ve caddenin ortasında yapılan bir striptiz sekansı böylesine ‘kirletilmiş’, ‘tükenmiş’ ve ‘yok olmak üzere’ bir mekan havası estirmek için oldukça yetersiz kalıyor.
Oyunculuk performansları açısından da bakarsak bizce ‘The last days…’ oldukça vasat görünüyor. Başta esas kahraman Bricke’i canlandıran Edgar Ramirez ve onun sevgilisini oynayan Anna Brewster olmak üzere hepsi ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ama rollerindeki yüzeysellik ve kısırlık sadece ‘klişelere’ dayanan sıradan portreler çizmelerine yetiyor. Filmde akılda kalan ve bu kadar yavan bir yapıma ara sıra da olsa biraz dinamizm katan tek oyuncu ise Michael Pitt oluyor. Çizdiği Kevin Cash karakterini abartılı hatta bundan beslenen bir kişi olarak sunan Pitt göründüğü sahnelerde senaryoya nisbi bir canlılık ve derinlik katıyor. Filmin sonuna kadar sabretmemizin en büyük nedenlerinden biri onun performansı.
Sonuç olarak ‘The last days..’ bizce hantal bir senaryoya sahip, vasat bir yönetmenlik gösteren, vaat ettiği şeyleri bile beceriksizce ve rastgele sunan, giderek inandırıcılığı boşlayan bir olay örgüsüne sahip gayet vasat bir macera filmi. Başta da değindiğimiz ‘Extraction’ filmiyle kıyaslarsak, o film bunun yanında açıkça bir başyapıt gibi duruyor!
Yönetmen : Oliver Megaton
Senaryo : Karl Gajdusek
Görüntü Yönetmeni : Robert D. Yeoman
Müzik : Alexandre Desplat, Mark Mothersbaugh
Oyuncular : Michael Pitt, Édgar Ramírez, Anna Brewster, Sharlto Copley, Inge Beckmann, Careşl Nel, Jay Anstey, Daniel Fox, Sean Cameron Michael, Tamer Burjak, Robert Hobbs, Nathan Lynn
ABD / Aksiyon-Macera-Polisiye / 148 Dk.
ortakoltuk.com