NEFES ALAMAYANLARIN HİKAYESİ…
Herkesin mutlaka bir düşü, özlemi olur yaşamı boyunca…Kimisi sığındıkları yerlerden geçmiş hatıralar taşıyan şehirlerinin her şeyine, mesela kokusuna özlem duyarlar. Bu sene İzmir Devlet Tiyatrosu’nda izlediğim Dinçer Sümer’in yazdığı başarılı tiyatro oyunu, “Sandalım Kıyıya Bağlı”daki Alekos’un ağzından duyduğumuz o hazin İzmir’e duyulan özlem şiiri gibi…
“…Doktor bana İzmir yaz.
Doktor ben iyi değilim.
Bana iki tertip İzmir yaz.
Yüreğim darda bozgundayım…”
Bazen özlem duyduklarınız olur, çok az mesafededirler onlar, dört kat aşağınızda olacak kadar yakındırlar, yine de göremezseniz, sevginiz hiç bitmez, aklınıza geldikçe nefesiniz hep kesilir. Kiminin özlemi ise daha geniştir, özgürlük arzususudur onların ki, hep umut içinde hürriyet isterler. Martin Luther King işte böyle bir özlemin ve düşün içerisindeydi. Amerikan siyahi hareketinin bu büyük lideri, Rosa Parks’ın tutuklanması ile sonuçlanan Montgomery otobüs boykotunun uygulanması ile genişleyen hareket sonucunda Amerikalılar başta olmak üzere herkese “bir düşüm var” diyordu.
Günümüzde az kalan ütopyalar dünyasından fırlamıştı sanki. Amerikan İç Savaşı sonrasında sağlanan kısmi sulhe rağmen bir türlü bitmeyen Amerikan ırkçılık tarihinde birçok halka var kuşkusuz. Bu sürecin en belirleyen isimleri, ikisinin de filmi yapılan “Malcolm X” ve “Martin Luther King”, ırkçılık karşıtı mücadelenin genişlemesine en çok katkı sağlayanlar olarak tarihe geçerler. Ancak onların baskı ve ölümlerle sone eren yaşamlarında adadıkları ırkçılık karşıtlığı, belirli bir mesafenin alınmasına katkı sunmuş ise de, tam anlamıyla, o melun ırkçılık anlayışının sona erdiği söylenemez.
En son geçen ay Minneapolis şehrinde Geourge Floyd’un “nefes alamıyorum” yakarışları altında bir polis tarafından öldürülmesi sonrasında ırkçılık hastalığı yeniden gündeme geldi. Sanat, bu meseleye hiç kayıtsız kalmadı. Sinemada da, ırkçılık karşıtı birçok yapıt görmekteyiz. Hemen akla gelenler olarak oscar ödüllü “12 Yıllık Esaret”, “Bülbülü Öldürmek”, “Yeşil Rehber” sayılabilir. Selma filmi de, temelinde ırkçılık karşıtı bir film kuşkusuz. Ancak bunu, tıpkı Nelson Mandela’nın hayatını ele alan “Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol” filmindeki gibi, bir lider etrafında kümelenerek yürütülen bir mücadele perspektifi ile ele alıyor…
Yönetmenliğini şu an bazı platformlarda da izlenebilen “13. Madde”nin yönetmenliğini de yaparak ırkçılık meselesine duyarlılığını gösteren başarılı siyahi kadın yönetmen Ava DuVernay’ın yaptığı 2014 yapımı “Selma” filmi, açılışını siyahi hareket lideri Dr. Martin Luther King (1929-1968)’in 1964 yılında Nobel Barış Ödülü’nü aldığı sırada yaptığı ödül konuşması ile başlıyor. Eşi Coretta Scott (Carmen Ejogo) dört çocuğuna karşın eşini bu mücadele sırasında hiç yalnız bırakmaz. Her yerde olduğu gibi burada da yanındadır. Sonrasında etkisi iyice artan karizmatik lider Martin Luther’in dönemin Amerika Devlet Başkanı Johnson ile yaptığı görüşme ekrana gelir. Kendisine güveni iyice artan Martin Luther King için soruna palyatif ve yüzeysel yaklaşımlarla ele alan önerilerin değeri yoktur. Bu nedenle yapılan görüşmeler hep sonuçsuz kalır. Dönemin en büyük problemlerinden birisi, 20. yüzyılın ikinci yarısı bir hayli ilerlemesine, tarihin 1965’li yıllara karşılık gelmesine karşın halen ırkçılıktır. Dünyanın medeni olarak bildiği bir ülkenin taviz vermez konularından birisi olmaya devam etmektedir.
Film her ne kadar Martin Luther King ekseninde ilerlese de, liderin tüm hayat boyunca süren hikayesine odaklanılmıyor burada. Zaten filmin ismi olan “Selma”, bir şehir olarak Alabama’ya bağlı Montgomery’dedir ve kentteki siyahilerin oy kullanmasına ilişkin kısıtlamalarına yönelik yürüyüşü temel alır. Ancak “Edmund Pettus Köprüsü”nde yapılan yürüyüşe o kadar sert polis müdahalesi olur ki, bu ABD tarihinde “Kanlı Pazar” olarak geçerek “Yurttaş Hakları Hareketi”ne halk desteğinin artmasına yol açar. Artık tüm bu talepler siyahilerin birer istemi olmaktan çıkarak, din adamları da olmak üzere birçok beyaz insanların da desteğini yanına almıştır. Ancak siyahilere dönük baskı hattı genişler ve artık eylemlere destek veren beyazların öldürülmesine kadar gider. Bu arada eyalet valisi ile başkan arasında da çelişkiler yoğunlaşır. Kamuoyu desteğinin de etkisi ile mahkemece oy kullanma hakkına getirilen kısıtlamalar ortadan kalkar.
Film, büyük yürüyüşün son konuşması ile sona erer. Ancak filmin bitimine yakın gerçek görüntüler eşliğinde görür ve öncesinde de biliriz ki, Martin Luther King 39 yaşında öldürülür, ırkçılık karşıtı mücadele günümüze kadar devam eder. King’in yardımcılarının bir kısmı ise sonrasında önemli görevlere getirilmiştir. Kimisi senatör, kimisi ise geleceğin büyükelçisidirler.
Film’de, King’i canlandıran David Oyelowo, karakterin ruhunu, belagati kuvvetli liderin hareketlerini ve mimiklerini sunmada oldukça başarılı. Öncesinde “Aşkın Krallığı”, “Başkanların Hizmetkarı” gibi filmlerde de başarılı performanslar sergilemişti oyuncu. Filmde King’in eşi Coretta Scott King’i canlandıran Carmen Ejogo da başarılı bir kompozisyon sunuyor. Özellikle liderin ailesini ihmal ettiği, yaşamına dair tehditlerin ve şantajların arttığı anlarda, aile içi kimi gerilimler iyi yansıyor ekranlara. Annie Lee Cooper’a can veren “Oprah Wınfrey” ile vali rolündeki “Tim Roth” ise göz doldurucu performanslar sergiliyorlar.
Film, bir dönemin kısa mücadele anına yoğunlaşmış. Dolayısıyla bunun getirdiği bazı handikapları da taşımıyor değil. Özellikle bürokratik sürecin işleyişine dair kimi yönler eksik yansıyor izleyene. Bunun dışında siyahi mücadelenin kendi içerisinde de kimi bölünmeler yaşadığı ortada. King, aynı zamanda Alabama’daki “Dexter Avenue Baptist Kilisesi”nin pastörlüğüne yükselecek denli bir din adamıydı ve bunu zaman zaman Gandhi’nin pasif direnişi benzeri eklektik bir yapıda olarak eylemlerine de yansıtıyordu. Bunlar da kendisine film içinde çok yer bulmamış. Ancak tüm bunlara karşın, nefesi kesilenlere, nefes alamayanların mücadelesini geçmişten itibaren algılamak ve 1960’lar Amerikası’nın o günlerini eşsiz caz tınıları eşliğinde görmek için bile mutlaka izlenmeli… Ve son bir not; filmin birçok platformda seyri mümkün…
Yönetmen : Ava DuVernay
Senaryo : Paul Webb
Görüntü Yönetmeni : Bradford Young
Müzik : Jason Moran
Oyuncular : David Oyelowo, Tom Wilkinson, Carmen Ejego, Giovanni Ribisi, Lorraine Toussaint, Common, Alessandro Nivola, Cuba Gooding Jr.
İngiltere-ABD / Tarihi-Biyografi-Dram / 128 Dk.
ortakoltuk.com
Yorum ve eleştirilerinizi büyük beğeni ve ilgiyle takip ediyorum. Devamını diler, tebrik ederim.