1984’de Šempeter pri Gorici, Slovenya’da doğan Gregor Božič, Lyubyana Akademisinde ve Berlin DFFB’de eğitim almış genç bir yönetmen. 2019 Tallinn’de En İyi İlk Film ile, 2019 Slovenya Film Festivalinde En İyi İlk Film, En İyi Yönetmen, İzleyici Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü, En İyi Kurgu, En İyi Özgün Müzik, En İyi Set Tasarımı, En İyi Kostüm, En İyi Ses ve En İyi Makyaj ödüllerini almış olan “Zgodbe iz kostanjevih gozdov / Kestane Ormanından Hikâyeler” ilk uzun metrajlı filmi. Božič, senaryosuna ve kurgusuna da katılmış olduğu bu şiirsel çalışmayı, izlenimler taşıdığı Theo Angelopoulos ya da Béla Tarr gibi ustaları gibi 35 mm. çekmiş.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, İtalya–Yugoslavya sınırındaki ormanlık bir bölgede geçen “Kestane Ormanından Hikâyeler”, bir ağacın dibinde kendisini evine doğru götürecek at arabasını bekleyen yaşlı bir adamı izler. Arabaya bindiğinde, yaşlı marangoz Mario yol boyunca işsizliği, parasızlığı, tanımadığı ölüler için yapmak zorunda kaldığı tabutları, üç kuruş parasını sanki her sayışında artacakmış gibi defalarca saymasını, ormandan odun getiren, kuyudan su çeken karısının yaşlılıktan ölmekte olduğunu, tesadüfen tanıştığı, ormanın öteki tarafında yaşayan genç kestane satıcısını düşünür. “Son kestane satıcısı” Marta’nın kocası iş bulmak için çekip gitmiş, belki de dönmemek üzere evini terk etmiştir. Marta’nın amacı herkesin unuttuğu bu yeri terk ederek Avustralya’ya gitmektir ama, artık kimse kestanelerini satın almak istemediğinden yeterli bilet parasını toplayamamaktadır.
Božič, bu iki yalnız insanın kestane ağaçlarının altında karşılaşmalarının, giderek birbirlerinin acısını dindirmeyi başaran bir dostluk oluşturmalarını kronolojik sırada değil, anıların oluşturduğu flashback’lerle dairesel bir anlatımla aktarır.
Bu iki insanın belleklerini içine davet ettiği izleyiciyi, rüyaların, karabasanların ve sanrıların gerçekten yaşanmış anılara karıştığı, her öykünden bir Matruşka dizisi gibi farklı bir öyküye geçildiği, yarı hatırlananların belki gerçek olduğu, belki de sadece düşlendiği, rüyalar kadar dokunaklı, kırılgan ve hayal gücünün verdiği buruk umutlarla dolu şiirsel bir yolculuğa çıkarır.
Bu yolculukta sinemasal olarak unutulmaz anlar vardır. Puslu renkleri, kar gibi uçuşan polenleri ve dışarıda yağan karı aynı dinginlikte yaşlı kadının üzerine yağdıran orman görsel bir mucizedir. Doktorun evi ya da köy kahvesi gibi zayıf bir elektrik lambasıyla aydınlanan mekânların renk tonları, mumya da gaz lamba ışığının karalığa getirdiği parıltı emsalsizdir. Olağanüstü görsellik kadar içeriğiyle de benzersiz anlar arasında, İsa doğduğunda Meryemi görmeye gelen Üç Kral’ın birer ölüm meleğine dönüşmesi ya da doktorun evinde yaşananlar gibi unutulması zor sahneler vardır.
Božič, “Kestane Ormanından Hikâyeler”in senaryosunu, bundan önceki kısa filmlerinde de yapmış olduğu gibi, Marina Gumzi ile birlikte yazmış. Filmin final jeneriğinde belirtildiği gibi, ikili filmin öyküsünü Anton Çehov’un kısa hikâyelerinden esinlenerek oluşturmuş. Ancak filmin düşselliğinin ve masalsılığının asıl sebebi kanımca Çehov’dan çok, olayların geçtiği ormanın düşsel ve masalsı olmasından. Gerçekçi bir bakış açısıyla çoğunlukla kestane ağaçlarından oluşan bu büyük orman, hem İtalya ve Yugoslavya’yı ayıran doğal bir sınır, hem de dönemin Demir Perdesi gibi Doğu Avrupa’yı Batı Avrupa’dan ayıran stratejik bir bölgedir. Ancak filmdeki konuşmaların neredeyse tamamının İtalyanca olması, bu ayırımın aslında hayali olduğunu, ormanın ayırıcı değil toplayıcı olduğunu gösterir.
Gerçekten de bu nefes kesici mekân, Avrupa’nın tüm savaşlarında yerinden edilmiş sayısız insana ev sahipliği yapmış, açlığa ya da savaşa yenilenleri, sevdiklerinin ölümü ya da kaçıp gitmesiyle yalnızlığa mahkûm edilenleri bağrına basmıştır. Film 1950’lerde geçse de orman zamansızdır. Her gün bir öncekinin o derecede aynısıdır ki, senelerin, on yılların geçişi kesinlikle fark edilmez. Kahvede insanlar belki de geçen yüzyıldan kalma bir oyun oynarlar. Yörenin tek nakliye aracı bir at arabasıdır. Ölümle yaşamı ayıran çizgi o kadar belirsizleşmiştir ki, ormanda karşılaşılanın gerçek mi sanrı mı olduğu pek ayırt edilemez.
“Kestane Ormanından Hikâyeler” ağıtsal bir şiir gibi gelişse de, giderek boşalan kırsal kesim, terk edilmiş evler, iş peşinde dış ülkelere göç, tabut imâlatçılığı ya da kestanecilik gibi yok olmaya yüz tutmuş zenaatler gibi Yugoslavya’nın bu bölgesinde II. Dünya Savaşı sonrası yaşam hakkında epey gerçekçi bilgiler de içerir.
Hekla Magnúsdóttir’ın ormanın sesini yansıtan müziğiyle Görüntü Yönetmeni Ferran Parades’in ormanın ihtişamını ve iç mekânların aydınlık karanlığını başarıyla aksettiren nefis 35 mm. çekimleri, kestane ormanının ne kadar görkemli, insanlarınsa ne kadar ufak olduğunu başarıyla aksettirir.
Sonuç olarak “Kestane Ormanından Hikâyeler” bir ilk filmden beklenmeyen olgunlukta, ustaca çekilmiş, çok da iyi oynanmış görsel işitsel bir şiir. İlk kez karşılaştığımız Gregor Božič, eminim ki geleceğin en büyük auteur yönetmenleri arasında kendine önemli bir yer edinecek. 15 Haziran’dan itibaren beş gün süreyle izlenebilecek. Sakın kaçırmayın derim.
Yazar : Erdoğan Mitrani
Yönetmen : Grego Bozic
Senaryo : Grego Bozic, Marina Gumzi
Görüntü Yönetmeni : Ferran Paredes
Müzik : Hekla Magnúsdóttir, Jan Vysocky
Oyuncular : Massimo De Francovich, İvana Roscic, Renzo Gariup, Tomi Janezic, Natasa Keser, Anita Kravos, Giusi Merli, Janez Skof
Slovenya-İtalya / Dram / 81 Dk.
ortakoltuk.com