Bir Buçuk gün / En dag och en halv
BİR BUÇUK GÜN, BİR BUÇUK YIL KADAR UZUN
Gerçek olaylardan esinlenerek yapılmış filmin senaryosu sağlam, iyi işlenmiş, ilmek ilmek dokunmuş, nakışlarda biraz sorun var ama elbette izlemenizi önereceğim…
TANIDIK BİR HİKAYE
Adından dolayı izlemeye karar verdiğim bir film; çünkü o bir buçuk günün insana çok uzun gelecek; dakikaların, saatlerin bir türlü geçmek bilmeyecek olay sarmalında olduğunu tahmin etmek güç değildi. Film hakkında hiçbir bilgim yoktu, fragmanı bile izlemedim; sadece yönetmeni kim diye baktım; Fares Fares, Lübnan asıllı İsveç’te yaşayan oyuncu ve yönetmenmiş. Bildiğim bir yönetmen değildi anlayacağınız… Tahmin ettiğim ve hiç yabancısı olmadığım bir olay örgüsü ile karşılaştım. Reklamı yapılmayan sessizce Netflix’te bugün itibariyle (1 Eylül 2023) yayınlanan bir İsveç filmi!
“Bir Buçuk Gün” gerçek olaydan esinlenmiş. Kadın şiddetinin had safhada yaşandığı ülkemizde bire bir olmasa da benzer olayların yaşandığına adım gibi eminim. Yani bize çok tanıdık gelen hikaye!…
Genelde sona bıraktığım eleştirimi bu kez yazımın başında belirtmek istiyorum. Evet elde sağlam bir hikaye var; hayatın içinden, dünyanın en gelişmiş ülkesi İsveç’te yaşandığına göre dünyanın başka ülkelerinde daha fazla yaşanabilecek bir öykü; ancak öykünün kahramanları öyküyü yukarı taşıyamamış tam tersine aşağı çekmişler. Louis kadın karakterini canlandıran Alma Pöysti rolünün hakkını hiç verememiş; kimi kez abartılı oyunuyla kimi kez tam tersine yapay duruşuyla inandırıcılığı minimum düzeye indiriyor. Filmin baş karakteri Artan (Alexej Manvelov) ise fena değil ama o rol daha yüksek performans hak ediyordu. Oyunculuğuna artı puan kazandıracak yüz hatlarına sahip zaten, ivmeyi yükseltebilirdi. Gerçi giriş bölümündeki performansı çok iyiydi fakat ilerleyen sahnelerde aynı oyunculuğu göremedik. Filmin en iyi oyuncusu bizzat yönetmenin kendisiydi. Komiser rolündeki Fayes Fayes filmin asıl taşıyıcısı olmuş….
ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İSTEYENLER ÖNCE PSİKİYATRİ TESTİNDEN GEÇMELİ!
Başlıktan da anlaşılacağı üzere arızalı bir aile söz konusu! Filmin açılışından tam üç dakika sonra olayın ortasında buluyoruz kendimizi. Üç dakika öncesine dönelim isterseniz.
Soluk alışından kızgın olduğunu anladığımız genç bir adam Stockholm’de olduğunu düşündüğüm bir sağlık ocağının merdivenlerinden çıkar, danışmada olan kadın görevliye Louis ile görüşmek istediğini söyler; görevli ancak sıra alması halinde kendine yardımcı olacağını belirtir. Adam kızgın bir şekilde 59 sıra numarasını alır ve beklemeye başlar; bekleme esnasında yönetmen bize salonda bulunan diğer hastaların profilini gösterir, onlardan bir tanesi de oyuncaklarıyla oynayan 2-3 yaşlarında bir çocuktur.
Huzursuz bir bekleyişten sonra sıra kendisine geldiğinde tekrar Louis ile konuşması gerektiğini belirtir; görevli Louis’in bir hasta ile meşgul olduğunu ve şu anda gelemeyeceğini söyleyince adam belinden silahını çıkarır… Adamın adı Artan’dır, görüşmek istediği Louis ise eski karısıdır. Artan; hastaları, görevlileri rehin alınca komiser Lukas devreye girer ve bir ailenin trajedisini ortaya döken macera başlar…
Bu trajedinin sayfaları otomobilin içinde açılmaya başlar. Filmin bir saat on beş dakikası da yolda geçer zaten. Yol olunca arabayı “kapan” olarak düşünürsek bu sıkışmışlık halinde psikanalitik analizlerin başlaması kaçınılmazdır. Ki derine yakın analizler de yapılmış..
AİLE, GÖÇMENLİK, IRKÇILIK
Ben karakterler üzerinde analizimi de kısa yoldan belirtmek isterim : Artan tam bir paranoyak (filmde bu belirtilmiyor ama bütün davranışları paranoyak özelliği gösteriyor) Eski eşi Louis anksiyete, sanırım doğum sonrası lohusa depresyonu da yaşamış. Bir evde psikopat varsa diğerinin hasta olmaması çok büyük irade gerektirir zaten. Perdenin arkasında ise aile, göçmenlik ve ırkçılık sorunu var! Komiserİn hayatı da toz pembe değil, psikotik durum yok ama o da eşinden ayrılmış ve ve yetişkin oğluyla sorunları var…
Ve şimdi asıl soruyu sormak gerekiyor? Böyle ailede doğan bir çocuk nasıl sağlıklı büyüyebilir? Filmde bebeğin hangi durumlara maruz kaldığını göreceksiniz. Genetik faktörü de düşünülünce tam bir facia olmayacak mı? İşte tam da bu sebeple diyorum tıpkı askere ve bazı meslek alımlarında olduğu gibi anne baba adayı psikolojik testlerden geçmeli; tabi sağlıklı bir çocuk yetiştirmek istiyorlarsa. Bizler yurt dışına görevli giderken bu testlerden geçtik. Bir arıza olduğu tespit edilseydi göndermeyeceklerdi… Dünyaya gelecek bebeklerin de buna hakkı var diye düşünüyorum…
Son bir şey daha söylemek istiyorum; bir kadın kendine silah doğrultan, sürekli tehdit eden, çocuğunu ona karşı kullanan, saatlerce rehin tutan adamı nasıl affedip sarılabiliyor işte bunu bir türlü anlayamıyorum. Maalesef böyle kadınlar da var… Filmi izledikten sonra kafamda komiserin cümlesi döndü durdu : “Herkesin hayatı berbat”!
Gerçek olaylardan esinlenerek yapılmış filmin senaryosu sağlam, iyi işlenmiş, ilmek ilmek dokunmuş, nakışlarda biraz sorun var ama elbette izlemenizi önereceğim…
İyi seyirler…
Yönetmen : Fares Fares
Senaryo : Fares Fares, Peter Smirnakos
Görüntü Yönetmeni : Marianne Bakke
Kurgu : Linda Jildmalm
Oyuncular : Fares Fares, Alma Pöysti, Alexej Manvelov, Annika Hallin, Annika Hallin, Annica Liljeblad, Johni Tadi
İsveç / Suç-Gerilim-Dram / 94 Dk.